Yanlış Yapmak

İnsanlar yanlış yapmaktan çok korkarlar, ancak yanlış yapmak kaçınılmazdır ve yanlış yapmanın da birtakım yararları vardır:

• Yanlış yapmak bilgi edinmemizi sağlar. Yaptığımız her yanlışla birlikte, yaptıklarımızdan hangilerinin işe yaradığını, hangilerinin işe yaramadığını öğreniriz. Yanlış yapmayacak olursak, değerli birtakım bilgileri edinemez ve birtakım dersler çıkaramayız.

• Yaptığımız yanlışlar yaratıcılığımızı artırır. Yaptığımız bir eylemin işe yaramadığını görünce, yeni bir bakış açısıyla, yeni bir çözüm arayışına gireriz. Yanlış yapmayacak olsak, yaratıcı yanımızı açığa çıkaramayabiliriz.

• Yaptığımız yanlışlar esnek olmamızı sağlar. Birtakım durumların üstesinden gelebilmek için birtakım zorlukları aşmamız gerektiğini bize gösterir. Rahatlık alanımızdan çıkmayacak olsak, belki de hiç yanlış yapmıyor oluruz; ancak, bu da, katı bir tutum sergiliyor olmamızı ve kendi küçük dünyamızda kalmamızı gerektirir.

• Yanlışlar bize alçakgönüllü olmanın önemini öğretir. Bir insan olduğumuzu ve bir insan olarak, yanlış yapmanın kaçınılmaz olduğunu gösterir.

• Yanlış yaptığımız her durumda kendimizin daha iyisi oluruz. Hiç yanlış yapmamış olsaydık hiçbir kazanımımız olmazdı. Thomas Edison, “Hiç başarısız olmadım, işe yaramayan 10.000 yolun olduğunu buldum” demiştir.

• Yanlışlar bize yeni görüşler kazandırır. Yaptığımız yanlışlar, sınırlarımızı zorlamamızı ve bize esin kaynağı olacak yeni birtakım çıkış yolları bulmamızı sağlar. Albert Einstein, “Yanlış yapmaktan kaçınmanın tek yolu, yeni bir görüşe sahip olmamaktır” demiştir.

• Yaptığımız yanlışlar bizi yüreklendirir. Yanlışlarımızı gördükçe ve bunlardan ders çıkardıkça daha güçlü oluruz ve bir sonraki kez daha iyisini yapmak üzere kendimizi hazırlayarak güçleniriz. Bu bağlamda yürekli olmak demek, yanlışlarını görüp bunları değiştirmeyi göze almak demektir.

• Yaptığımız yanlışlar bizi akıllandırır. Yanlış yapmıyor olsak, baş etmek durumunda olduğunuz durumların değişik birtakım yönlerini göremeyiz.

Gereken ders çıkarılmışsa, “yanlış” artık yanlış olmaktan çıkmıştır diyebiliriz…

Yapılan yanlış en iyi öğretmendir…

Kendine Kötü Davranmanın Değişik Birtakım Yolları Vardır:

Kendine kötü davranmanın değişik birtakım yolları vardır:

• Kendine kötü davrananlar, sürekli olarak kendilerini başkalarıyla karşılaştırırlar ve olumsuz birtakım çıkarımlarda bulunurlar.

• Kendine kötü davrananlar, sürekli olarak kendileriyle ilgili “yanlış bir şey” bulurlar ve buldukları “yanlış”a odaklanırlar.

• Kendine kötü davrananlar, geçmişe takılakalmışlardır.

• Kendine kötü davrananlar, denetimleri altında olmayan olaylar için üzülüp dururlar.

• Kendine kötü davrananlar, yanlış olduğunu düşündükleri eylemlerini sürekli düşünmekten kendilerini alıkoyamazlar.

• Kendine kötü davrananlar, kendilerine olumsuz birtakım adlar takarlar.

• Kendine kötü davrananlar, olumsuz düşüncelerini sanki birer gerçeklikmiş gibi algılarlar.

• Kendine kötü davrananlar, hiçbir biçimde başkalarınca anlaşılamayacaklarını düşünürler.

• Kendine kötü davrananlar, sürekli olarak kendilerini eleştirip dururlar.

Arkadaşlığın ve iyi ilişkilerin birtakım altın kuralları vardır:

Arkadaşlığın ve iyi ilişkilerin birtakım altın kuralları vardır:

• Arkadaşlar, birbirlerine karşı içten, yürekten ve dürüst davranırlar; birbirlerine karşı yargılayıcı olmazlar.

• Arkadaşlar, söylediklerinin, yaptıklarının ve birbirlerinin arkasında dururlar; birbirleri için güvenilirdirler, sır saklarlar.

• Arkadaşlar, yaşam amaçlarına ulaşırken birbirlerini desteklerler, birbirlerinin yanında dururlar.

• Arkadaşlar, biri diğerine ikincilmiş gibi davranmazlar; arkadaşlığın eşit düzeyde olması için çaba gösterirler.

• Arkadaşlar, birbirlerini dinlerler, birbirleri için iyi birer dinleyici olurlar ve birbirlerini gerçekten anlamaya çalışırlar.

• Arkadaşlar, birtakım konularda benzer görüşte olmayabilirler, ancak tek bu yüzden birbirlerini dışlamazlar ve birbirlerini aşağı görmezler. Birbirlerinin seçimlerine saygı duyarlar.

• Arkadaşlar, birbirlerinin sınırlarına saygı gösterirler.

Evliliğinizde Yolunda Gitmeyen Birtakım Durumlar Varsa

Evliliğinizde yolunda gitmeyen birtakım durumlar varsa, “Bu ilişki nereye gidiyor?” diye sormaktan kendini alıkoyamıyor olabilirsiniz. Boşanma sözcüğü korkutucu bir sözcük olmakla birlikte, eşlerin bu süreçte olup olmadıklarını bilememeleri de, ayrıca onları çok gerer ve çok yıpratır.Psikolog Dr. John Gottman ünlü bir evlilik uzmanıdır ve evli çiftlerle yıllarca sürdürdüğü araştırmalardan sonra, evliliğin boşanma ile sonuçlanacağının öngörülmesini sağlayan dört gösterge tanımlamış ve bunların olması durumunda, boşanmanın kaçınılmaz olduğunun % 93 olasılıkla kestirilebildiğini öne sürmüştür.

(1) Bunlardan birincisi eleştirmedir. Eşlerden birinin, sürekli olarak diğerinin karakterini, kişiliğini, düşüncelerini, inançlarını, dış görünümünü ve eylemlerini eleştirmesi durumudur. Bu eleştiriler sırasında, kendi düşüncelerini ve duygularını dışa vurmaktan çok genellikle keskin birtakım deyişler kullanılır.

(2) İkincisi, aşağılama ve küçümsemedir. Bu gibi yaklaşımlar, eleştirinin bir üst düzeyidir. Eşlerden biri, diğerini sürekli aşağılıyor ve kendini ondan daha üstün görüyorsa, konuşmaları ve davranışlarıyla onu küçümsüyorsa, ortada büyük bir sorun var demektir. Aşağılama sırasında gözlerini devirerek bakma, küçümseyerek gülme, iğneleme, ad takma, saygısız bir dil kullanma ve alay etme gibi davranışlarda bulunuluyor olabilir. Gottman’a göre, evliliğin son altı yılında bu gibi davranışların özellikle sergileniyor olması, boşanmanın yakın olduğunu gösteren önemli bir göstergedir.

(3) Üçüncüsü, savunmaya geçmedir. İletişim sırasında hiçbir sorumluluk almama durumudur. Kişi, eşi tarafından eleştirildiğinde ya da saldırıya uğramış gibi hissetttiğinde böyle bir iletişim biçimi ortaya çıkar. Karşısındakini dinleyip anlamaya çalışmaktansa, sürekli bir savunma gereksinmesi içinde olur.

(4) Dördüncüsü ise “duvar gibi olma”dır. İletişim sırasında, eşlerden biri duvar gibi olmuşsa, iletişimden kopmuş demektir. Eşlerden biri, başka bir işle meşgulmuş gibi duruyorsa, yapılan konuşma ile hiç ilgisiz başka bir etkinlikte bulunuyorsa, göz iletişimi kurmuyorsa ya da hiç iletişim kurmuyorsa, küsmüş gibi davranıyorsa, eşini yok sayıyorsa, onun söylediklerini duymazdan gelip geçiştiriyorsa, “duvar gibi” olmuş demektir.Bu durumlardan hiçbiri, tek başına, evliliğin sonlanacağını göstermiyor olsa da, bunların bir arada olmasının, evliliğin boşanma sürecine girebileceğini gösterir…

İnsan Psikolojisinin 10 Temel İlkesi

İnsan psikolojisinin 10 temel ilkesi şunlardır:

• Dış dünya ile kurduğumuz ilişki, kendi iç dünyamızda, kendi kendimizle kurduğumuz ilişkinin dışa yansımasıdır. Kendisiyle uyum içinde olanlar, evrenle de uyum içinde olurlar.

• Kendisiyle barışık olmayanlar, bütün dünyayla kavgalıdırlar. Kendisini sevenler, başkalarını da severler; kendisinden nefret edenler, başka insanlara karşı da büyük nefret duyarlar.

• Kendilerinden doyum bulanlar, başkalarının onayına gereksinmezler.• Siz, kendinizi sevmedikçe, başkalarının sizi sevmesini boşuna beklersiniz.

• Mutlu insanlar, kendi iç dünyalarını kendileri kurarlar; mutsuz insanlar, mutsuzluklarından ötürü başkalarını ve dış dünyayı suçlarlar.

• İnsanlar başkalarını tanımlarlarken, gerçekte kendilerini anlatırlar. Sevdikleri insanların her yalanında bir doğru, sevmedikleri insanların her doğrusunda bir yalan ararlar. Ne’yi arıyorlarsa, o’nu bulduklarını sanırlar.

• İnsanlar, ne’yi görmeye hazırlarsa, o’nu görürler; gördüklerine inanmazlar, inandıklarını görürler. Ancak bakış açısını değiştirirlerse, gördükleri değişir.

• En büyük savaş, insanın kendi kendisine karşı verdiği savaştır.• İnsanların en büyük yalanları, kendi kendilerine söyledikleri yalanlardır.

• Hiçbir şey, insanın kendi yargılarından daha çok onu aldatamaz. Unutmayın, her nereye giderseniz gidin, kendinizi de yanınızda götürüyorsunuz; her nereye bakarsanız bakın, kendi bakış açınızdan görüyorsunuz…

Ruhsal Esenlik

Ruhsal esenlik (“psychological well-being”) terimi, kişinin ruh sağlığını ve genel işlevsellik durumunu tanımlamak üzere kullanılan bir terimdir. Diğer bir deyişle, kendini iyi hissetme ile, etkin bir biçimde işlevsellik göstermenin bir bileşkesidir. Yapılan araştırmalarda, kişinin ruhsal bir sıkıntısının ya da sorununun olmamasının, onun ruhsal esenlik içinde olduğunu göstermeyeceği saptanmıştır. Ruhsal esenlik içinde olmak demek, kendini mutlu hissetmenin yanı sıra yeterince işlevsel olmak demektir. Ruhsal esenlik içinde olan insanlar, kendilerince mutlu, yaşamlarından doyum bulan, baş etme becerileri güçlü ve üretken olan insanlardır.Yapılan bütün çalışmalar, ruhsal esenlik içinde yaşayan insanların daha sağlıklı ve daha uzun yaşadıklarını göstermiştir. Ayrıca, bu kişilerin, daha nitelikli bir yaşam sürdükleri ve daha az toplumsal sorun yaşadıkları görülmüştür.

Çok daha az suç işledikleri ve çok daha az alkol ya da madde kullanma sorunu yaşadıkları belirlenmiştir. Ayrıca, yaptıkları işlerden daha çok getiri sağladıkları saptanmıştır.Ruhsal esenlik durumunuzu geliştirmek, diğer bir deyişle kendinizi daha iyi hissetmek ve yaşamınızda daha üst düzeyde bir işlevsellik gösterebilmek için yapabilecekleriniz vardır:Ruhsal esenliğini geliştirmenin birincil koşulu, yaşama bir anlam katmak ve kendine bir amaç belirlemektir. Olumlu düşünmek de ruhsal esenliği artıran diğer bir etkendir. Tersten bakılacak olursa da, ruhsal esenliğiniz arttıkça, olumlu düşünmek daha kolaylaşacak ve kendinizi genelde çok daha iyi hissedeceksiniz.

Böyle olumlu bir döngü yaratabilmenin yalın birtakım yolları vardır. Kendinize biraz zaman ayırıp, gelecekte olabilecek bütün güzel şeyleri bir yere yazabilirsiniz. Yaşamınızı nasıl yaşayabileceğinizi ve bu güzel yaşamı kiminle birlikte geçirebileceğinizi imgeleyebilirsiniz. Sonrasında da, bütün bunların olabilmesi için bir yol haritası çizebilirsiniz. Kendinize daha iyi bir gelecek kurabilmek için atmanız gereken somut adımları belirleyebilir ve bunları yaşama geçirmeye çalışabilirsiniz. Başlangıçta atacağınız adımlar küçük bile olsa, daha güzel bir gelecek kurmak üzere çalışırken, birtakım hedefleriniz olduğu için, yaşamı daha anlamlı bulacaksınız. Kendinize, yine biraz zaman ayırıp, geçmişteki en güzel anılarınız üzerinde düşünebilirsiniz. Bu, geçirdiğiniz güzel bir tatil ya da güzel bir birliktelik olabilir ya da gösterdiğiniz bir başarı olabilir. Yaşamınızın mutlu zamanlarını anımsamak, size olumlu düşündürecek ve iyi gelecektir.

Başkalarına iyi davranarak ve iyilik yaparak da dünyada bir değişiklik yapabileceğinizi kendinize göstermiş olursunuz. Verici olmak, daha olumlu düşünmenizi ve kendinizi daha mutlu hissetmenizi sağlar. Öte yandan, yapılan araştırmalar, insanlara iyi davranmanın, endorfin ve oksitosin gibi, insanı iyi hissettiren hormonların salgılanmasına yol açtığını göstermiştir. Ruhsal esenlik sağlamanın diğer bir yolu an’aodaklanabilmeyi (“mindfulness”) öğrenebilmektir. An’aodaklanabilmek, çalışarak öğrenmeyi gerektiren bir beceri ise de, zamanla an’da kalabilme konusunda çok daha iyi olabilirsiniz. An’da kalabilenlerin zorlanmalarla daha iyi baş edebildikleri, benlik saygılarını daha iyi geliştirebildikleri ve yaşama daha bağlı oldukları yapılan çalışmalarla gösterilmiştir. Duyduğunuz gönül borcunu günlüğünüze yazmanız ya da gönül borcu duyduğunuz insanlara bunu göstermeniz de yaşamınızdaki güzelliklere odaklanmanızı sağlar. “Alkışlayan eller iki kişiyi mutlu eder” deyişini hiç unutmamalısınız. Küçük de olsa, yaşamınızdaki bütün güzellikler için gönül borcu duymayı bir alışkanlık haline getirirseniz, ruhsal esenliğinizi geliştirirsiniz.Kendini yeterli bulmak ve kendine güvenmek de önemlidir. Bunu yapabilmenin en iyi yollarından biri, kendinizi yeterli ve iyi bulduğunuz alanları kendinize anımsatmak ve bunları daha da geliştirmektir. Geçmişte gösterdiğiniz başarıları ve ne gibi özellikleriniz olduğu için bu başarıları gösterdiğinizi anımsamak, size çok iyi gelecektir.

Öte yandan, kendinizi geliştirme çabalarınız da, esenlik durumunuzu kalkındırmanın çok iyi yollarından biridir. Geçmişte yaşadığınız incinmişlikleri ya da kırılmışlıkları geride bırakmak, ruhsal esenliği sağlamanın önemli yollarından bir diğeridir. Birini bağışlıyor olmanız, o kişinin sizi yeniden incitmesine izin veriyorsunuz anlamına gelmez. Tam tersine, bağışlayıcılık, o kişiyi gündeminizden düşürmenizi ve duyduğunuz öfkeden kurtulmanızı sağlar. Birini bağışlayarak, geçmiş kırgınlıklar ya da küskünlüklerle uğraşmayı bir yana bırakıp, içsel gücünüzü daha olumlu alanlara kaydırabilirsiniz. Ancak, bu kişinin, yine de sizi kırıp incitebilme olasılığı varsa, daha keskin sınır koymalı ve bunun arkasında durmalısınız. Ruhsal esenliğinizi korumanın koşullarından biri de budur…Yapılan çalışmalar, yalnızlığın da ruh sağlığını olumsuz yönde etkilediğini göstermiştir. Ancak çevrenizde insanların olması kendi başına bir çözüm değildir. Önemli olan birtakım insanlarla derin bağlar kurabiliyor olmaktır.Mevlana’nın söylediği gibi, “Her insan ölümü tadacaktır, ancak kimileri yaşamı tadar”…

Kendini Gerçekleştirebilen İnsanlar

Psikoloji bağlamında kendini gerçekleştirmek demek, bütün gizilgücünü (potansiyelini) kullanabiliyor olmak demektir. Kendini gerçekleştirebilen insan sayısı çok azdır; çünkü, çoğu insan, günlük yaşamın sıradan baskıları altında yuvarlanıp giderek yaşamını sürdürür. Psikolog Abraham Maslow, gereksinmelerin aşama sırasını tanımlarken, insan davranışlarını güdüleyen değişik gereksinmelerden söz etmiştir. Bu aşama sırası, genellikle, daha temel ve yalın gereksinmelerin en alt düzeyde, daha karmaşık gereksinmelerin en yukarıda yer aldığı bir piramit biçiminde gösterilir.

Bu aşama sırasının en tepesinde kendini gerçekleştirme yer alır. Burada vurgulanmak istenen, insanın, önce diğer gereksinmeleri karşılandıktan sonra ancak kendini gerçekleştirebileceğidir. Kendini gerçekleştirebilen insanların birtakım özellikleri tanımlanmıştır:Kendini gerçekleştirebilen insanların sık sık “akış” yaşantıları olur. Psikolog Dr. Csikszentmihalyi’nin tanımladığı “akış” yaşantısı, insanların kendilerini, başka hiçbir şeyi umursamayacak denli, bir etkinliğe kaptırmaları olarak tanımlanır. Akış yaşantısı, insanların yaptıkları işi, yalnızca o işi yapma adına yapmayı sürdürdükleri zaman eriştikleri zihinsel bir durumdur, bir kendinden geçme durumudur. Akış yaşantısı sırasında, zaman duygusunun, saatin gerçek ilerleyişi ile ölçülen zamanla ilişkisi çok az olur.Kendini gerçekleştiren insanlar, kendilerini ve başkalarını koşulsuz ve oldukları gibi kabul ederler. Kendilerini severler ve bir suçluluk duygusu yaşamadan yaşamdan zevk alırlar.

Bu kişiler, kendilerini oldukları gibi kabul etmelerinin yanında, başkalarını da oldukları gibi kabul ederler. Kimseyi dışlamazlar, ötekileştirmezler. Demokrat bir dünya görüşleri vardır.Kendini gerçekleştiren insanlar gerçekçidirler. Bilinmezlikler ve belirsizlikler karşısında büyük bir kaygı duymazlar. Gerçekliklerle barışıktırlar ve “Bu neden benim başıma geldi?” diye sormaktansa, diğer bir deyişle “Böyle bir durum benim başıma gelmemeliydi… “ demektense ya da “Keşke…” demektense, “Değil mi ki böyle bir durum başıma geldi, ben şimdi ne yapabilirim?” diye sorarlar. Çözüm odaklıdırlar…Kendini gerçekleştiren insanlar törel (ahlaki) değerlere çok önem verirler ve sorumluluk sahibidirler. Yaşam sorunları karşısında sorun çözme becerilerini işe koşarlar ve başkalarının da kendilerini geliştirmeleri için onlara yardımcı olmaya çalışırlar.Kendini gerçekleştiren insanlar özerktirler ve son derece bağımsız davranma eğilimi gösterirler. Başkalarının, mutluluk ve yaşamdan doyum bulma anlayışlarını körü körüne benimsemezler ve kendi yollarını kendileri çizerler.Kendini gerçekleştiren insanlar özel yaşamlarına değer verirler ve yalnızlığın da tadını çıkartırlar. Başkalarıyla birlikte olmayı severlerse de, kendi kişisel yolculukları, kendilerini bulmaları, kendilerini geliştirmeleri ve kendi gizilgüçlerini ortaya çıkarabilmeleri için, kendilerine özel zaman ayırmayı bilirler.Kendini gerçekleştiren insanların gülmece anlayışları gelişmiştir.

Değişik birtakım durumların eğlenceli yanlarını görebilirler ve kendilerine bile gülebilirler. Ancak, başkalarını kırarak ya da inciterek insanları gülünç duruma düşürmeyi istemezler ve insanlarla alay etmezler. Kendini gerçekleştiren insanlar, içlerine doğduğu gibi, doğaçlama davranırlar; yapmacık değildirler. Öte yandan, alışılagelmişin dışına çıkma eğilimi gösterirler ve yeniliğe açıktırlar. Genel kabul gören toplumsal beklentileri karşılayabiliyor olmakla birlikte, düşünceleri ve davranışlarıyla, kendilerini bunlarla sınırlı görmezler. Kendini gerçekleştiren insanlar, yalnızca varacakları yere, ulaşacakları hedefe odaklanmış değildirler; yaptıkları yolculuğun da tadını çıkartırlar. Bu kişilerin somut birtakım hedefleri hep vardır ve bu hedefe ulaşmak için gerçekleştirdikleri eylemleri yalnızca birer araç olarak görmezler ve bu eylemleri yerine getirmekten de büyük zevk alırlar. Hedeflerine ulaşmak için yaptıları yolculuğu, en az ulaşmak istedikleri hedef denli önemserler ve bu yolculuğun da keyfini çıkartırlar…

Pişmanlık

Pişmanlık duygusu, çoğu zaman, yanlış bir biçimde değerlendirilen, önemli bir duygudur. Halk arasında sıklıkla kullanılan “Yaptıklarımdan hiç pişman olmam” deyişi ya da akıl verenlerin “Boşver gitsin” demeleri, aşırı yalınlaştırılmış ve olumsuz önyargılı yaklaşımlardır. Oysa, çoğu zaman, yapılan bir yanlıştan ya da yapılan kötü bir seçimden sonra yaşanan bir duygu olan pişmanlık duygusu, oldukça karmaşık bir duygudur. Pişmanlık duymak, genelde değerli bir duygudur ve sağlıksız bir duygu olarak görülmemelidir. Pişmanlık duymak, içgörü kazanmaya ve öğrenmeye yardımcı olur ve insanın karşısına çıkan fırsatları, ilişki biçimlerini ve yaşamın kırılganlığını daha iyi anlamasını sağlar. Pişmanlık, bir ölçüde ruhsal sıkıntı veren bir yaşantı ise de, dolayısıyla olumsuz bir duygu olarak değerlendirilebilirse de, “sağlıklı” olumsuz bir duygu olarak görülmelidir. Araştırmacılara göre iki değişik tür pişmanlık vardır:

• Birincisi, kişinin yaptıklarından ötürü duyduğu pişmanlık, “eylem pişmanlığı”; diğer bir deyişle, yaptığı yanlışlardan, yaptığı kötü seçimlerden, attığı yanlış adımlardan kaynaklanan pişmanlık…

• İkincisi, kişinin yapmadıklarından ötürü duyduğu pişmanlık, “eylemsizlik pişmanlığı”; diğer bir deyişle, fırsatları iyi değerlendirememekten kaynaklanan pişmanlık…Geçen zaman dilimi ile, duyulan pişmanlığın türü arasında da genellikle bir ilişki vardır. Şöyle ki,• Kısa süreli pişmanlıklarda (daha çok, son bir yıl içinde ortaya çıkan), insanlar, kaçırdıkları fırsatlardan çok, yaptıkları yanlışlar gibi, yaptıkları eylemler için pişmanlık duyarlar.

• Daha uzun bir süre geçtikten sonra ise, yaptıkları yanlışlardan çok, yapmadıkları eylemler için pişmanlık duyma eğiliminde olurlar.Davidai ve Gilovich’in yaptığı araştırmalar, ruhsal dünyamızda üç değişik tür “benlik algısı” olduğu görüşünün ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bunlar, “gerçek benlik”, “olması gereken benlik” ve “ülküsel benlik”tir. Pişmanlık, ülküsel benliğinizin (olmayı düşlediğiniz ya da olabileceğinizi düşündüğünüz insan), gerçek benliğinizden (gerçekte olduğunuz insan), ne ölçüde sapma gösterdiğine bağlı olarak ortaya çıkan bir duygudur. Olması gereken benlik ise (aile öykünüze, kişisel değerlerinize, dinsel inançlarınıza vb. dayalı olarak, olmanız gerektiğini düşündüğünüz insan), yaptığınız eylemlerin, kendi törel (ahlaki) değerlerinizle çeliştiğinde ortaya çıkan pişmanlık duygusunun sorumlusudur. İnsanların birçoğu, aşırı abartılı ve gerçekçi olmayan bir ülküsel benlik geliştirdiklerinden ötürü, gösteremedikleri başarılar için, kendilerine olan saygılarına yitirirler.

Yapılan bilimsel araştırmalarda, pişmanlık duygusunun başlamasının ve sürmesinin belirli birtakım ardışık evrelerden geçtiği saptanmıştır:

(1) Yadsıma (yaptığı yanlışın ya da verdiği kötü kararın bir etkisi olmayacaktır diye düşünme); (2) şaşkınlık (böyle bir şey yaptığına ya da yaptıklarının böyle bir sonuç doğurduğuna inanamamaktan kaynaklanan, kendine yabancılaşma duyumu);

(3) yaptığı yanlıştan ya da verdiği kötü karardan ötürü kendini cezalandırma isteği ve

(4) düşünüp durmaktan kendini alıkoyamama (çoğu zaman, kendini de aşağılayarak, ne olup bittiğini uzun uzadıya düşünme). Üçüncü evreyle, dördüncü evre arasında süreğen bir döngü olursa, pişmanlık duyma, artık kendi başına bir sorun olmuş olur. Kişinin neden olduğu olumsuz durumu değiştirme olanağı ne denli düşükse, düşünüp durma döngüsü o denli uzun sürecek ve kişinin acı çekmesine, kendisini değersiz hissetmesine ve sonuç olarak yoğun bir kaygı ve çökkünlük duymasına yol açacaktır. Dolayısıyla, pişmanlık duyma, kişiye bir içgörü kazandırıp, daha sonra, daha iyi kararlar vermesi için yararlı olacakken, utanç ve suçluluk duyma gibi sağlıksız olumsuz duyguların ortaya çıkmasına neden olabilir.

Buradan olmak üzere, yapılan bir yanlış ya da verilen yanlış bir kararla yüzleşmek, diğer bir deyişle, bir insan olarak yanlış yapabileceğini kabullenmek, yaptığından pişman olmanın sağlıklı bir yaklaşım olduğunu düşünmek, atılması gereken ilk adım olmalıdır. Sonrasında, nasıl daha doğru davranılabilirdi ya da nasıl daha doğru bir karar verilebilirdi, bunun üzerinde düşünmek gerekir. Kazanılan deneyimden ötürü bir içgörü kazanmayı sağlıyor ve daha sonrası için, daha iyi davranılmasını ya da daha doğru kararlar verilmesini sağlıyorsa, “Keşke” demenin ve pişmanlık duymaktan kaçınmanın bir anlamı yoktur…

Soyut Düşünme

Soyut düşünme, simgesel ve kavramsal düşünebilme yeterliği olarak tanımlanır. Soyut düşünme, görüşler, simgeler ve elle tutulamaz, gözle görülemez öğelerle ilintili iken; somut düşünme, beş duyumuzla algılanabilen nesnelerle ilintilidir. Somut düşünme, dolaysız gözlenen nesnelere ya da özgül yaşantılara bağlı bir düşünme biçimidir.Kişinin, bebeklikten başlayarak, anlıksal yetilerini (düşünme, usavurma, nesnel gerçekleri algılama, kavrama, yargılama ve sonuç çıkarma yetileri), bilinçli düşünme ve sorun çözme yetilerini kazanma sürecine bilişsel gelişim adı verilir. Psikolog Jean Piaget (1896-1980) bilişsel gelişimin dört evresini tanımlamıştır.

(1) Duyudevinsel (sensorimotor) evre: Duyular bir uyaran alır ve buna, basmakalıp bir biçimde tepki gösterilir. Doğumdan, 16-24’üncü aylara dek olan süre içinde ortaya çıkar. Bu süre içinde nesne sürekliliği gelişir.

(2) İşlem öncesi evre: Mantık öncesi düşünme, 2 ile 6 yaşları arasında ortaya çıkar. Simgesel işlevler ve dil bu süre içinde gelişir ve çocuğun dış dünya ile etkileşme yeterliği değişir. Benmerkezci düşünme baskındır ve çocuk, bütün dünyanın kendi çevresinde döndüğüne inanır. Büyüsel düşünme ortaya çıkar ve gerçeklikle düşlemler birbirinin içine geçmiştir.

(3) Somut işlemler evresi: Akılcı ve mantıklı düşünme sürecidir. Bu süreç, 7 ile 11 yaşları arasını kapsar ve başkalarının bakış açılarını anlama yeterliği ve sakınım kavramı gelişir.

(4) Soyut işlemler evresi: Soyut düşünme, kavramsal düşünme ve çıkarımsal usavurmayı kapsayan bilişsel evredir. Genellikle 12 yaşına gelince soyut işlemler evresine ulaşılır, ancak kimi erişkinler hiçbir zaman bu bilişsel gelişim evresine ulaşamaz.Ancak 12 yaşındaki çocuklar, olaylara artık başkalarının gözünden de bakabilmeye başlarlar. Soyut kavramları anlamaya ve bu kavramlar arasında ilişkiler kurmaya başlarlar.Soyut düşünme, eleştirel düşünebilmek ve sorun çözebilmek için gerekli olan temel bir düşünme becerisidir.

Aşağıdaki durumlarda soyut düşünülüyor demektir:

• Bir gerçek anlamı, ona benzerliği olan başka bir anlamla anlatma (eğretileme, “kurnaz” yerine “tilki” demek gibi);

• Bir sözcüğün gerçek anlamı dışında, anlatımda bir anlam inceliği elde etme, söyleyişi daha etkili, daha çarpıcı kılma amacıyla, bir başka anlamda kullanma (değişmece [mecaz], “yüreksiz” denildiğinde, sözcüğün “yüreği olmayan” anlamında değil, “korkak” anlamında kullanılması gibi);

• Bir soruna yaratıcı birtakım çözümler üretme;• Karşılaşılan bir durumu çözümleme (analiz etme);• Olaylar arasındaki ilişkileri görme;

• Bir olay olduğunda, bunun doğuracağı sonuçlarla ilgili bir varsayımda bulunma;

• Belirli bir soruna bir başka açıdan bakma…Dolayısıyla, 12 yaşına gelmemiş çocukların soyut düşünme yeterliklerinin henüz gelişmediği kabul edilmelidir ve 12 yaşının altındaki çocuklara verilecek eğitimlerin ve bu çocukların kullandığı sözcüklerin bu kapsamda değerlendirilmesi gerekir…

Cesaret

Siz de, diğer birçok insan gibi, yürekli (cesur) olmayı, korkusuz olmakla eşdeğer olarak görüyor olabilirsiniz; ancak bu, yanlış bir çıkarım olur. Yüreklilik (cesaret), gerçekte, korku duyuyor olmaya karşın eyleme geçebilmektir. Korkularınızla boğuşuyorsanız ve daha yürekli olmak istiyorsanız, “yüreklilik kasları”nızı güçlendirmenin değişik birtakım yolları vardır. Daha yürekli olmanız, göze almanız gereken durumlara daha iyi tepki vermenizi sağlar. Ancak, korkularınızın üstesinden gelmeniz için çaba göstermeniz gerekir. Yüreklilik, içinde bulunulan durumları iyi değerlendirmeyi, başa gelebilecekleri ve olası kazanımları öngörmeyi ve kaçınılmaz olarak duyulan korkuya karşın eyleme geçebilmeyi gerektirir.Yürekli olmak, size, sizin için önemli birtakım hedeflerin ardına düşme gücü verir. Ayrıca özgüveninizi artırır ve baş etme becerilerinize güvenmenizi sağlar. Korku duymak, bir anlamda sağlıklı bir duygudur; çünkü kişinin bir an için durmasını ve başına gelebilecekleri doğru değerlendirmesini sağlar. Korku duyduğunuzda, kendinizi, yenilgiye uğramış gibi ya da korkak biriymiş gibi hissetmemeniz gerekir. Yürekli olmak demek, korku duymanıza karşın eyleme geçebilmek demektir. Ayrıca, korkularınızla ne denli yüzleşebilirseniz, o denli yürekli tepki gösterirsiniz.

Yürekliliğin diğer birtakım yararları da şunlardır:

• Korku duyuyorken yürekli olabilmek, kendinize güven duymanızı sağlar.

• Yürekli olmak, yaşama daha değişik bir bakış açısından bakmanızı sağlar.

• Rahatlık alanından çıkmanız ve daha yürekli olmanız, çok yönlü olmanızı ve yaşam deneyimlerinizi artırmanızı sağlar.

• Yürekli olmak sizi daha başarılı bir insan yapar, çünkü düşlerinizin ardında koşmanızı ve karşınıza çıkan fırsatları daha iyi değerlendirmenizi sağlar.

• Yürekli olmayı önemsemeniz ve bunu yaşama geçirmeniz, mutluluk algınızı artırır. Korku duymak sizi durağanlığa itebilir. Korkunuzu doğru değerlendiremeyecek olursanız, yaşadığınız korku, sizi amaçlarınıza ulaşmaktan alıkoyabilir ve karşınıza çıkan fırsatları değerlendirmenizi engeller.

Yaşamınızda, biraz daha yürekli olmanızı gerektiren sayısız alan vardır. İnsanlar, çoğu zaman, yürekli ya da korkak olarak dünyaya geldiklerini düşünme eğiliminde olurlar. Kimi insanların doğuştan biraz daha yürekli oldukları bir gerçek ise de, böyle bir nitelikle doğmamış olanlar için her şey bitmiş demek değildir. Herkes, doğru bir yaklaşımla, biraz çalışıp çabalayarak, daha yürekli olabilir.Bir yandan da, korkunun kötü bir şey olmadığını bilmek gerekir. Korku, birçok bakımdan sağlıklıdır. Başa gelebileceklerin doğru değerlendirilmesini sağlayacağı gibi, nasıl bir kişi olduğunuzu, nelerden ve neden korku duyabileceğinizi ve ne’yin sizi eyleme geçmekten alıkoyduğunu anlamanızı sağlar. Korkunuzu adlandırabilecek olursanız ve neden böyle bir korku duyduğunuzu anlarsanız, bununla nasıl baş edebileceğinizi ya da böyle bir korku duymanıza karşın nasıl daha yürekli olabileceğinizi bulabilirsiniz.Yapılan araştırmalar, duygularınızı sözcüklere dökmenin, korku duymanız karşısında vereceğiniz olumsuz tepkilere gem vurmanıza yardımcı olabileceğini göstermiştir. Dahası, korkularınızı dile getirmek sizi daha yetersiz kılmaz. Tam tersine, daha yürekli yapar. Duyarlı ve kırılgan olduğunuz alanları kabul etmek öyle kolay değildir. Dolayısıyla, korkularınızın neler olduğunu tanımlayabilirseniz, yürekli olmaya bir adım daha yaklaşmış olursunuz.Sonuç olarak, korkunuzu küçümsemek ya da böyle bir korkunuz olduğunu yadsımak yerine, ne’yin sizi durdurduğunu bilmenizde yarar vardır. Korkunuzun ne olduğunu bir yere yazarak ya da size destek olan bir kişiyle paylaşarak, daha yürekli olma yolunda kendinizi daha güçlendirmiş olursunuz. Yürekli olabilmek için, hangi alanlarda iyi olduğunuzu ve başarı gösterdiğinizi belirleyerek işe başlayabilirsiniz. Yapılan çalışmalar, güçlü olduğu yanları bilen ve bunları daha da geliştirmeye çalışanların, daha mutlu olduklarını, daha az çökkünlüğe uğradıklarını ve ruhsal açıdan daha dayanıklı olduklarını göstermiştir. Ayrıca, hangi alanlarda iyi olduğunu bilmek, kendinize olan güveninizi de artırır, böylece eyleme geçmeyi göze alabilir ve daha yürekli olabilirsiniz. Baş etme becerilerinize güvenirseniz, karşınıza çıkan fırsatları çok daha iyi değerlendirebilirsiniz. Konu, yürekli olmak olunca, yalnızca olabileceğin en kötüsünü değil, eyleme geçmezseniz neler olabileceğini de göz önünde bulundurmanız gerekir. Çoğu zaman, korkunuzu yenebilmek ve yürekli olabilmek için bütün yapmanız gereken, bu iki ucu karşılaştırmaktır; çünkü genelde, eyleme geçerek edineceklerinizle karşılaştırdığınızda, olabileceğin en kötüsünün olma olasılığının çok daha düşük olduğunu göreceksiniz. Bunu yapmayı alışkanlık haline getirirseniz, korkularınızın size denetiminde tutmasına karşı bağışıklık kazanmış olursunuz. “Yüreklilik kasları”nızı güçlendirmek için, kendinizi, rahatlık alanınızın dışına çıkarmaya zorlamanız gerekir. Eyleme geçerken bir rahatsızlık duyacak olabilirsiniz, ancak kazanımlarınızı düşünecek olursanız, gösterdiğiniz çabanın buna değer olduğunu göreceksiniz. İnsanlar, kimi zaman, kendilerini bitmiş tükenmiş olarak hissettiklerinde ve artı bir eylemde bulunacak olurlarsa, bunun altından kalkamayacaklarını düşündükleri için yürekli davranamazlar. Böyle hissediyorsanız, yaşamınızda sizi geren konuları bir bir ele almalı ve gerginliğin yükünü azaltmalısınız. Bunun için, kendinize özel zaman ayırmanız, yaptığınız işlerden ve bulunduğunuz ortamdan uzaklaşmanız gerekebilir. Özellikle ilk kez böyle bir eylemde bulunuluyorsa, yürekli her eylem kutlanmalıdır. Korku duymanıza karşın bir eylemi gerçekleştirmiş olmanızdan ve gösterdiğiniz çabalardan ötürü kendinizi kutlamalısınız. Yapılan çalışmalar, küçük kazanımları için kendilerini kutlayanların, uzun erimde daha başarılı olduklarını göstermiştir. Bunun için bir günlük bile tutabilir ve başaramayacak gibi olduğunuzu düşündüğünüzde, eski başarılarınızı kendinize anımsatabilirsiniz.

Çoğu insan başarısız olmaktan korkar, bu da onların aynı yerde kalmalarına ve kendini geliştirememelerine yol açar. Ancak başarısızlık da hoşgörüyle karşılanması gereken bir durumdur. Bir de, gösterilen başarısızlıktan gereken ders çıkarılmışsa, artık o başarısızlık bile, bir başarı olmuş demektir. Başarısızlıklar, kişinin kendisini geliştirmesi için karşısına çıkmış fırsatlar olarak da görülebilir. Yeni bilgiler öğrenmenizi, yeni bir yönelim belirlemenizi ve kendinizi daha iyi tanımanızı sağlarlar. Başarısızlıklar, “dünyanın sonuymuş gibi” değil de, hoş karşılanacak birer yaşantı ya da deneyim olarak algılanırlarsa, olası olumsuzluklar göze alınarak, yeni birtakım girişimlerde bulunma yürekliliği gösterilebilir…