Güçlü İlişki

Eşinizle, aranızda, güçlü ve doyurucu bir ilişki olduğunun birtakım göstergeleri vardır:

• İlişkinizde kendiniz olabiliyorsunuzdur. Siz ve eşiniz, birbirinizi “olduğu gibi” kabul ediyor ve birbirinizi değiştirmeye çalışmıyorsunuzdur. Kendiniz olabiliyor ve eşinizin sizi yargılayacağından çekinmeden, gerçek kimliğinizi sergileyebiliyorsunuzdur.

• Eşinizle iyi bir arkadaşsınızdır. Birbirleriyle, iyi bir arkadaş, gerçek bir dost olan çiftlerin, duygusal açıdan birbirlerine daha çok destek oldukları, birbirlerine daha çok yakınlık duydukları, birbirlerine daha çok sevgi gösterdikleri ve aralarında güçlü bir bağ kurdukları gösterilmiştir.

• Eşinizin yanında kendinizi rahat hissediyor ve ona büyük bir yakınlık duyuyorsunuzdur. Duygularınızı paylaşırken, birbirinize bel bağlarken ve duygusal yakınlık kurarken, kendinizi ona çok yakın hissediyorsunuzdur. Kırılgan olduğunuz zamanlarda bile ona güveniyor ve ona daha yakınlaştığınızı hissediyorsunuzdur. Aranızda duygusal duvarlar yoktur ve sizi bırakıp gideceği korkusunu hiç yaşamıyorsunuzdur.

• Eşinizle birbirinize çok benzersinizdir. Ortak birçok yönünüz ve ortak değerleriniz vardır ve bu benzerlikleriniz ilişkinizi daha doyurucu kılmaktadır. Farklılıklarınız elbette olacaktır; ancak benzerlikleriniz, farklılıklarınıza göre, çok daha ağır basmaktadır.

• Eşinizle, birçok konuyu, birlikte, baş başa vererek konuşabiliyor, görüş ve düşüncelerinizi paylaşabiliyorsunuzdur. Sizi özenle dinlediğini ve anlamaya çalıştığını ve yaşadıklarınıza anlayış gösterdiğini görüyorsunuzdur. Ayrıca, birlikte severek yaptığınız başka birçok etkinlik daha vardır ve birlikte gülebiliyorsunuzdur. Birlikte güzel zaman geçirebiliyor ve birbirinizden sıkılmıyorsunuzdur.

• Birlikte bir takım gibisinizdir. İlişkinizden söz ettiğinizde, daha çok “Biz”, “Bizim”, “Bizde” gibi sözcükler kullanıyorsunuzdur. Sözgelimi, biri, size, televizyonda ne tür filmler izlediğinizi sorduğunda, “Biz, daha çok … türünde filmlerden hoşlanırız” diye yanıt veriyorsunuzdur. “Biz” sözcüğünü kullanıyor olmak, ilişkideki yakınlığın, ortak paylaşımların önemli bir göstergesidir.

• Eşiniz, sizin kendinizi geliştirmenize katkıda bulunmaktadır. Eşiniz, burada, nasıl değişmeniz gerektiğini söylemiyordur ve değişecek olmanızın sorumluluğunu alıyor da değildir; ancak kendinizi geliştirme yönünde yaptığınız seçimleri destekliyordur. Kendinizi geliştirme sürecinizde, eşiniz yanınızda daha çok yer aldıkça, ilişkinizin daha da güçlendiğini hissediyorsunuzdur.

• İlişkinizde, güçler çatışması içinde değil, bir güç birliği içindesinizdir. Önemli kararları birlikte alıyorsunuzdur. Eşlerin her biri, birtakım alanlarda daha yetenekli ve becerikli olabilir. Ancak ortak karar verme sürecinde, her iki eş de söz sahibi olabiliyorsa, eşlerin ilişkileri daha güçlü ve daha doyumlu olur. Ayrıca, eşler, evle ilgili işleri ne denli paylaşıyorlarsa, birliktelikleri de o denli güzel olur.

• Birbirinize güveniyorsunuzdur. Sağlıklı bir ilişki için, eşlerin birbirlerine güven duyuyor olmaları gerekir. Birbirlerinin çantalarını, cüzdanlarını, çekmecelerini, dolaplarını, cep telefonlarını karıştıran, e-postalarını ya da mektuplarını açıp okuyan, kredi kartı dökümlerini inceleyen eşlerin, pek de mutlu bir çift oldukları söylenemez.

• Birliktelik sürecinde birtakım sorunların yaşanması kaçınılmazdır. Ancak birtakım sorunların doğması değil, bu sorunların nasıl ele alındığı, bu sorunlara nasıl yaklaşıldığı daha önemlidir. Ancak, sürekli bir küçümseme ya da aşağılama, suçlama, sürekli bir aldırmazlık içinde olma, genel bir umursamazlık, aşırı bir kıskançlık gösterme ya da kuşkulanma, söz ve davranışlarıyla açıkça kötü birtakım tutumlar sergileme gibi temel sorunların sürüp gidiyor olması, mutlu ve doyumlu bir ilişki sürdürmenin önündeki en büyük engellerdir.

• Bir insan eşinden başka ne ister?.. Güvenilir olmasını, sıcak olmasını, düşünceli olmasını, kendisine saygı göstermesini, kendisine iyi davranmasını ister. Eşlerden her biri, uzlaşmaya açık ve ruhsal açıdan dengeli ise, ilişkileri daha doyumlu olur.

İyi bir ilişki, eşitler arasında, karşılıklı sevgi ve saygının; hepsinden önemlisi, iyi bir arkadaşlığın ve dostluğun olduğu, güvene dayalı bir ilişkidir…

Erteleme Alışkanlığı

Erteleme alışkanlığı, önemli işleri yapmayı sürekli geciktirme, yerine, o an için hoşa giden başka işler yapma, yapılacak işleri sürekli sürüncemede bırakma alışkanlığıdır.

Erteleme alışkanlığı, çoğu zaman tembellikle karıştırılır, ancak bunlar birbirlerinden değişik kavramlardır.

Ertelemek etkin bir süreçtir. Ertelerken, yapmanız gerektiğini bildiğiniz bir işin yerine başka bir iş yapmayı seçiyorsunuzdur. Tembellikte, bunun tersine, yapılması gereken işe karşı bir aldırmazlık, iş yapmak için büyük bir isteksizlik ve eylemsizlik vardır.

Ertelemede, genellikle, daha büyük önem taşıyan bir iş gözardı edilerek, daha kolay ve daha eğlenceli gelen bir iş yapılır.

Ancak erteleme dürtüsüne yenik düşmek önemli birtakım sonuçlar doğurabilir. Sözgelimi, erteleme eylemi, kendimizden utanmamıza ya da suçluluk duymamıza yol açabilir. Üretkenliğimizi düşürebilir ve bizi, amaçlarımıza ulaşmaktan alıkoyabilir. Bunu bir alışkanlığa dönüştürürsek de, yaptığımızla işlerle ilgili olarak bütün isteğimizi yitirir ve artık kendimizi ulaşmaya çalıştığımız yerde görememeye başlarız. Bunlar da bizi büyük bir çökkünlüğe uğratabilir, işlevselliğimiz büyük ölçüde düşer.

Bütün diğer alışkanlıklar için olduğu gibi, erteleme alışkanlığının da üstesinden gelinebilir. Bunun için, aşağıdaki adımların atılması gerekir:

İşlerinizi erteliyor olmanız, yapacağınız işler için öncelikleri doğru belirleyememiş olmanızdan kaynaklanıyor olabilir. Yapmanız gereken önemli bir işi, doğru bir gerekçeyle, bir süre geciktiriyorsanız, erteliyor değilsinizdir. Ancak, süresiz bir erteleme içindeyseniz ya da belirli bir işi yapmaktan kaçınmak için odağınızı sürekli değiştiriyorsanız, erteliyorsunuz demektir.

Bütün bir gününüzü, düşük öncelikli işlerle dolduruyorsanız; iş sıralamanızda önemli bir iş olarak durmasına karşın, bir türlü yapmadığınız bir iş varsa; öncelik taşıyan bir işi yapmaya başlamışken, ara verip başka bir işle uğraşmaya başlıyorsanız ve belirli bir işi yapmak için “havasında olma”yı, “havasına girme”yi ya da “doğru zaman”ı bekleyip duruyorsanız, erteleme alışkanlığınız var demektir.

Erteleme alışkanlığınızın üstesinden gelebilmek için, önce, neden erteliyor olduğunuzu anlamanız gerekir. Sözgelimi, belirli bir işi sıkıcı bulduğunuz ya da yapılacak işin sevimsiz olduğunu düşündüğünüz için yapmaktan kaçınıyorsanız, söz konusu işin daha eğlenceli yanlarına odaklanmaya çalışıyor olabilirsiniz. Erteliyor olmanız, doğru bir iş sıralaması yapmıyor olmanızdan da kaynaklanıyor olabilir. Düzenli insanlar, önceliklerin doğru belirlenmiş olduğu bir “yapılacaklar sıralaması” yaparak ertelemenin önüne geçerler. Öte yandan, düzenli bir insan bile olsanız, yapılacak bir iş sizi bunaltıyor olabilir. Söz konusu işin altından kalkamayacak gibi olduğunuzu düşünüyor olabilirsiniz, başarısızlık korkusu yaşıyor olabilirsiniz; dolayısıyla yapmanız gereken işi erteler ve yapabileceğinizi öngördüğünüz işleri yaparak rahatınızı kaçırmamaya çalışırsınız. İlginç olan diğer bir konu, yetkincilerin (mükemmeliyetçilerin) de sıklıkla erteleyici kişiler olduklarıdır. Bu kişiler, “En iyisi olmayacaksa, hiç olmasın!..” yaklaşımı içinde, yapacakları işleri ertelerler. Oysa, Voltaire’in dediği gibi “Mükemmel iyinin düşmanıdır”. Ertelemenin, sık görülen bir diğer nedeni de karar verme güçlüğü çekmedir. Ne yapacağınıza karar veremiyorsanız, yanlış bir yerden başlamaktan korktuğunuz için yapacağınız işleri erteliyor olabilirsiniz. Erteleme alışkanlığı, ayrıca, kaygı bozuklukları, depresyon, takıntı-zorlantı bozukluğu ve dikkat eksikliği-aşırı hareketlilik bozukluğu gibi altta yatan ruhsal bir hastalığın bir belirtisi de olabilir.

Erteleme, çoğu zaman yerleşik bir alışkanlıktır. Dolayısıyla bir günde üstesinden gelinemeyebilir. Üzerinde çok çalışmayı gerektirir. Bunun için, öncelikle, geçmişte böyle bir alışkanlığı olduğu için kişinin kendisini bağışlaması gerekir. Yapılan çalışmalarda, kişinin kendisini bağışlamasının, kişinin kendisiyle ilgili olarak daha olumlu düşünceler içine girmesini sağladığı ve bu yaklaşımın, erteleme alışkanlığını, daha sonrası için azaltmaya yardımcı olduğu bulunmuştur.

Ertelemenin önüne geçmenin önemli bir yolu, işe girişmektir. Kaçınmaya değil, yapmaya odaklanılmalıdır. Yapılması gereken işler kağıda dökülmeli ve bunların ne zaman yapılacağı ile ilgili olarak kesin bir zaman kesiti belirlenmelidir. Belirli bir iş, zamanında bitirilirse, kendi kendini ödüllendireceğine söz vermek de çok işe yarayabilir. Diğer bir yaklaşım da, iş doğdukça yapmayı sürdürmek ve ortaya çıkan işin hemen yapılması konusunda kararlı davranmaktır.

Yapılacak iş için, içsel konuşmayı değiştirmek de yararlı olur. Sözgelimi, “-meliyim, -malıyım” yaklaşımı (“Yapmalıyım…” “Bir an önce yapıp bitirmeliyim…”), içten içe bir dayatma gibi algılanır ve işin yapılmasını güçleştirir. Oysa, “Yaparsam iyi olur…”, “Yapmak isterim…” gibi deyişler, yapılacak işin nasıl algılandığını büyük ölçüde değiştirir ve işin yapılmasını kolaylaştırır. İnsanlar, ister dışarıdan gelsin, isterse kendi iç dünyalarından; bir işi yapmakla ilgili dayatmalara hep karşı koyma eğiliminde olurlar. Ancak işi yapıp bitirmenin doğru gerekçelerini kendileri bulup çıkarırlarsa, eyleme geçmeye daha yatkın olurlar.

Bir de, işi yaparken, başka uyaranları olabildiğince azaltmakta yarar vardır. Ayrıca, en önemli işi, günün ilk işi olarak yapmak, o işi yapmayı düşünmenin gün boyu taşınacak yükünü azaltır ve günün daha iyi ve işlevsel geçmesini sağlar. Son olarak, yapılacak işi gözünde büyütmemek için, çocukların sık kullandığı bir bilmecenin anlayışından yola çıkmak gerekir. “Bir fili nasıl yersiniz?” diye sorulduğunda, çocuklar “Kaşık, kaşık…” diye yanıt verirler. Gözümüzde büyüttüğümüz işler, bölümlere ayrılarak kolaylıkla bitirilebilirler.

Genelde dürtüsel davranan kişiler, daha çok kısa erimli kazançlara odaklandıkları için işlerini erteleme eğiliminde olurlar. Dolayısıyla, işi bitirmenin uzun erimli getirileri üzerinde düşünülerek bu eğilimle başa çıkılabilir. Yapmıyor olmanın olumsuz sonuçlarını göz önüne getirmek de işin yapılmasını sağlayabilir.

Düzensiz olunduğu için erteleme alışkanlığı gösteriliyorsa, bir “yapılacaklar sıralaması” yapılması gerekir. Gün başlamadan önce böyle bir sıralama yapılmış olması, istenmedik ve bunaltıcı işlerin unutulmasını önler. Yapılacaklar sıralamasında öncelikler iyi belirlenmeli ve yapılacaklar, Eisenhower’ın tanımladığı “ivedi/önemli ilkesi” uyarınca sıralanmalıdır ve sıralamadaki her iş bu bağlamda tanımlanmalıdır (önemli ve ivedi olan işler, önemli olan ancak ivedi olmayan işler, önemli olmayan ancak ivedi olan işler ile önemli ve ivedi olmayan işler olarak). Önemli ve ivedi olmayan işler, genellikle çeldirici işlerdir ve gerektiğinde bunlardan kaçınılabilir. Yapılması gereken büyük bir iş varsa, bunu dilimlere ayırarak ve yalnızca o işe odaklanarak yapmakta yarar vardır. Yine, yapılması en güç gibi görünen işi yapmaya başlayarak işe başlamak gerekir. Kişi, kendini en etkin olduğu zamanı genelde bilir. Gözünde en büyüyen işi, bu zaman dilimi içinde yapması en doğrusu olur. Bir de, yapılacak her iş için bir bitirilme zamanı belirlemek, işi sürüncemede bırakmayı da büyük ölçüde önler…

Esenlik

Esenlik (ruhsal iyilik durumu, psychological well-being) kavramı, yaşamda bir amacının olması, kendini geliştirme, özerklik, çevresel egemenlik, kendini kabul ve başkalarıyla iyi ilişkiler içinde olma gibi öğeleri kapsar.

Yaşamda bir amacının olması, yaşadıklarında bir anlam bulma ve kendini yönetip yönlendirebilmenin yanı sıra yaşamda ulaşılmak istenen birtakım yerlerin ve konumların olması demektir.

Kendini geliştirme, kişinin kendi yetenek ve gizil güçlerini bulmasının yanı sıra bunları geliştirmeye çalışıp çabalaması demektir. 

Özerklik demek, toplumda yaygın olarak kabul gören görüş ve düşünceleri benimsemek yerine, kendi değerlerine göre tutum ve davranışlarını belirleyebilme gücüne sahip olmak demektir. Kimi zaman yalnız kalma sonucunu getirse de, kişinin kendi ilkeleri doğrultusunda davranabilmesini gerektirir.

Çevresel egemenlik, kişinin kendi gereksinmelerine uygun bir çevre (iş, aile, yaşanan çevre gibi) yaratabilmesi demektir. Bunu yaratabilmek büyük bir çabayı gerektirir. Bunun ayrımında olunması gerekir.

Kendini kabul, kişinin kendisiyle ilgili olumlu düşünceler içinde olmasıdır. Bu durum narsisist bir benlik sevgisi ya da yüzeysel bir benlik saygısı demek değildir. Kişinin kendini bilmesi, tutum ve davranışlarından bağımsız olarak özünü seviyor olması demektir. Kendisine olan sevgisinin bir koşula bağlı olmaması demektir.

Başkalarıyla olumlu ilişkiler içinde olmak, insanlarla iletişim içinde olmak, kimilerine derin bir yakınlık duymak, sevmek ve sevilmek demektir. 

Esen kalmanın gerekli koşulları bunlardır…

Yaşamda, kendinize bir rol biçmezseniz, yaşam size bir rol biçer…

Esrar Kullanımı

Çocuğunuzun (ya da öğretmenseniz, bir öğrencinizin) esrar (marihuana, ot) kullandığını nasıl anlarsınız?..

Esrar kullanma etkisi altında olduğunun görünür birtakım bulguları vardır (etkisi dakikalar içinde başlar, 20-30 dakika içinde doruğa ulaşır ve 2-3 saat sürer):

• Ayaklarının üzerinde durmakta güçlük çekiyor olabilir ya da başı dönüyor gibidir.

• Gözleri kanlanmış olabilir, gözleri “kan çanağı” gibi görünebilir.

• Uygunsuz bir biçimde gülüyor ya da ortada bir neden yokken gülünç birtakım davranışlar sergiliyor olabilir.

• Yakın geçmişte olan bir olayı anımsamakta güçlük çekiyor olabilir.

• Yeme isteği artabilir.

• Maddenin etkisi azaldıkça uykulu olmaya başlayabilir.

Belirli bir süre (en az birkaç ay, neredeyse her gün) esrar kullandıktan sonra, esrardan yoksun kaldığında, yaklaşık bir hafta geçtikten sonra, aşağıda sayılan birtakım yoksunluk belirtiler görülür:

• Kolay kızma, öfkelenme ya da saldırganca davranışlar

• Sinirlilik ya da bunaltı

• Uyku sorunları

• Yeme isteğinde azalma, kilo verme

• Huzursuzluk

• Çökkün bir duygusal durum

• Karın ağrısı, titreme, terleme, ürperme, ateş, baş ağrısı

Esrar kullanma etkisi altında ya da yoksunluk sürecinde olunmasa bile, esrar kullanmakla ilgili birtakım bulgular da bulunabilir:

• Kokusu sürebilir ve bu koku giysilerine de bulaşmış olabilir.

• Tütsü ya da oda kokuları kullanmaya başlamış olabilir.

• Birden göz damlaları kullanmaya başlamış olabilir.

• Odasında esrar sarma kağıtları, piposu ya da kullanma aracı gibi araç gereçler bulunabilir.

• Kibrit, çakmak, küllük gibi, tüttürmek için gerekli gereçler bulunabilir.

Birtakım davranış değişiklikleri göstermeye başlayabilir. Bütün bu davranış değişiklikleri ergenlikle ilgili olabileceği gibi, esrar kullanımı ilgili de olabilir. Söz konusu davranış değişiklikleri şunlardır:

• Yorgunluk, bitkinlik

• Düşmancıl tutumlar ya da birden ortaya çıkan duygusal durum değişiklikleri

• Toplumdan uzaklaşma, toplumsal geri çekilme

• Çökkünlük duygusu, depresyon

• Kişisel ilişkilerinde bozulma

İlgi alanlarında birtakım değişiklikler ortaya çıkabilir. Bu değişiklikler de, ergenlikle ilgili, yaşıtlarıyla bağlantılı sorunlardan kaynaklanabileceği gibi, esrar kullanıyor olmanın tetiklediği sorunlar da olabilir.

• Arkadaşlarını ya da arkadaş gruplarını değiştirir.

• Okul başarısı düşer.

• Okula daha az gitmeye başlar ya da okulu asmaları, okuldan kaçmaları başlar.

• Yeme biçiminde değişiklikler olur.

• Uyku düzeninde değişiklikler olur.

• Spora ya da diğer etkinliklere karşı ilgisi azalır.

• Okulda davranış sorunları göstermeye başlar.

• Yasal birtakım sorunlar ortaya çıkmaya başlar.

Çocuğunuzun (ya da bir öğrencinizin) esrar kullandığından kuşkulanıyorsanız, bu konuyu onunla oturup konuşmak isteyebilirsiniz. Çocuğunuz (ya da bir öğrenciniz) esrar kullanıyorsa, çok büyük bir olasılıkla bunu yadsıyacak ve bulduğunuz herhangi bir kanıtı, bir başkasının üzerine atacaktır. Ancak yaptığınız görüşme sırasında gösterdiği tepkilere odaklanmalısınız. Aşırı bir tepki gösterdiğini gözlüyorsanız; bunu, esrar ya da başka bir madde kullanımına bağlayabilirsiniz. Böyle bir durumda en iyisi idrar testi yaptırmaktır. Tek bir kez kullanım 13’üncü güne dek, sürekli kullanım 45’inci güne dek, aşırı kullanım 90’ıncı güne dek idrarda pozitif test sonucu verir. Test sonucunda, kullanmış olduğu ortaya çıkarsa, bağımlılık alanında çalışan bir psikiyatristle ya da bir AMATEM birimiyle iletişime geçmenizde yarar vardır. Yapılan bilimsel çalışmalar, bu maddeyi kullanan her 10 kişiden birinin, buna ağır bağımlı olacağını; 18 yaşından önce kullanılmaya başlanmışsa, 6 kişiden birinin, buna ağır bağımlı olacağını göstermektedir. Dolayısıyla erken önlem alınması büyük önem taşır…

Güzel Yaşam, İyi Yaşam, Anlamlı Yaşam

Yaşamda genel iyilik ve esenlik durumunu tam olarak anlayabilmek için, “güzel yaşam”ı, “iyi yaşam”ı ve “anlamlı yaşam”ı birbirlerinden ayırt etmek gerekir. Güzel yaşam, olumlu duygulara sahip olmakla ilintilidir. İyi yaşam, büyük bir katılım sağlayabilmek, yaptığı etkinliğe kendini kaptırabilmek ve bir akış yaşayabilmek için kişinin güçlü yanlarını kullanması ile ilintilidir. Anlamlı yaşam ise, kişinin kendinden daha büyük bir amaç uğruna güçlü yanlarını kullanması ile ilintilidir.

Genel iyilik durumunun altı öğesinin olduğundan söz edilir. Bunlar,

• kendini kabul etme (kişinin kendisini ve kendi yaşamını olumlu olarak değerlendirmesi),

• kendini geliştirme,

• yaşamında bir amacının olması,

• başkalarıyla olumlu ilişkiler içinde olma,

• çevresel egemenlik (kişinin yaşamını ve çevresini etkin bir biçimde yönetebilme yeterliği) ve

• özerkliktir.

“Kendini belirleme kuramı”na göre temel ruhsal besleyici öğeler de şunlardır:

• Özerklik: Kişinin ne yaptığını seçme gereksinmesi, kişinin kendi yaşamının yönlendiricisi olması.

• Yeterlik: Kişinin ne yaptığıyla ilgili olarak kendisini güvende hissetme gereksinmesi.

• İlişkinlik: Kendi özerkliğini koruyor ve yeterliğini ortaya koyuyorken, yakın ve güvenli insan ilişkilerinin olması gereksinmesi.

Kendini belirleme kuramına göre, bu gereksinmeler karşılanınca, kişinin isteklenme (motivasyon) düzeyi ve iyilik durumu artar; bunlar sınırlandırılınca, kişinin işlevselliği olumsuz yönde etkilenir.

İnsanın gizilgüçlerinin gerçekleştirilmesi ilkesine dayalı, “kişisel dışavurum kuramı”na göre ise, kişi,

• kendisini canlı tutan etkinliklere karışarak,

• kendisini tam olarak dışavurarak (ifade ederek),

• yaptığı işe yoğun bir biçimde katılarak,

• yapması gerekeni yaparak,

• yükümlülüklerini yerine getirdiği düşüncesinde olarak,

• kendisine uyumlu, kendisiyle bağdaşanı yaparak

genel iyilik durumunu sağlayabilir.

Dolayısıyla, yaptıklarından sevinç ve mutluluk duyar.

Hayır Diyebilme

Zaman zaman bize getirilen önerilere “Hayır” demek durumunda kalırız. Sonuç olarak bir günde 24 saat vardır ve bizim de bitmez tükenmez bir içsel gücümüz yoktur. Ancak birçoğumuz, “Hayır” demekte güçlük çekeriz ve böyle diyor olmamızın, ilişkilerimizi bozacağından çekiniriz.

Bir kez “Hayır” demeye karar vermişseniz, içinde bulunduğumuz durumu yönetmenizin birtakım yolları vardır.

Önce, getirilen öneride olumlu bir yan bulun. Bu yaklaşımın üç aşaması vardır: Evet-hayır-evet deme aşamaları…

Olumlayın: “Sizinle çalışmak isterim/isterdim.”

Bir sınır koyun: “Ancak, bu ay için önceden verilmiş sözlerim var.”

Bir seçenek sunun: “Bunun için daha sonra yine görüşebiliriz.”

Bir neden söyleyin: “Hayır” deme gerekçenizi açıkça belirtirseniz daha inandırıcı olursunuz.

Özgül olun: Genellikle soyut terimlerle konuşan kişilerin daha önyargılı oldukları düşünülür. Gerekçenizi daha açık ve seçik olarak belirtirseniz daha iyi anlaşılırsınız.

Seçtiğiniz dile özen gösterin: Her zaman geçerli olmasa da, genellikle, “Yapamayacağım” demektense, “Yapmayacağım” demek daha doğru bir yaklaşım olur. “Yapmayacağım, çünkü…” demek, bir gerekçeye dayalıdır; oysa “Yapamayacağım” demek, bir anlamda kapıyı aralamak demektir, “Zorlarsanız yapabilirsiniz” çağrışımı uyandırır.

“Hayır” demek, bu yanıtı vereni, “Hayır” denmesi de, bu yanıtı alanı, bir an için çok iyi hissettirmeyebilir; ancak kendine güvenli ve duyarlı bir iletişim kurarsanız, hem sınırlarınızı korumuş olur, hem de ilişkilerinize zarar vermemiş olursunuz…

İçinizde Ne Varsa, Dışarıda da Onu Görürsünüz

Bir başkasını tanımlarken, aslında kendinizi anlatırsınız.

Sevdiğinizi yalnızca güzel olduğu için sevmezsiniz, sevdiğiniz için size öyle güzel görünür.

Mutluyken dünya gözünüze daha güzel görünüyor, değil mi? Oysa dünya, aynı dünya…

Öyleyse, içinizde ne varsa, dışarıda da onu görürsünüz. Dünya, sizin ve sizin düşüncelerinizin bir yansımasıdır. Dünya, kendinize tuttuğunuz bir aynadır.

Unutmayın, her nereye giderseniz gidin, kendinizi de yanınızda götürüyorsunuz.

Karanlık Üçlü Kişilik Özellikleri

“Karanlık Üçlü” kişilik özellikleri olarak adlandırılan kişilik özellikleri bütünü, narsisistlik, Makyavelcilik ve psikopatlığın bir bileşiminden oluşur. Narsisistlik, bir Yunan söylencesinden, su birikintisindeki kendi yansımasına aşık olan ve boğulan bir avcı olan Narsissus’dan gelir. Narsisist kişiler, bencil, kendini beğenmiş, kibirli (kendini herkesden büyük gören, büyüklenen), küstah, duygudaşlık (empati) yoksunu ve eleştiriye aşırı duyarlı kişilerdir. Makyavelcilik, 16’ncı yüzyılın ünlü İtalyan siyasetçisi ve diplomatı Niccolo Machiavelli’den gelir. Makyavel, 1513 yılında yayımlanan Prens adlı kitabında, siyasette kurnazlık ve düzmeciliği övüyor gibi yorumlanmasıyla kötü bir ün kazanmıştır. Makyavelcilik demek, ikiyüzlülük, başkalarını parmağında oynatma, çıkarcılık, erdem ve törel (ahlaki) değerlerden yoksun olma demektir. Onlar için, “Sonuca giden her yol geçerlidir”. Psikopatlık özellikleri de, duygudaşlıktan (empatiden) yoksunluk ve vicdansızlık, toplumdışı (antisosyal) davranışlar gösterme, başkalarını parmağında oynatma ve döneklik ile belirlidir.

Jonason ve Webster adlı iki psikolog, 2010 yılında, “Karanlık Üçlü” kişilik özelliklerini ölçmek üzere, “Karanlık Düzine” Ölçeği adını verdikleri 12 maddelik bir ölçek geliştirmişlerdir.

Jonason ve Webster, insanların, aşağıdaki sorularla kendi kendilerini ölçebileceklerini düşünmüşlerdir:

1. İstediğimi elde etmek için başkalarını parmağında oynatırım.
2. İstediğimi elde etmek için başkalarına yalan söylemişliğim ve onları aldatmışlığım olmuştur.
3. İstediğimi elde etmek için dalkavukluk ve yağcılık yaptığım olmuştur.
4. Amacıma ulaşmak için başkalarını sömürürüm, başkalarını kendi çıkarım için kullanırım.
5. Vicdan azabı çekmem, pişmanlık duymam.
6. Törel (ahlaki) değerlerle ya da giriştiğim eylemlerin törel boyutuyla pek ilgilenmem.
7. Duygusuz ve duyarsızımdır.
8. İyiliğe inanmam.
9. Başkalarının beni çok beğenmelerini, bana hayran olmalarını isterim.
10. Herkesin bana ilgi göstermesini isterim.
11. Toplumda büyük bir saygınlık ve yüksek bir konum elde etme arayışındayımdır.
12. Başkalarının beni hep kayırmasını beklerim.

Her bir soru için bir’le yedi arasında bir değer verilecek olursa toplam değer 12 ile 84 arasında değişir. Elde edilen değer ne denli yüksekse, Karanlık Üçlü (Dark Triad) kişilik özellikleri gösterme eğilimi o denli yüksektir denebilir. Toplamda 45’in üzerinde bir değer alanların yüksek bir değer aldıklarından söz edilebilir. Alt değerlendirme için, 1, 5, 7 ve 10’uncu sorular Makyavelcilik ile; 2, 4, 6 ve 9’uncu sorular psikopatlık ile ve 3, 8, 11 ve 12’nci sorular narsisistlik ile ilgilidir.

Kendimizle Mutlu Olma

Yaşamda en çok katlanmak zorunda olduğunuz kişi kim?..

Her nereye giderseniz gidin, yanınızda götüreceğiniz kişi kim?..

Sağlıklı iletişim içinde olmanız gereken başlıca kişi kim?..

Hiç kimse size bakmadığında, sizi gören tek kişi kim?..

Siz, kendinizsiniz!..

Kendimizle mutlu değilsek, başka hiç kimse ile mutlu olamayız.

Oysa, kendimizle arkadaş olursak, hiçbir zaman yalnız kalmayız.

Bunun için kendimizi, belirli bir koşula bağlamadan, koşulsuz kabul etmemiz gerekir. İnsanlar, birbirlerine benzemeyen, “biricik”, bir diğer eşi olmayan, kendilerine özgü birer varlıktırlar. “Evrende ufacık bir noktayız, belki bir nokta bile değiliz, ama her birimiz birer evreniz.”

İnsanlar, insan oldukları için, yaşıyor oldukları için, “biricik” ve “eşsiz” oldukları için değerlidirler.

Öte yandan insanlar, yanılabilen, yanlış yapabilen varlıklardır. Kendilerini böyle kabul etmeleri gerekir. 

Kendimizi koşulsuz kabul edersek, aşırı genelleme yapma yanlışına düşmeyiz. Tek bir davranış ya da tutumumuzu değerlendirerek, kendimizle ilgili genel bir yargıya varma yanlışına düşmeyiz. Dolayısıyla kendimizle iyi bir arkadaş olabiliriz… 

Ruh sağlığı yerinde olan kişiler, yaşıyor olmaktan ötürü mutludurlar ve yaşam sevinci duyarlar. Kendilerine biçtikleri değeri, sağladıkları başarılara göre ya da başkalarının kendileriyle ilgili olarak ne düşündüğüne göre ölçmezler. Kendilerini, herhangi bir dış koşula bağlı olarak değil, koşulsuz olarak kabul ederler, kendilerini severler ve kendilerine değer verirler. Sürekli olarak kendilerini kanıtlamaya çalışmaktansa, yaşamdan ve yaşadıklarından sevinç duymayı öğrenmişlerdir…

Mutluluğun Kaynakları

Yapılan çalışmalarda, genelde ne denli mutlu oldukları ya da yaşamlarından ne ölçüde doyum buldukları insanlara sorulduğunda, daha çok parası olanlar, kendilerini daha mutlu hissettiklerini ve daha doyumlu olduklarını söylemişlerdir. Ancak insanlara, gün içinde akan zamanda ne denli mutlu oldukları sorulduğunda; daha çok parası olanlar, gün içinde akan zaman içinde, daha az parası olanlara göre daha mutlu duygular yaşadıklarını söyleyememişlerdir. Bu çalışmalar, yaşam bir bütün olarak düşünüldüğünde, parasal durumu daha iyi olanların (“Genelde mutlu muyum?” sorusuna “İyi yaşıyorum” yanıtını verirler) daha mutlu olduklarını; ancak paranın, günün akışı içinde yaşarken hissedilen duygular üzerinde çok daha az etkisinin olduğunu (“Bugün mutlu muyum?” sorusuna verilen yanıt bağlamında) göstermiştir.

Para, yoksulluktan kurtardığı için mutluluk vericidir, ancak varsıl insanların daha mutlu olmalarını sağlamaz. Çünkü, daha çok kazanma konusunda istekli olan kişiler, zaman baskısı altında yaşarlar ve kendilerini daha çok zora sokarlar. Dolayısıyla yaşamın küçük zevklerinin tadını almaktan kendilerini alıkoyuyor olabilirler. 

Yapılan çalışmalarda, paranın mutluluk getirmede nedensel bir etken olduğu bulunmuş olmakla birlikte, bu nedenselliğin iki yönlü olduğu da gösterilmiştir. Diğer bir deyişle, paranın mutluluk sağladığı, ancak yaşanan mutluluğun da daha çok para kazanmayı sağladığı bulunmuştur. Yapılan birçok çalışmada, daha mutlu olan insanların görece daha üretken ve verimli oldukları ve para kazanma konusunda daha yaratıcı, yetenekli ve direngen oldukları bulunmuştur. 

Öte yandan, elde edilen kanıtlar, yaşadıklarımızın ve yaşantılarımızın, sahip olduklarımızdan daha çok bizi mutlu ettiğini göstermiştir. Bunun değişik birtakım nedenleri vardır. Birincisi, sahip olduklarımız zamanla bir değişiklik göstermez, biz bunlara çok hızlı bir biçimde uyum sağlarız. Aldığımız herhangi bir eşyayı yerine koyduktan sonra, üzerinden çok uzun bir süre geçmeden, onun varlığına alışır ve artık onu ayırt edemez oluruz. Oysa yaşantılarımız, biz istediğimiz sürece, hep canlı kalır. İkincisi, yaşantılarımız daha toplumsaldır. Bunları genellikle diğer insanlarla da paylaşırız. Birileriyle bir yaşantımızı paylaşırken aldığımız zevk, yeni aldığımız bir eşyayı başkalarına gösterirken aldığımız zevkten daha çoktur. Üçüncüsü, sahip olduklarımızı başkalarının sahip olduklarıyla karşılaştırma eğilimimiz olurken, yaşantılarımızı pek karşılaştırma eğiliminde olmayız ve yaşanan yaşantılar da çok karşılaştırılabilir değildir. Sevdiklerini eve yemeğe çağırıp kendi hazırladıklarını sunan biri mi daha mutlu olur, arkadaşlarıyla çok pahalı bir restorana yemek yemeye giden mi? Bunlar çok karşılaştırılabilir değildir. Dördüncüsü, aldıklarımızın daha sonra iyi bir seçim olmadığını düşünebilecekken, yaşadıklarımız için öyle bir duyguya pek kapılmayız. Beşincisi, aldıklarımız zamanla eskir ve değerini yitirirken, olumlu anılarımızı anımsadıkça kendimizi daha mutlu hissederiz. Aldıklarımızdan çok yaşadıklarımızı anımsar ve mutlu oluruz. Altıncısı, biz, sahip olduklarımızın değil, yaşadıklarımızın ve yaşantılarımızın bir toplamıyız. Bir nesneye sahip olduğumuzda, bu bizim dışımızda, çekmecede, rafta ya da dolapta durur. Bir yaşantımız olduğunda, bu bizim içimizde, zihnimizde ve anılarımızda yer alır; hep yanımızda taşırız. Yedincisi, yaşadığımız deneyimler bir çaba göstermenin sonucu olarak ortaya çıkar ve bu süreçte, gösterdiğimiz çaba sonucu elde ettiğimiz başarı bizi mutlu eder. Ancak hazır parayla alınan bir eşya, bizi, anlık bir haz duymanın ötesine taşımaz. Sahip olduklarımız, ancak bunlara sahip olmayı bir yaşantıya dönüştürebiliyorsak bizi mutlu eder. Sözgelimi, çok çalışarak aldığımız yeni arabayla, sevdiklerimizle çıktığımız bir yolculuk, bizi araba sahibi olmaktan daha çok mutlu eder.