Bir “Narsisist”i Nasıl Tanırsınız Ve Onunla Nasıl Başa Çıkarsınız?..

Narsisist kişiler, başkalarının sorunlarını duymak istemezler, bunlara katlanamazlar, başkalarının sorunlarıyla hiç ilgilenmek istemezler. Bu kişiler yalnızca kendileriyle ilgilidirler ve başkalarıyla eşduyum (empati) yapmaktan ileri derecede yoksundurlar. Başkalarının düşünceleri, duyguları ve çektikleri acı, onların hiç umurunda değildir. Başkalarında çok iyi bir “ilk izlenim” bırakırlar. İlk bakışta, kendine güvenli, çekici, alımlı, yeterli, sıcak ve eğlenceli biri gibi görünürler. İnsanlar, onları tam tanımadan önce, onlardan çok etkilenirler. Ancak, tanıdıkça ve onlarla daha çok zaman geçirdikçe, onların olumsuz yanlarını görmeye ve onlardan uzaklaşmaya başlarlar. Şişik benlikleri, bulundukları ortamda önder (lider) olmalarını sağlayabilir. Ama bu özellikleri, ancak belirli bir yere dek önderlik yapmaları ile sonuçlanır. Çünkü insanlar, en sonunda, onların sömürgenliklerinden, kendilerini beğenmişliklerinden, başkalarına saygısızca, hatta acımasızca davranmalarından bıkıp usanırlar ve yanlarından ayrılırlar. Narsisist yaklaşımların içinde karşıtlıklar vardır. Bu kişiler, bir yandan, başkalarını yerden yere vururlar, onları kötülerler ve diğer insanları küçümserlerken; bir yandan da, başkalarının kendilerini beğenmesine büyük gereksinim duyarlar. Sürekli bir beğenilme gereksinmesi içindedirler. Beğenilmek, sanki onlar için bir “ilaç”tır. Onlara çok iyi gelir. İkili ilişkilerinde, birlikte oldukları kişileri ellerinde oynatmaya ve onları kullanmaya çalışırlar. Yakınları, arkadaşları ve sevgilileri, ancak onların benliklerini okşadıkları ya da istediklerini verdikleri sürece onlar için iyidirler. Sürekli olarak kendilerinden ve kendi gösterdikleri başarılardan söz etmeyi severler. Övünmekten, üstünlük taslamaktan, kasılmaktan, büyüklenmekten çok hoşlanırlar. Ancak, en iyi olduklarını söylemekle kalmazlar, gerçekten de başkalarından daha iyi olduklarına içten inanırlar. Başkalarınca eleştirilmeye hiç gelemezler ve eleştirilmeye aşırı tepkiler gösterirler, hatta bu gibi durumlarda saldırganlaştıkları bile olur. Kendilerine sıradan bir eleştiride bulunulduğunda bile öfkelenebilirler ve birden bağırıp çağırmaya ya da başka birtakım saldırgan davranışlarda bulunmaya başlayabilirler. Bu kişiler, kendi içlerinde boğuldukları için, dış görünüşlerine çok önem verirler ve bulundukları ortamların “yıldız”ı olmak isterler. Dış görünümleriyle insanları etkilemek için aşırı spor yapabilirler, çok pahalı giysiler giyebilirler, gösterişli takılar takabilirler; güç ve konumlarını sergilemeye yarayacak evlerde oturmaya, pahalı arabalar kullanmaya özen gösterirler. Sürekli olarak her şeyi “hak ettikleri” duygusu içinde oldukları ve duygudaşlıktan yoksun oldukları için, istediklerini elde etmek için başkalarına baskı yaparlar ve kendilerine “hayır” denmesini bir türlü kabul edemezler. Bu eğilimleri, kimi zaman, suç işleyerek yaptırmaya da baskı kurma yoluna gitmelerine bile neden olabilir. Kendilerinin çok özel insanlar olduklarına, dolayısıyla kendilerine çok özel davranılmasını istemelerine karşın bunu başaramazlar. Bunun sonucu olarak çok kırılgan olurlar, kolay incinirler, benlik saygıları büyük ölçüde dalgalanmalar gösterir. Sonuç olarak, kimi zaman, kendi içlerine kapanırlar. Narsisist kişilerle etkileşimde bulunurken özellikle özen gösterilmesi gereken konular şunlardır: Bu kişiler hep kendilerini üstün görme gereği içindedirler. Onlarla paylaştığınız her özel konunuzu, sonunda size karşı kullanmaya kalkışabilirler. Bildiklerini, daha sonra, sizi aşağılamak ya da sizi ellerinde oynatmak için kullanabilirler. Bunu da, sizin en kırılgan olduğunuz ya da onlara en gereksindiğiniz zaman yapabilirler. Dolayısıyla özel’inizi bu kişilerle paylaşmamaya özen göstermelisiniz. Onlara, dışarıdan nasıl göründüklerine göre bir değer biçmeyin. Onlar için görüntü her şeydir ve kendilerini olduklarından daha değişik göstermek için her türlü yalana başvurabilirler. Başkalarında, çok yeterli ve yetkin oldukları izlenimi bırakmaya çalışırlar, ancak içten içe kendilerini boş ve yetersiz hissederler. Kendinizi onlara anlatmaya çalışmayın, boşuna bir çaba göstermiş olursunuz, çünkü sizi anlamaya çalışmazlar. Sordukları sorularla ve alaycı tutumlarıyla sanki kendinizle ilgili açıklamalar yapmaya ve kendinizi savunmaya zorunluymuş gibi hissedersiniz. Ancak, kendinizi ne denli anlatmaya, kendi düşünce ve duygularınızı ne denli dışa vurmaya çalışırsanız; tutum ve davranışlarıyla, sizin kendinizden bile kuşkuya düşmenize o denli daha çok yol açacak biçimde davranırlar. Bu gibi kişilere karşı kendini savunmaya kalkmak, boşuna zaman harcamak demektir. Bu kişiler, iletişim kurmaya değil, kendilerini öne çıkarmaya; dinlemeye değil, söylenip durmaya daha yatkındırlar. Bu kişilerin gösterdikleri davranışların sorumluluğunu almalarını beklemek de bir zaman kaybıdır. Başkalarına göre daha çok haklarının olduğuna inanırlar ve kendilerine ilişkin bir iç görü kazanmaya çalışmazlar. Yalnızca gösterdikleri başarılar ve “özel” yetenekleri ile ilgilidirler, ancak yaptıkları yanlışları kabul etmezler ve bunları üstlenmezler. Daha çok başkalarını suçlama eğilimi gösterirler. Onları, kendi oyunlarıyla yenmeye de kalkmayın. Onlar, üste çıkma konusunda çok deneyimlidirler. Aşağı görülmekten çok korktukları için, her ne pahasına olursa olsun, başkalarını ezmeye ve üste çıkmaya çalışırlar. Dolayısıyla, onların kullandığı sözcüklerle ya da onların kullandığı yöntemlerle onları alt etmeye çalışmak da boşuna bir çabadır ve size, kendinizi iyi hissettirmez. Kendiniz olmayı sürdürün ve kendi değerlerinizden uzaklaşmayın. Bu insanlardan, sağlam, güçlü ve içten bir bağlılık (sadakat) beklemeyin. Gereksinmeleri karşılanmadığı anda sizi yüzüstü bırakırlar. Bu kişiler, başkalarını, kendilerine eşit bir insan olarak değil, bir doyum aracı gibi görürler. Önemli gereksinmeler için bu kişilere bel bağlamak, büyük bir düş kırıklığı ile sonuçlanabilir. Bu kişilerin yaptıklarını kişisel almayın. Size, siz olduğunuz için öyle davranıyor değillerdir; her nasıllarsa, herkese öyle davranıyorlardır. Başkaları, onlar için, yalnızca kendi içsel boşluklarını doyuracak birer araçtır. Üstelik, onların bu davranışlardan en büyük zararı, en yakını olan kişiler görür. Bu kişilerin sizinle eşduyum (empati) yapmalarını da beklemeyin. Eşduyum yapabilmek için başkalarına da değer veriyor olmak gerekir. Büyüklenmeleri, başkalarını daha aşağıda görmelerine yol açacağı için, başkalarının ne hissettiğine hiç önem vermezler, başkalarını anlayamazlar. Onlardan saygı görmek yerine, siz kendinize olan saygınızı yitirmemeye ve kendi gereksinmelerinizi ve haklarınızı gözetmeye çalışın.Bu kişilerin değişebileceklerine de pek umut bağlamayın. Onların, sürekli bir ilgi görme ve onaylanma isteği içinde olma tutumları çok değişecek değildir. Dolayısıyla, gerçekleşmeyecek beklentilerden uzak durup, aranıza sağlıklı sınırlar koymak, yapılabileceğinizin en iyisidir.Onların, dipsiz bir kuyu gibi olan, ilgi görme ve beğenilme açlıklarını doyurmaya yönelik sürekli çabalarını ve kısıtlılıklarını anlayışla karşılıyor olabilirsiniz. Ancak anlayış göstermeniz, sizi kırmalarına, incitmelerine ya da sizi kullanmalarına izin vermenizi gerektirmez. Siz de kendinizi korumak durumundasınız. Böyle düşünmek de, narsisist bir yaklaşım değil, sağlıklı yaşamak demektir…

Toplumsal Kaygı Bozukluğu (Sosyal Fobi)

Toplumsal kaygı bozukluğu (sosyal fobi), özellikle tanıdık, bildik olmayan toplumsal ortamlardan ya da başkalarının gözü önünde olunduğunun ya da başkalarınca değerlendirilebilecek gibi olunduğunun düşünüldüğü, belirli toplumsal durumlardan aşırı çekinme ya da korkma durumudur. Bu gibi durumlar öyle korkutucu olabilir ki, kişi, yalnızca bunları düşündüğünde bile çok kaygılanır ya da bu gibi durumlardan kaçınmak için olmadık önlemler almaya çalışır ve yaşamını zora sokar. Toplumsal kaygı bozukluğunun altında yatan korku, toplum içinde, başkalarınca değerlendirilecek, yargılanacak ya da utanılacak bir duruma düşecek olma korkusudur. Kişi, bu korkularının gerçekçi olmadığını ya da aşırı olduğunu düşünse bile, kendini kaygılanmaktan alıkoyamaz. Toplumsal kaygı bozukluğu oldukça sık görülen bir durumdur. Birçok insanın bu gibi korkuları vardır. Ancak toplumsal kaygı belirtilerini tetikleyen etkenler, kişiden kişiye büyük ölçüde değişir. Kimi insanlar, çoğu toplumsal durumda kaygı duyarlarken; kimi başka insanlar da, tanımadığı insanlarla konuşurken, başkalarıyla bir araya geldikleri yeni ortamlarda ya da başkalarının önünde bir eylem gerçekleştirdikleri zamanlarda olduğu gibi, belirli birtakım toplumsal durumlarla ilintili olarak kaygı duyarlar. Toplumsal kaygıyı tetikleyen başlıca durumlar arasında, yeni bir ortama girme ve yeni insanlarla karşılaşma; yeni karşılaştığı biriyle kısa bir konuşma yapmak durumunda kalma; bir toplantıda ya da toplum önünde konuşma; sahneye çıkma örneğinde olduğu gibi, göz önünde olduğu bir durumda kalma; belirli bir eylemde bulunurken kendisine bakılıyor olması; kendisine sataşılması ya da eleştirilme; kendinden üstün konumda ya da “önemli” biriyle konuşma; ikili bir ilişkide, birlikte dışarı çıkma; genel tuvaletleri kullanma; başkalarının yanında yemek yeme, telefon konuşması yapma; toplumsal bir etkinlikte, başkalarıyla bir araya gelme vardır. Yalnızca, belirli birtakım toplumsal durumlarda, zaman zaman gergin olunması, toplumsal kaygı bozukluğunun olduğunu göstermez. Kimi insanlar, özel birtakım durumlarda, daha çekingen, sıkılgan, ürkek ya da utangaç olabilirler; ancak kimi zaman böyle oluyor olmaları, gündelik işlevselliklerini pek etkilemez. Öte yandan, toplumsal kaygı bozukluğu, kişinin gündelik yaşamının olağan akışını ileri derecede etkiler ve çok sıkıntıya neden olur. Sözgelimi, toplum önünde bir konuşma yapacak olmak insanı bir ölçüde gerebilir. Ancak toplumsal kaygı bozukluğu olan kişi, bu etkinlikten haftalar önce kaygılanmaya başlar, böyle bir etkinliğe katılmamak için elinden geleni yapar ya da yaptığı konuşma sırasında sesi öylesine titrer ki, konuştukları anlaşılamaz. Toplumsal kaygı bozukluğu olanların, sıradan günlük toplumsal durumlarda bile aşırı kaygı duyma; gerçekleşecek toplumsal bir olay için, günler, haftalar, hatta aylar öncesinden yoğun bir kaygı yaşama; özellikle tanımadıkları insanlar tarafından gözleneceklerinden ya da yargılanacaklarından çok çekinme; kendini küçük düşürecek ya da utanç duyacak bir biçimde davranacak olmaktan aşırı korkma; gergin olduğunu başkalarının anlayacağından çok çekinme gibi ruhsal birtakım belirtileri olur. Ayrıca, yüzüne ateş basması, kızarma, sesinin titremesi ve yerinde duramama, sallanıp durma, çarpıntı, göğüste sıkışma, soluğunun daralması, karın ağrısı, bulantı, terleme, baş dönmesi ya da bayılacak gibi olma gibi bedensel birtakım belirtileri de olur. Diğer yandan, toplumsal etkinliklerini kısıtlayacak ya da yaşamını güçleştirecek biçimde, toplumsal durumlardan kaçınma, göz önünde olmamak için kendini gizleme ve sessiz kalmayı yeğleme, her nereye giderse gitsin, yanında birinin olmasını isteme, katılacak olduğu toplumsal durumlardan önce kendini yatıştırmak için alkol ya da yatıştırıcı bir ilaç alma gibi davranışsal belirtileri de görülür. Toplumsal kaygı bozukluğuyla başa çıkabilmek için birtakım yöntemler uygulanabilir. Bunlardan birincisi, iç sesini yakalamak, çekinmeye ve korkuya neden olan yerleşik düşünceleri ve olumsuz görüşleri bulup, bunların üzerine gitmektir. Sözgelimi, kendi içinizde, “Biliyorum, aptal gibi görüneceğim”, “Sesim titremeye başlayacak ve kendimi küçük düşüreceğim”, “Herkes benim salak olduğumu düşünecek”, “Söyleyeceğim önemli bir sözüm yok ki, sıkıcı biri gibi görüneceğim” gibi birtakım sözleri kendi kendinize söylüyor olabilirsiniz. Bu olumsuz yerleşik düşüncelerin üzerinde yeniden düşünmek en etkili yöntemlerden biridir. Bunun için birinci adım, toplumsal durumlarla ilgili korkunun altında yatan anlık olumsuz düşünsel tepkileri belirlemektir. Sözgelimi yapacağınız bir sunumla ilgili olarak kaygı duyuyorsanız, altta yatan olumsuz düşünce “Kötü bir sunum yapacağım. Herkes benim yetersiz olduğumu düşünecek” olabilir. Daha sonra, bu olumsuz düşünceyle ilgili olarak kendi kendinize birtakım sorular sorabilirsiniz. “Kötü bir sunum olacağını, sunum öncesinde nereden biliyorum?” ya da “Sunumum sırasında gergin görünecek olsam bile, insanlar neden benim yetersiz olduğumu düşünsünler ki?” Bu düşüncelerin üzerinde yeniden düşünerek ve mantıklı akıl yürüterek, bunları daha gerçekçi, mantıklı ve işlevsel düşüncelerle değiştirebilir ve kaygınızı tetikleyen toplumsal durumlara ve kendinize daha değişik bir bakış açısıyla bakabilirsiniz. Ayrıca, kendinize, başkalarının da, sizin kendinizi gördüğünüz gibi olumsuz gördüğüne ilişkin “başkalarının zihnini okuma”; olabileceğin en kötüsü olacakmış gibi yersiz bir “öngörüde bulunma”; olabileceklerin, olabileceğin en kötüsü olacağı konusunda durumu “korkunçlaştırma” ve buna katlanamayacağını düşünme ve insanların sizinle ilgili olarak olumsuz düşündüğünü düşünerek, olayı “kişiselleştirme” gibi düşünsel çarpıtmalar yapıp yapmadığınızı sorgulamanız gerekir. İkinci bir konu, kendinizden çok çevreye odaklanmanız gerektiğidir. Çevrenizde ne olup bittiğine ne denli çok odaklanırsanız, duyduğunuz kaygıdan o denli az etkilenirsiniz. Üçüncü önemli bir konu, korkularınızla yüzleşmektir. Çekindiğiniz toplumsal durumlardan kaçınmaktansa, onlarla yüzleşmek için çaba göstermeniz gerekir. Kaçınmak, toplumsal kaygının sürüp gitmesine, hatta pekişmesine neden olur. Kaçınarak günü kurtarabilirsiniz, ancak hiçbir zaman bu gibi durumlarla ilgili birtakım baş etme becerileri geliştiremezsiniz. Diğer bir deyişle, çekindiğiniz ya da korktuğunuz toplumsal durumdan ne denli kaçınırsanız, söz konusu durum sizin için o denli daha korkutucu olur… Dolayısıyla, en iyisi, çekindiğiniz toplumsal durumdan kaçmak değil, bunun üzerine gidip, eylemde bulunmaktır…

Açlık Duygusu

Her zaman gerçek açlık duygumuzu doyurmak için yemek yemeyiz, duygusal açlık çektiğimiz zamanlarda da yemek yeriz. Birçoğumuz, rahatlamak için, gerginlikten kurtulmak için ya da kendimizi ödüllendirmek için de yemek yeriz. Böyle yaptığımız zamanlarda da, genellikle abur cubur, tatlı yiyecekler gibi, geçici olarak rahatlatıcı, ancak sağlıklı olmayan yiyecekler yeriz. Karnını doyurmak için değil, kendinı daha iyi hissetmek için, duygusal gereksinmelerini karşılamak için yemek yemeye “duygusal yemek yeme” adı verilir. Ancak, ne yazık ki, duygusal yemek yemek, duygusal sorunlarınızı çözmez. Tam tersine, genellikle, sizi daha da kötü hissettirir. Sonrasında, duygusal sorun ortada dururken, böyle yemek yediğiniz için, bir de, pişmanlık duyar ya da kendinizi suçlu hissedersiniz. Gergin olduğunuzda daha çok mu yemek yiyorsunuz?.. Aç olmadığınız zamanlarda da yemek yediğiniz oluyor mu?.. Kendinizi daha iyi hissetmek için, kendinizi yatıştırmak için yemek yediğiniz oluyor mu?.. Kendinizi yemekle ödüllendirdiğiniz zamanlar oluyor mu?.. Tıkınırcasına yediğiniz zamanlar oluyor mu?.. Yiyecekler karşısında kendinizi güçsüz hissettiğiniz ve özdenetiminizi yitirdiğiniz oluyor mu?..Yemek yiyor olmanız, başlıca baş etme yolunuz ise; gergin, üzgün, kızgın, bitkin, yalnız ya da sıkılmış olduğunuzda ilk yaptığınız eylem buzdolabını açmak ve ağzınıza bir şeyler atmak ise, gerçek sorununuzu ele almadan, duygusal yemek yeme döngüsüne girmişsiniz demektir. Bu döngü, belirli bir olayın, sizde, istenmedik bir duygu yaratması karşısında, önünü alamadığınız bir yemek yeme isteği duyma, sonrasında gereğinden çok yemek yeme, ardından yoğun bir pişmanlık ya da suçluluk duyma ve istenmedik bu duygu karşısında yemek yemeyi sürdürme döngüsüdür. Duygusal açlık, yiyeceklerle doyurulamaz. Yemek yemek, bir an için kendinizi iyi hissettirse de, yemek yemeyi tetikleyen duygular sürüp gider. Çoğu zaman da, o sırada aldığınız gereksiz kalorilerden ötürü kendinizi daha da kötü hissedersiniz. Böyle bir döngüyü kırmak için önce duygusal açlık ve gerçek açlık duygusu arasındaki ayrımları bilmeniz gerekir. Duygusal açlık da öyle güçlü olabilir ki, bunu gerçek açlık duygusuyla kolaylıkla karıştırabilirsiniz. Ancak bunun için birtakım ipuçları vardır.Duygusal açlık, gerçek açlık duygusundan değişik olarak, birden ortaya çıkar ve kişiye, bu tür bir açlık, sanki, hiç beklemeden, hemen doyurulması gereken bir açlık duygusu gibi gelir. Duygusal açlık çekildiğinde, abur cubur yiyecekler ya da tatlı atıştırmalıklar gibi, özel birtakım yiyeceklerin arayışı içine girilir. Duygusal açlık, önü alınamaz bir biçimde, ölçüsüz bir yemek yemeye yol açar. Daha, siz, tam olarak ne yediğinizin ayrımında bile değilken, sözgelimi bir paket cips’i bitirmiş olabilirsiniz. Duygusal açlık, tokluk duygusu yaşatmaz. Daha çok, daha çok yemek ister ve rahatsızlık duyana dek yemeyi sürdürürsünüz. Duygusal açlığı midenizde değil, büyük bir yemek yeme arayışında olarak beyninizde hissedersiniz. Özel birtakım tatların ve kokuların arayışı içine girersiniz. Son olarak, duygusal açlık, çoğu zaman bir pişmanlık, suçluluk ya da utanç duyma ile sonuçlanır. Duygusal yemek yemenin başlıca nedenleri arasında gerginlik duygusu vardır. Gergin olduğunuz zamanlarda, vücudunuz yüksek düzeylerde kortizol salgılar. Salgılanan kortizol de tuzlu, tatlı ve kızarmış yiyecekler gibi yüksek bir enerji ve anlık zevk veren yiyeceklerin arayışı içine girmenize yol açar. Yaşamınızda ne denli çok gerginlik varsa, duygusal bir rahatlamak sağlayabilmek için, o denli daha çok yemek yemeye kalkarsınız. Diğer yandan, yemek yemek, öfke, korku, kaygı, büyük bir üzüntü, yalnızlık, güceniklik ve utanç duyma gibi istenmedik birtakım duyguların geçici olarak yatıştırılmasının da bir yolu olarak görülür. Yediğiniz yiyeceklerle kendinizi uyuştururken, uzaklaşmak istediğiniz duygulardan kurtuluyor gibi olursunuz.Duygusal yemek yemenin diğer bir nedeni de sıkılmak ya da boşluk duyguları yaşamaktır. Yalnızca yapacak bir şey olsun diye, sıkılmamak için ya da yaşamınıza sözümona bir anlam katmak için yemek yiyor olabilirsiniz. Doyum sağlayamadığınız bir anda ve kendinizi boşlukta hissediyorken, ağzınızı doldurmak için ve zaman geçirmek için de yemek yiyor olabilirsiniz. Yemek yiyor olmak, o an için, altta yatan amaçsızlık duygularını ve yaşamdan doyum bulamıyor olmanızı baskılıyor gibi olabilir.Duygusal yemek yemenizin önüne geçmek için, duygusal gereksinmelerinizi karşılayan başka birtakım yollar bulmalısınız. Yalnızca duygusal yemek yeme döngünüzü anlamak ya da duygusal yemek yemenize yol açan tetikleyici etkenleri bulmak yeterli olmaz. Duygusal doyum sağlamak istediğiniz durumlarda, yemek yemenin yerine, başka birtakım seçenekler bulmanız da gerekir.Sözgelimi, kendinizi çökkün ya da yalnız hissediyorsanız, size kendinizi iyi hissettirecek birileriyle yan yana gelmeye çalışın. Çok kaygılı hissediyorsanız, hızlı bir yürüyüşe çıkabilirsiniz. Kaygı doğuran düşünceleriniz üzerinde yeniden düşünebilir ve akılcı seçenek düşünceler geliştirebilirsiniz. Kendinizi bitmiş, tükenmiş hissediyorsanız, sıcak bir kahve içebilir, sıcak bir banyo yapabilir ya da kısa bir uykuya dalabilirsiniz. Sıkılmış hissediyorsanız, sevdiğiniz bir etkinlikte bulunabilir ya da dışarıya çıkıp, doğada bir süre gezinebilirsiniz. Duygusal açlık çektiğinizde, yiyecekler karşısında denetiminizi yitirecek gibi olabilirsiniz. Böyle bir dürtü doğduğunda, buna yenik düşecek gibi olabilirsiniz. Gerçekte ne olup bittiğini anlayana dek bir şeyler yemeye başlamış bile olabilirsiniz. Bütün yapmanız gereken bir süre bekleyebilmektir. Sakın, bu isteğinizin önünü alamayacağınızı kendi kendinize söylemeyin, çünkü bir yasak koymak daha çeldirici olur. Kendinize, yalnızca, “Bekle!..” deyin. Beklerken kendi kendinize sorun. O sırada nasıl hissediyorsunuz? Duygusal olarak neler yaşıyorsunuz?.. Bir an için durmak ve bir süre beklemek, bu arada odağınızı değiştirmek çok iyi bir çözümdür. Bunu yapabilirseniz, zamanla, ortaya çıkan ve önü alınamaz gibi duran dürtünüzün giderek söndüğünü göreceksiniz.İstenmedik duyguları yaşayacak olmaktan korku duyarız. Ancak, duygularımızı bastırmaya çalışmayacak olursak, en acı veren duygular bile zamanla yatışır ve ilgi odağı olmaktan çıkar. Yalnızca duygularınızı doyurmak için yemek yediğinizde, genellikle çok hızlı yeme eğiliminde olursunuz. Dolayısıyla yediğiniz yiyeceklerin tadını, kokusunu ya da dokusunu alamadığınız gibi, doyduğunuzu da anlayamazsınız. Ancak yavaş yiyerek ve her lokmanın tadını çıkartarak yiyecek olursanız, yediklerinizden daha çok zevk alacak ve çok büyük bir olasılıkla, aşırı yeme yanılgısına düşmeyeceksiniz. Yavaşlamak ve yediğiniz yemeğin tadını çıkarmak, anaodaklanarak yemenin başlıca öğeleridir, duygusal yemek yeme ise bunun tam tersi bir eylemdir…

Kendiniz

Her nereye giderseniz gidin, yanınızda kimi götürüyorsunuz?..Yaşamınızın geri kalanını kiminle geçireceksiniz?.. Kimse size bakmadığında, sizi gören tek kişi kim?.. Yaşamda en çok katlanmak zorunda olduğunuz kişi kim?..Sağlıklı iletişim içinde olmanız gereken başlıca kişi kim?.. Siz, kendinizsiniz!.. Diğer insanlarla ya da dış dünyayla kurduğunuz ilişki, gerçekte, kendinizle kurduğunuz ilişkinin dışa yansımasıdır.Dünya sizin aynanızdır. İçinizde ne varsa, dışarıda da onu görür, onu yaşarsınız.Her nereye giderseniz gidin, yanınızda kendinizi de götürüyorsunuz. Geçmişinizi geride bırakabilirsiniz, ama kendinizi geride bırakamazsınız.

Başkalarının sizi nasıl gördüğü değil, sizin kendinizi nasıl gördüğünüz daha büyük önem taşır. Başkalarının sizinle ilgili olarak ne düşündüğüne çok takılıyorsanız, bu yaşam artık sizin yaşamınız olmaktan çıkar. Siz kendinize gerçekten inanıyorsanız, başkalarını buna inandırma gereği duymazsınız. Siz kendinizle barışıksanız, başkalarının onayına gerek duymazsınız.Siz kendinizle mutlu değilseniz, başka hiç kimse sizi mutlu edemez.

Mutluyken dünya size daha güzel görünür. Oysa dünya, aynı dünyadır…Ne hissettiğiniz kendinize bağlıdır. Çünkü, başınıza ne geldiği ya da ne olduğu değil, ne olduğuna ne anlam yüklediğiniz, nasıl hissettiğinizi belirler. Dolayısıyla, “Siz izin vermedikçe, kimse size, kendinizi kötü hissettiremez”.

Bakış açınızı değiştirin, gördükleriniz değişecektir.Karakterinizin özü, kimse size bakmıyor ya da sizi görmüyor iken ne yaptığınızdır. Herkes, “kendisine yakışanı, kendisine yakıştırdığını” yapar.

Dürüstlük, kendinize biçtiğiniz değerdir. Bir başkasını tanımlarken, gerçekte kendinizi anlatırsınız. Genelde, o kişi, öyle olduğu için değil, siz onu öyle gördüğünüz için, size öyle gelir. Ancak kendi iç güzelliklerinden doyum bulanlar, başkalarının güzelliklerini de görebilirler. Bizi, kendimizle ilgili olarak ne hissettirdiğine bağlı olarak, birine aşık oluruz. Yalnız başına kalmakla ilgili bir sorununuz olmadığını anlayana dek, yalnızlıktan kurtulmak için mi, yoksa gerçekten sevdiğiniz için mi birlikte olmak istediğinizi anlayamazsınız.Kendi başınızayken kendinizi yalnız hissediyorsanız, iyi bir arkadaşınız yok demektir.

Kendinizle mutlu değilseniz, başka hiç kimse ile mutlu olamazsınız. Oysa, kendinizle arkadaş olursanız, hiçbir zaman yalnız kalmazsınız.Kendi kendinizle konuştuğunuz denli kimseyle konuşmuyorsunuz, dolayısıyla iç sesinizi iyi dinleyin ve kendinize iyi davranın.

İyi ya da kötü yoktur. Her şey, her nasılsa öyledir. Doğru seçim yoktur, yalnızca sizin kendi seçimleriniz vardır. Düşünceleriniz genel geçer gerçeklikler değildir. “Düşündüğünüz her şeye inanmayın.” İnsanlar, gördüklerine inanmazlar, inandıklarını görürler. Düşünceleriniz ancak sizin gerçekliğinizdir. Başka bir gerçeklik yoktur, yalnızca algılarınız ve yorumlarınız vardır. “Olayları olduğu gibi değil, olduğumuz gibi görürüz. ”Yaşamın da kendi başına bir anlamı yoktur, ona anlam veren kişinin kendisidir. Herkes, yaşama kendi özel anlamını yükler. Yaşam, yaptığımız seçimlerin bir toplamından oluşur. Biz seçimler yaparız, yaptığımız seçimler bizi yapar.

Kimse, bir başkasından üstte ya da altta değildir, kimse birbirine eşit de değildir. İnsanlar, eşi benzeri olmayan biricik varlıklardır. Yaşadığınız “sorun” gerçekte çoğu zaman bir sorun değildir. “Sorun”unuza gösterdiğiniz tepki sizin sorununuzdur. Yaşamın çok az bir kesimi başınıza ne geldiği, çok büyük bir kesimi ise buna nasıl tepki gösterdiğinizle belirlenir. Yaşamöykünüz, kendi anılarınız, deneyimleriniz, inançlarınız ve kendinizle ilgili görüşlerinizin bir toplamından oluşur. Kendine güven, kendinin başkalarından daha iyi olduğunu düşünmek değil, kendini başkalarıyla karşılaştırma gereği duymamaktır. “Daldaki kuş, dalın kırılmasından korkmaz; çünkü dala değil, kendi kanatlarına güvenir. ”Özdisiplin, şu anda ne istediğinizle, en çok ne istediğiniz arasında bir seçim yapmaktır. İstekleriniz için özveride bulunmazsanız, isteklerinizden özveride bulunmak durumunda kalırsınız.

Ne’ye inanırsanız o olursunuz. Kendi kendinize ne söylerseniz ona inanırsınız. Kendinize yetersiz olduğunuzu söylerseniz buna, yeterli olduğunuzu söylerseniz ona inanırsınız. Olacağına inanırsanız fırsatları, olmayacağına inanırsanız engelleri görürsünüz. İstediğiniz gibi olamazsınız, ne’ye inanıyorsanız o olursunuz. Korku, ölümü engellemez, yaşamayı engeller. Kendinizi seçtiğinizde, kimi insanları yitirmeyi göze almanız gerekir. Birilerine “evet” derken, kendinize “hayır” deyip demediğinizden emin olmanız gerekir. İnsanlarla ters düşmekten korkmayın, kendinizle ters düşmekten korkun. “Palyaçoyu, neden bir palyaço gibi davrandığından ötürü suçlamayın. Neden sirk’e gitmeyi sürdürdüğünüzü kendi kendinize sorun. ”Çevrenizdeki insanları değiştiremezsiniz, ancak çevrenizdeki insanları değiştirebilirsiniz. Mevlana’nın söylediği gibi, “Siz okyanusta bir damla değilsiniz, bir damladaki bütün bir okyanussunuz. ”Her insan ölümü tadacaktır, ancak bir bölümü yaşamı tadar…

Yapmacık (Histriyonik) Kişilik

Yapmacık (histriyonik) kişilik yapısı olan bir kişiyi nasıl tanırsınız ve böyle bir kişiyle nasıl baş edebilirsiniz?..• Bu kişiler, ilgi odağı olmadıklarında, bütün ilgi üzerlerinde olmadığında ya da ilgiyi üzerlerine çekemediklerinde, bundan büyük bir rahatsızlık duyarlar

.• Dış görünümü aşırı önemserler, dış görünümleriyle aşırı ilgilidirler.• Açık saçık giyinirler; cilveli, ayartıcı, baştan çıkartıcı davranışlar sergilerler, kırıştırmaya (flört etmeye) yatkındırlar

.• Başkalarının yanında, sanki bir oyun sergiliyormuş gibi, abartılı, ancak içtenlikten yoksun, yapmacık davranışlar gösterirler.• Sürekli bir onaylanma ve beğenilme gereksinmesi duyarlar.

• Eleştirilmeye ya da onaylanmamaya aşırı duyarlıdırlar.

• Başkalarından kolayca etkilenirler, kolay kandırılabilirler

.• Duyguları birden değişir. Gösterdikleri duygular, başkalarına, genellikle yüzeysel ve abartılı gelir. Ancak, kendilerini, “aşırı duygusal” olarak tanımlarlar

.• Sıradanlıktan kolay sıkılırlar, başladıkları işleri genelde bitirmeden bırakırlar ya da bir etkinlikten başka bir etkinliğe atlayıp dururlar

.• Üzerinde çok düşünmeden, birden eyleme geçerler

.• Birden karar verirler.

• Benmerkezcidirler ve yalnızca kendileriyle ilgilidirler, başkaları çok umurlarında değildir.

• Konuşmaları genelde kendileriyle ilgilidir ve karşılarındakileri etkilemeye yöneliktir. Genellikle ayrıntıdan ya da derinlikten yoksun, sığ bir konuşma biçimleri vardır.

• İstekleri hemen gerçekleşsin isterler, sabırsızdırlar, beklemeye gelemezler. Beklemeleri gerektiğinde çocuksu birtakım tepkiler gösterebilirler

.• İlişkilerini sağlıklı bir biçimde sürdürmekte güçlük çekerler. Başkalarıyla etkileşimlerinde yüzeysel ya da “–miş gibi” bir tutum sergilerler.Bu insanlarla birlikte olmak ya da bir arada yaşamak insanı kızdırabilir, yorabilir ya da tüketebilir. Ancak, bu insanlar, kendi davranışlarının ayrımında değildirler ve bunları olağan olarak kabul ederler. Bunu kabul etmek ve anlayışla karşılamak gerekir. Öyle istedikleri için, öyle davranıyor değildirler; dünyayla baş edebilmek için, ancak öyle davranmayı öğrenebilmişlerdir. Bir anda değişecek de değillerdir. Dolayısıyla, bu kişilerden uzak durulamıyorsa, anlayışlı ve sabırlı olunması gerekir.Onları böyle kabul edebilir ve saygı gösterebiliriz, ancak bizim de saygı görmeye hakkımız vardır. Bu kişilerin size karşı olan saygısız davranışlarını ya da bağırıp çağırmalarını hoşgörüyle karşılamamanız gerekir. Abartılı bir biçimde davrandıklarında da, bir çatışma içine girmemeniz iyi olur. Derin bir soluk almalı ve “Sakinleştiğinde yeniden konuşabiliriz” demelisiniz. “Sana saygı gösteriyorum ve değer veriyorum, ancak bana kötü davranmana izin veremem” demeniz gerekir.Bu kişiler, karşılarındaki insanları parmaklarında oynatmaya da çalışabilirler. Oyuna gelmemeniz gerekir.Yine, bu kişilerin ilgi çekme çabaları da, olabildiğince görmezden gelinmeli, gözardı edilmelidir. Abartılı bir biçimde davrandıklarında, bağırıp çağırdıklarında, bitmez tükenmez yakınmalar getirdiklerinde ya da olayları korkunçlaştırdıklarında, bu tutum ve davranışlarını olabildiğince görmezden gelmeye çalışmalısınız; çünkü bunların üzerinde duracak olursanız, bu davranışlarının işe yaradığını düşünecek ve bunları yineleyeceklerdir. Sözgelimi. “Böyle konuşacak olursan, seni dinlemeyeceğim” ya da “Abartılı tepkiler gösterdiğini düşünüyorum, olaylara daha nesnel, daha değişik bir biçimde bakabilecek olursan, konuşmaya hazırım” diyebilirsiniz.Öte yandan, sanki bir oyun sergiliyorlarmış gibi ya da abartılı bir biçimde davranmadıklarında, bu gibi davranışları karşısında daha ilgili olarak, bu davranışlarının pekişmesini sağlayabilirsiniz. Bu gibi durumlarda, “Böyle konuşuyor/davranıyor olman çok hoş…” gibi birtakım sözler söyleyebilirsiniz. Bu kişileri “histriyonik” olduklarına inandırmaya çalışmanın hiçbir yararı olmaz. Ancak, ilişkilerinin daha sağlıklı olabilmesi ve yaşadıkları çatışmalarla daha iyi baş edebilmeleri için, uzman bir terapistten terapi almalarının yararlı olabileceği konusunda yol gösterilebilir…

Sevgisiz Evlilikler

Sevgisiz evliliklerin birtakım belirtileri vardır:

• Birbirinizden uzaksınızdır. Çocuklarınız, çalışma yaşamınız ya da başka birtakım işleriniz, bir arada, bütün zamanınızı (ç)alıyordur. Sizin ya da eşinizin gözünde, evliliğiniz, belki böyle olduğunun siz ayrımında bile olmadan, eski önemini ya da değerini yitirmiştir. Birlikte zaman geçirmekten hoşlanmıyorsunuzdur. Kimi zaman bir aradasınızdır, ancak siz orada değilsinizdir. Bir arada olmadığınız zamanlarda, kendinizi daha çok “kendiniz” olarak hissediyorsunuzdur. Kendinize sakladığınız sırlarınız giderek artmaya başlamıştır.

• İş yaşamınız, yaşadığınız parasal güçlükler ve yapmakla yükümlü olduğunuz işler önceliğiniz olmuş, evliliğinizin eğlenceli yanını alıp götürmüştür. Bunun ayrımına vardığınızda, bunu çok önemsemiyorsanız ya da sözgelimi, işinizde yükselmeyi daha çok önemsiyorsanız, ortada bir sorun var demektir.

• İletişiminiz bozulmuştur. Çok kavga ediyorsunuzdur ya da aranızda pek konuşmuyorsunuzdur. Hiç tartışmıyorsanız ve kendinizi kapatmışsanız, bu da, artık yaşadığınız sorunları çözme beklentinizin kalmadığının bir göstergesidir.

• Birbirinize değer vermiyorsunuzdur. Sürekli olarak birbirinizi eleştiriyor, suçluyor; birbirinizi hor görüyor, aşağılıyorsunuzdur. Birinizin her yaptığı diğerine “batıyor”dur, birbirinize anlayışlı davranmıyorsunuzdur. Aranızda bir saygı ilişkisi kalmamıştır.

• Aranızda cinsellik vardır ya da yoktur, ancak bu alanda kendinizi iyi hissetmiyorsunuzdur. Sevgisiz evliliklerde, cinsellik, yine de sürüyor olabilir. Ancak böyle bir cinsel birliktelik, gerçek bir sevgi paylaşımından ve sevişmeden çok, bir gerilimden kurtulma yoludur.

• Eşinizi çok umursamıyorsunuzdur ya da eşinizin sizi umursadığını düşünmüyorsunuzdur. Bir şey hissetmemek de güçlü bir duygudur. Eşinizin herhangi bir eylemi artık sizi pek ilgilendirmiyorsa ortada bir sorun var demektir.

• Eşiniz, sizin gösterdiğiniz çabalara karşılık vermiyordur. Evliliğinizi canlandırmak için çaba gösteriyor, ancak bir karşılık alamıyorsanız, sevgisiz bir evliliği sürdürüyorsunuz demektir.

• Evliliğinizin başından beri hiçbir zaman iyi bir arkadaş olamamışsınızdır. Sözlüklerdeki tanımlara göre arkadaş, sevdiğiniz ve birlikte olmaktan keyif aldığınız kişidir. Arkadaşların genellikle benzer ilgi alanları vardır ve arkadaşlar yaşamın tatlı ve acı yönlerini birlikte paylaşırlar. Eşinizin iyi bir arkadaşınız olması, evliliğinizin en büyük ödülüdür. Arkadaşlık, mutlu ve uzun süreli evliliklerin temel taşıdır. Yapılan çalışmalar, duygusal yakınlığın, bedensel çekicilikten beş kat daha önemli olduğunu göstermiştir. Arkadaş olan çiftler daha çok birlikte zaman geçirmek isterler ve birbirlerini gerçekten çok severler. Evliliğinizi yeniden bir yoluna koymak için, neden böyle olduğu ve evliliğinizde nasıl daha mutlu olabileceğiniz ve neler yapmanız gerektiği üzerinde düşünmeniz gerekir. Aşağıdaki seçenekleri göz önünde bulundurabilirsiniz:

• Eşinizle iyi bir arkadaş olmaya çalışın. Birlikte, nitelikli zaman geçirmeye özen gösterin. Günlük yaşamınızda olup bitenleri onunla paylaşmaya çalışın. Ona güvenin ve onun güvenini kazanmaya çalışın. Ortak birtakım ilgi alanları bulmaya çalışın. Birlikte eğlenceli zamanlar geçirmeye çalışın. Birlikte gülün. Birlikte, yeni birtakım eylemlere girişin ve yeni birtakım anılar oluşturun. Ortak yaşam amaçları belirlemeye çalışın, birlikte hayaller kurun. Birbirinize saygı duyun, birbirinize iyi davranın. Birbirinizin başarılarını alkışlayın. Eşinize ve onun yaptıklarına değer verin. Ona karşı düşünceli ve özenli davranmaya çalışın. Güceniklikler yaşamak yerine, olabildiğince bağışlayıcı olun. Gerçek bir arkadaşlık yaşam boyu sürer. Güzel bir Afrika deyişi vardır: “Arkadaş, sizin şarkınızı bilen ve siz o şarkıyı unuttuğunuzda bile, size o şarkıyı söyleyebilen kişidir.” Arkadaşınız olan eşiniz, kendinizi çirkin hissettiğinizde sizin güzelliğinizi görebilendir, suçlu hissettiğinizde suçsuzluğunuzu bilendir, kırıldığınızda bütünlüğünüzü size gösterebilendir ve yolunuzu yitirdiğinizde size yol gösterebilendir.

• Eşinizle iletişim kurmaya çalışın. Neden böyle bir noktaya geldiğinizi, daha güzel bir evliliğinizin olabilmesi için neler yapabileceğini konuşabilirsiniz. Artık güzel bir evliliğiniz olsun diye çaba göstermiyor olabilirsiniz, bunun için özel zaman ayırmıyor da olabilirsiniz ya da yaşamınızdaki başka birtakım güçlükler altında eziliyor gibi olduğunuz için evliliğinizi artık pek önemsemiyor olabilirsiniz. Bu aşamada, iletişim becerilerinizi, sorun çözme becerilerinizi geliştirmek için evlilik danışmanlığı alabilirsiniz.

• Birbirinizden bir süre ayrı kalabilirsiniz. Bu yaklaşım, birbirinizden haftalarca ya da aylarca ayrı kalmanız ya da evden çekip gitmeniz anlamına gelmez. Sözgelimi, bir hafta için ayrı kalabilir ve kendinizi günlük koşuşturmaların dışına taşıyarak, ne olup bittiği üzerinde daha sakin bir biçimde düşünebilirsiniz. Uzakta olmak size ne hissettiriyor?.. Bunun üzerinde düşünebilirsiniz.

• Gerçekten çok mutsuz iseniz ve evlilik ilişkiniz düzelecek gibi durmuyorsa ayrılmak ya da boşanmak da bir çözüm olabilir. Böyle bir durumda, konuşurken kendinizi daha iyi anlamanız, almayı düşündüğünüz kararın artılarını ve eksilerini iyi değerlendirmeniz ve bu kararın arkasında nasıl durabileceğiniz gibi konularda bireysel terapi almanız yararlı olur. Terapi görüşmeleri sırasında, kendinize yasak koyduğunuz birtakım düşünce ve duygularınızı terapistinizle paylaşabilirsiniz. Bunu, kendi değer yargıları ve kendilerine özgü gündemleri olan tanıdıklarınızla yapmanız çok doğru olmaz.

• Ortak bir işi sürdürüyor olma, parasal nedenler ve çocukların geleceği gibi konular yüzünden ayrılmak ya da boşanmak da olanaklı değilse, sevgisiz bir evlilikte de mutlu olmanın yollarını bulabilirsiniz. Bunun yollarından biri, sizin için önemli alanlara daha çok odaklanmak ve kendi başınıza yaptığınız etkinliklerden (sanatsal etkinlikler, spor etkinlikleri vb.) daha çok doyum sağlamaktır. Kendinizi geliştirecek ve kendi başınıza ayaklarınızın üzerinde durabilecek olursanız, belki zamanla, ilişkinizi de güçlendirebilirsiniz ya da en azından mutlu bir yaşam sürersiniz. Kendi başınıza başka bir alana odaklanacak olursanız, yeni birtakım bilgi ve beceriler kazanacak olursanız, yaşadığınız gerginlikten bir süre uzaklaşabilir, ruhsal açıdan soluklanabilir ve daha sağlıklı düşünebilirsiniz. Öte yandan, yaşamda sahip olduklarınız için gönül borcu duymaya çalışmalısınız. Daha mutlu olabilmenin yollarından biri, insanın sahip oldukları için gönül borcu duymasıdır. Eşinizin iyi yönlerini de göz önünde bulundurup bunun için de bir gönül borcu duyabilirsiniz. Evle ilgili olarak üzerine düşeni yapıyor, çocuklarına iyi bir anababalık yapıyor, kaba davranmıyordur ya da başka birtakım olumlu özellikleri vardır. Ev, çocuklar ya da yaşamın genel sorumlulukları, sizin sürekli bir koşuşturma içinde olmanız sonucunu doğurmuş olabilir. Ancak kendinize yeni bir alan açtığınız ve soluklandığınız ayrı birtakım toplumsal bağlarınız da olmalıdır. Eşiniz, toplumsal yaşamınızın bütününü kaplayacak demek değildir, böyle bir beklenti içinde olmamalısınız. İnsanlar toplumsal yaratıklardır. İnsanların başka arkadaşlara ve onlarla birlikte toplumsallaşmaya gereksinmeleri vardır. Toplumsal ilişkiler ağından uzak durmak, kişinin evliliğinde de kendisini yalnız hissetmesine neden olur. Dolayısıyla, sizi besleyen toplumsal ilişkiler ağı kurmanızın ve toplumsal etkileşmeler içinde olmanızın ve böyle fırsatlar yaratmanızın büyük yararı olur. Son olarak, evliliğinizden beklentilerinizi yeniden gözden geçirmenizde yarar vardır. Çünkü, karşılanamayacak beklentiler içinde olmak sizi daha da mutsuz eder. “Öyle ol-mamalı..” demek yerine, “Değil mi ki öyle…” diyebilmeli, gerçeklikle barışabilmeli ve yaşamınızı bunun üzerine kurgulamalı ve kurmalısınız.

Oscar Wilde’in bir deyişi da ayrıca düşündürücüdür: “Sevgisiz evlilikten daha kötü tek bir şey vardır, sevginin olduğu, ancak tek bir kişinin sevgi duyduğu evlilik.” Gerçek sevgi, karşılık bulan sevgidir… Sevgi, ancak karşılığını bulunca beslenir, gelişir, güçlenir ve kökleşir…

(Biraz düzeltilmiş bir Türkçe’siyle) şairin de söylediği gibi:

“Yeni bir yaşam istiyorum…

Sıfır, hiç kullanılmamış

;Çileden çıkarılmamış,Umutları elinden alınıp,Gençliği çalınmamış…

Yeni bir kalp istiyorum,Yerden yere vurulmamış,Dağılmamış, kırılmamış…

Yeni bir göz istiyorum,Gecelerce ağlayıp,Kan çanağı olmamış,Işıltısı kaybolmamış…

Yeni bir yaşam istiyorum…

Biliyorum olanaksız…

Ancak!..Ben kendimi,Yeniden yaşamak istiyorum…”diyor olabilirsiniz…

Mutlu olmak herkesin hakkı!..

Evliliğinizde/Birlikteliğinizde Sağlıklı Bir İlişki

Evliliğinizde/birlikteliğinizde sağlıklı bir ilişki içinde olduğunuzun başlıca belirtileri şunlardır:

• Her iki yönlü, açık bir iletişim içindesinizdir; konuşulması çok güç olan konuları bile aranızda konuşabiliyorsunuzdur.

• İlişkiniz bozulmasın diye bireyselliğinizi bırakmış değilsinizdir. İlişkinizin dışında da, size doyum sağlayan birtakım olaylar ve etkinlikler vardır.

• Birbirinizin duygularını görmezden gelmiyor, birbirinizin yaşadığı duyguları önemsiyorsunuzdur. Güzel sözlerinizle sık sık birbirinizi iyi hissettiriyorsunuzdur.

• Birbirinizi daha iyi anlamaya çalışıyorsunuzdur ve bunun için hala zaman harcıyorsunuzdur.

• Kendi düşüncelerinizi karşınızdakine dayatmak yerine, birbirinizin bakış açısına, görüş ve düşüncelerine değer veriyor, saygı duyuyorsunuzdur.

• Ters düştüğünüz konularda hemen bir yargıya varmadan, yaşadığınız çatışmayı çözme konusunda her ikiniz de istekli davranıyorsunuzdur

.• “Seni seviyorum”, “Eline sağlık”, “Çok sağol”, “Öyle olduğu için üzgünüm” gibi deyişleri sık sık kullanarak, birbirinizi önemsediğinizi ve birbirinize değer verdiğinizi gösteriyorsunuzdur.

• Birbirinize güven duymanızı sağlayacak temel birtakım kuralları belirlemişsinizdir.• Birbirinize kötü sözler söylemiyorsunuzdur, birbirinizi hiçbir zaman aşağılamıyorsunuzdur.

• Düşünceli olduğunuzu gösteriyor, birbirinizi düşündüğünüzü gösteren davranışlar sergiliyorsunuzdur.• Büyük kararları birlikte veriyorsunuzdur.

• Uzun erimli amaçlarınızı birlikte konuşuyor, birlikte belirliyor ve benzer amaçlar için birlikte koşuyor olmaktan mutluluk duyuyorsunuzdur.

• Aranızda “oynaşma”ya da bir alan bırakmışsınızdır, birlikteliğiniz eğlencelidir ve birlikteliğinizin tadını çıkarıyorsunuzdur. Birbirinize, başka kimsenin bilmediği özel birtakım adlar bile takmışsınızdır, kimi/çoğu zaman ona, o sevimli adıyla sesleniyorsunuzdur.

• Yakınlaşmakta bir güçlük çekmiyorsunuzdur, birbirinizin elini tutuyor, sık sık birbirinize sarılıyor, öpüşüyorsunuzdur.

• Birinizin, bir diğeri için ne denli değerli olduğunu sık sık dile getiriyorsunuzdur, söz ve davranışlarınızla ona “İyi ki varsın!..” diyorsunuzdur.

Yaşamda Başarı Göstermenin 10 Altın Kuralı

Yaşamda başarı göstermenin 10 altın kuralının şunlar olduğunu düşünüyorum:

1. Başaracağınıza inanırsanız, başarabilirsiniz; başaramayacağınıza inanırsanız haklı çıkarsınız.

2. Başaracağına inananlar fırsatları, başaramayacağına inananlar engelleri görürler.

3. Fırsatlar, genelde karşınıza çıkmazlar, bunları siz yaratırsınız.

4. Engeller, gözünüzü hedeften ayırdığınız zaman gördüklerinizdir.

5. Başarıya giden kestirme bir yol yoktur. Kestirme bir yol arayışı, sizi başarısızlığa götürür. “B”aşarının, “ç”alışmanın öncesinde yer aldığı tek yer sözlüktür.

6. İnsanlar önünüze taş koymuş olabilirler; bunlardan duvar mı yaparsınız, köprü mü, bu size kalmış.

7. Yenildiğiniz an, yenilgiyi kabul ettiğiniz andır.

8. Başarınız, büyük ölçüde, başarısızlıklarınızla nasıl baş ettiğinize bağlıdır.

9. Yaptığınız yanlışlar bir “öğrenme yaşantısı” olmuşsa, artık yanlış olmaktan çıkmıştır. Ders çıkarabilmişseniz, başarısızlıklarınız bile bir başarıya dönüşmüş demektir.

10. Herkesin izinden giderseniz, kendiniz bir iz bırakamazsınız. Geride bir iz bırakmak istiyorsanız, kendinize yeni bir yol çizin. Sıradan olursanız, sürüden olursunuz; özel bir başarı göstermemiş olursunuz.

Duyarsız ve Topluma Karşı (Antisosyal) Kişilik Bozukluğu

Duyarsız ve topluma karşı (antisosyal) kişilik bozukluğunu nasıl tanıyabilirsiniz ve bu kişilerle nasıl baş edebilirsiniz?..Duyarsız kişilik bozukluğu, toplumsal değerleri hiçe saymanın yanı sıra başkalarının haklarını da yok sayan kişilik özelliklerinin olduğu bir kişilik yapılanmasıdır. “Psikopat” ya da “sosyopat” olarak da adlandırılabilen bu kişilik yapısının aşağıdaki özellikleri vardır:

• Toplumsal değerleri önemsemezler, yanlışı ya da doğruyu tanımazlar.

• Başkalarının haklarını ve duygularını göz önünde bulundurmazlar.

• Herhangi olumsuz bir davranışları için pişmanlık ya da suçluluk duymazlar.

• İstediklerini elde edebilmek için başkalarını kullanmaya, onlarını ellerinde oynatmaya çalışırlar.

• İnsanlara karşı duyarsız ve kaba davranma eğilimi gösterirler.Bu kişilik bozukluğunun göstergesi olan başka birtakım belirtiler daha vardır. Ancak bu belirtilerden herhangi biri, tek başına, böyle bir kişilik bozukluğu olduğunu göstermez. Bunlar, gözden kaçırılmaması gereken belirtilerdir. Bu kişilik bozukluğunu düşündüren başlıca belirtiler şunlardır:

• Başkalarından yararlanmak, başkalarını kullanmak, insanları sömürmek ve insanları parmağında oynatmak için sürekli yalan söylerler, insanları kandırmaya ya da aldatmaya sürekli bir eğilim gösterirler.

• Geçmişte yaptıkları yanlışlardan, hiçbir zaman bir ders çıkarmazlar.

• Başkalarına karşı, saygısız, kaba ve duyarsız davranırlar. Ancak, istediklerini elde etmek istedikleri zaman, insanlara “tatlı ve sevimli” davrandıkları ve alttan aldıkları da olur.

• Kendini beğenmiş bir tutum içindedirler ve düşüncelerini hiçbir zaman değiştirme gereği duymazlar. • Giriştikleri eylemlerin olası olumsuz sonuçlarını öngöremezler.

• Dürtüsel kararlar verirler, günübirlik yaşarlar ve gelecek için genelde bir tasarıları yoktur.

• İstekleri hemen gerçekleşsin isterler, hemen bir doyum bulmak isterler ve beklemeye gelemezler, hiç sabırları yoktur.

• Sakınmaksızın davranırlar; giriştikleri eylemlerde, gerekli güvenlik önlemlerini almazlar. • Başkalarının haklarını görmezden gelirler ve başkalarının gözünü korkutmaya çalışırlar.

• İkili ilişkilerinde sömürgen olurlar ve ilişkilerini uzun bir süre, düzgün bir biçimde sürdüremezler.

• Ancak aşırı uçlarda doyum bulabilirler. Tehlikeli sporlara ya da etkinliklere özellikle ilgi duyarlar.

• Başkalarını incittikleri ya da kırdıkları durumlar için bir pişmanlık ya da suçluluk duymazlar, insanlara zarar verdikleri için “vicdan azabı” çekmezler. İnsanlarla eşduyum (empati) yapmazlar.

• Sözleri ve davranışlarıyla saldırgan olabilirler. Öfkelerini denetim altında tutmakta büyük güçlük çekerler.

• Davranışlarının sonuçları ve yaşadıkları sorunlar için hep başkalarını suçlarlar.

• Yükümlülüklerini yerine getirmezler. Genelde sorumsuz davranırlar.

• Toplumsal kuralları tanımak istemezler. Aşırı alkol ya da uyuşturucu-uyarıcı madde kullanma eğilimleri vardır.

• Yasalara aykırı davranışları olur, çevreye zarar verebilirler.Bu kişilik yapısı, erkeklerin yaklaşık % 3’ünde, kadınların ise yaklaşık % 1’inde görülür. Kimilerinde 15 yaşından önce bile birtakım belirtileri görülebilir. Cezaevlerindeki erkeklerin % 80’inin, kadınların ise % 65’inin böyle bir kişilik bozukluğu vardır. Birçok üst düzeyde yöneticide de benzer kişilik özellikleri görülebilir.Ancak, duyarsız kişilik yapısı olan herkes, bir biçimde şiddete başvuracak ya da saldırgan davranacak demek değildir. Büyük suçlar işleyen herkes topluma karşı olmadığı gibi, topluma karşı kişilik özellikleri olan herkes de suç işleyecek demek değildir. Bu kişilik bozukluğunun genelde kalıtımsal bir altyapısı vardır. Tümüyle tedavi edilemese bile, birtakım önlemler alınarak, bu kişilerin de, yükümlülüklerini oldukça iyi bir biçimde yerine getirmeleri, oldukça mutlu ve doyumlu bir yaşam sürmeleri sağlanabilir. Bu kişilik bozukluğunun belirtilerinin en yoğun yaşandığı yıllar 25’le 45 yaşları arasıdır. Kırk beş yaşından sonra belirtilerde bir ölçüde düzelme olur. Bu gibi insanlarla etkileşimlerinizde yapmanız ve yapmamanız gerekenler şunlardır:

• Bu insanları düzeltmeye çalışmayın, başaramazsınız.

• Aranıza sınır koymaya çalışın, çünkü kendinizi korumanız gerekir.

• Çevrenize görünmez bir duvar örün, içeri girmelerine izin vermeyin; kendinize güvenli bir alan tanımlayın.

• Gerçek duygularınızı göstermemeye çalışın, onların yanında hep “poker yüzü”nüzü takının. Çünkü, yaşadığınız bütün içten duygularınızı size karşı kullanmaya kalkışabilirler.

• Güçsüz olduğunuz yanlarınızı onlara göstermeyin.

• Herhangi kişisel bir bilginizi ya da tasarılarınızı onlarla paylaşmayın.

• Etkileşimde bulunmak durumunda kaldığınızda, konuşmayı daha çok onların üzerine çekmeye çalışın.

• Söylediklerine pek inanmayın. İnandırıcı bir biçimde yalan söylüyor olabilirler.

• Kendinizi, daha alttaymış ya da borçluymuş gibi bir konuma ya da öyle bir duruma sokmayın. Bu kişilerin terapistleri, bu kişilerin yaşadıkları dünyayı nasıl algıladıkları, kendilerinin önemi ve kendilerine biçtikleri değer ile ilgili algıları üzerinde dururlar. Dünyaya ve kendilerine bakış açılarının istendik sonuçlar vermediğine ilişkin çıkarımlar yapmalarına, dolayısıyla bakış açılarını, tutum ve davranışlarını değiştirmelerinin daha iyi olacağını görmelerine yardımcı olmaya çalışırlar…

Yaşamın Anlamı Nedir ?

Hepimiz, yaşamın ne gibi bir anlam taşıdığını, bu dünyada ne gibi bir amacımızın olduğunu anlamak isteriz ve birçoğumuz, yaşamın, yaşamaya değer olup olmadığını sık sık sorgularız. Ancak, “Neden böyle bir anlamının olmasına gereksiniyoruz?.. Bu anlam bizi nasıl etkileyecek?..” sorularını pek kendi kendimize sormayız. Bu konuda, Joseph Campbell, “Yaşamın kendi başına bir anlamı yoktur. Her birimizin yaşama yüklediği bir anlam vardır. Dolayısıyla, sorunun yanıtı kendiniz olduğunuz için, ayrıca böyle bir soru sormaya gerek yoktur” demiştir. Varoluşçu yaklaşım da, yaşamda genel geçer bir anlam bulmaktansa, her insanın kendi anlamını kendisinin bulduğunu öne sürer. Çağdaş psikoloji bakış açısıyla da yaşamın genel anlamı artık sorgulanmamaktadır. Bütün psikiyatristler ve psikologlar, herkesin, kendisi için bir anlam kurguladığını kabul ederler. Ayrıca, yaşama özel anlamlar yükleyenlerin gönendiklerini ve kendilerini geliştirdiklerini, yaşama bir anlam yükleyemeyenlerin ise acı çektiklerini söylerler. Dolayısıyla, bu anlamı artırmak için neler yapılması, böyle bir anlam yükleyebilmek için ne gibi kaynaklar bulunması gerektiği üzerinde dururlar. Nazi toplama kamplarında kalmış olan, ünlü psikiyatrist Viktor Frankl, “İnsanın özgürlük alanlarının, biri dışında, hepsi elinden alınabilir. İnsanın elinden alınamayacak tek özgürlüğü, hangi durumda nasıl bir tutum alacağını seçme özgürlüğüdür” demiştir.
Frankl’ın genel yaklaşımının üç ana öğesi vardır:

1. Her bireyin sağlıklı bir “öz”ü vardır.

2. Her bireyin, bu sağlıklı öz’ünü “kullanmak” için içsel birtakım kaynakları vardır.

3. Yaşam, herkese, bireysel bir amaç ve anlam bulma fırsatları sunar; ancak yaşamın, hiç kimseye mutluluk ya da yaşam doyumu vermekle ilgili bir yükümlülüğü yoktur.

Frankl’a göre yaşamda bir anlam bulmanın üç yolu vardır:

1. Kendince anlamlı bir iş yapmak ya da birtakım görevleri yerine getirmek

2. Bir olayı ya da durumu tam olarak deneyimlemek ya da birini sevmek

3. Kaçınılamaz acılara uyum sağlamayı sağlayacak doğru bir tutum almak

Acı çekmenin de yaşamın kaçınılamaz bir yanı olduğunu düşünen Frankl, böyle istenmedik bir durum karşısında nasıl tepki göstereceğimizi seçebileceğimizi ve bundan da bir anlam çıkarabileceğimizi söylemiştir. George ve Park adlı psikolog araştırmacıların bakış açılarına göre de, yaşamın anlamını kavramsallaştırmanın üç temel öğesi vardır. Bu araştırmacılara göre,1. İnsanların, kendi yaşamlarıyla ilgili, kendi içinde tutarlılığı olan, öngörülebilir ve yapılandırılmış, genel bir yaşam anlayışlarının olması; böylece, yaşamı, yaşamaya değer bulmaları;2. Değer verdikleri yaşam amaçlarından ve kişisel tutkularından yola çıkarak yaşamı deneyimleyebiliyor ve kendilerine, kendilerince bir yol çizebiliyor olmaları;3. Kendi varoluşlarının bu dünya için önemli ve değerli olduğunu düşünmeleri büyük önem taşır. Bu araştırmacılara göre, “anlayış”, “amaçlar” ve “önemlilik” kavramlarının, birbirlerinden ayrı kavramlar olarak görülmemesi, tam tersine birbirleriyle yakından ilişkili kavramlar olarak, yaşamın anlamını belirleyen kavramlar olarak anlaşılması gerekir. Bunlar, birbirleriyle doğal olarak etkileşen ve birbirlerini etkileyen ve biri daha aşağıda olunca, diğerini de aşağıya çeken kavramlar olarak görülürler. Yaşamınıza daha çok anlam katacak ne gibi etkenler olacağını düşünüyor ve nereye bakacağınızı bilmiyorsanız, belki de gereğinden çok düşünüyor olabilirsiniz…Yaşam sürecinde, her tek bir durumda ya da etkileşmede büyük bir anlam bulabilirsiniz.

Örnekleyecek olursak,

• Birini beğenmek ya da sevmek

• Beğendiğiniz ya da sevdiğiniz biriyle bir araya gelmek

• Birine karşı derinden hissettiğiniz duygularınızı göstermek ya da birinin size karşı hissettiği güzel duygularını göstermesi

• Sevdiğiniz birinin sevincine ortak olmak ya da sevincinize ortak olunduğunu görmek• Değer verdiğiniz bir kişiyle tanışmak, yeni bir yaşam biçimini ya da yeni bir kültürü tanımak

• Yaşamınızı değiştirecek, çok önemli, yeni bir karar vermek

• Eve geldiğinizde, kendinizi bekleyen evcil hayvanınızı sevmek

• Doğanının güzel yanlarına sevgiyle bakmak, bunlara büyük bir hayranlık duymak

• Sizi mutsuz eden bir durumu sonlandırmak

• Gerçekleştirmek istediğiniz bir düş’ün gerçekleştiğini ya da bu yolda gösterdiğiniz çabaların giderek anlam kazandığını görmek

• Yeni bir beceri kazanmak yaşamımıza, o an için, büyük bir anlam katabilir.

Olumlu yaşantılarınızı artırıp, olumsuz olanlarından olabildiğince uzak durmak, sizi daha mutlu edecek, yaşamınıza daha çok anlam katacaktır. Unutmamamız gereken diğer bir konu da, ancak istenmedik birtakım durumlar karşısında kendi içsel güçlerimizi işe koşuyor ve kendimizi geliştirme olanağı buluyor olmamızdır. Böylece kendimizle daha mutlu oluruz…Frankl’ın, “Yaşamın anlamı kişiden kişiye değişir, günden güne, saatten saate de değişir. Dolayısıyla, yaşama genel bir anlam yüklemeye çalışmaktansa, yaşamın herhangi bir an’ında, ona özel bir anlam yüklemek çok daha doğru olur” demesine katılmamak olanaklı değildir…Belki de, yaşamın anlamı, yaşanan güzel anlarla, yaşama anlam katmak demektir…