Belirsizliğe Katlanma

Yaşamda belirli olan tek bir şey vardır, o da belirsizliktir. Sürekli olarak beklenmedik birtakım olaylarla karşılaşırız ve yaşamımızda sürekli yeni birtakım değişiklikler olur. Yanıtlarını bulduğumuzu sandığımız bir aşamada, sorular değişir. Belirsizlikler, bir yandan da rahatsızlık verici durumlardır. Bizim için özellikle önem taşıyan durumlar için belirsizliğe katlanmak öyle kolay olmayabilir. Belirsizliğe katlanamıyor olmanın birtakım belirtileri vardır:

• Olası her soru’nun kesin bir yanıtının, olası her sorun’un tam bir çözümünün olması gerektiği beklentisi içinde olunur.

• Olası çözümün kesin bir sonuç vermesi gerektiği beklentisi içine girilir.

• Olma olasılığı düşük, istenmedik birtakım olaylar olacak diye sürekli bir kaygı duyulur.

• Sürekli olarak başkalarından güvence istenir.

• Belirsizlik, kötü bir şeyler olacağı biçiminde yorumlanır.

• Belirsizliğe katlanılamıyor olduğu için yapılacak işler sürekli ertelenir, yapılması gerekenler yapılmayabilir ya da karar vermek için, gereğinden çok başkalarının görüşlerine başvuruluyor olabilir.

• Olabilecekleri öngörememekten ötürü büyük bir sıkıntı duyulur.

• Nasıl sonuçlanacağını bilememek, katlanılamaz olarak düşünülür ve bu yüzden büyük bir gerginlik yaşanır.

• Sonucun kötü olacağını bilmenin, sonucu bilmeden yaşamaktan daha iyi olduğu düşünülür.

Belirsizliğe katlanamamakla baş edebilmenin ve bu yüzden duyulan sıkıntıdan kurtulabilmenin birtakım yolları vardır. Bunun için, öncelikle, –meli, -malı’larla dışa vurduğumuz dayatmalarımızdan kurtulmanız gerekir. Çünkü, dünya, olması gerektiği gibi değil, olduğu gibidir. Onu değiştiren, onunla başa çıkma biçimimizdir. Hiçbir olay, yalnızca biz öyle istediğimiz için öyle olacak değildir. Başka olasılıklara da açık olmamız gerekir.

Ayrıca, “Belirsizlik kabul edilemez” yaklaşımından uzaklaşarak, “Belirsizlik istendik bir durum olmamakla birlikte kabul edilebilir bir durumdur ve buna katlanılabilir” demeyi öğrenmek gerekir. Çünkü katlanamazlık algısı, katlanmayı daha da güçleştirir.

Yapılan bir yanlış, belirsizliği kötü bir sonuç doğacak olmasıyla denk tutmaktır. Böyle düşünülünce “Emin olamam, “O kişi, ben (ya da sevdiğim kişi) olabilir”, “Bu kabul edilebilir değil” ve “Bununla ilgili olarak bir üzüntü duymalıyım” yaklaşımında olunur. Ancak, belirsizlik kötü bir sonuç doğacağının bir göstergesi değildir. Sonuç iyi ya da kötü olabilir. Sözgelimi, bindiğimiz uçak düşebilir, ancak düşebilir olması düşecektir anlamına gelmez, böyle bir olasılık son derece düşüktür. Benzer biçimde, aldığımız piyango biletinde büyük ikramiyenin bize çıkma olasılığı da son derece düşüktür, ancak piyango biletleri de yok satar.

Belirsizliğe katlanamamanın yarattığı sıkıntı ve gerginlikten kurtulma çabası da baş etmeyi güçleştiren diğer bir etkendir. Bu duygu çok sıkıntı verici de olsa zamanla yükünü yitirecektir. Bu yüzden, belirsizliğe katlanamama algısından kaynaklanan sıkıntıdan kurtulma çabasıyla olmadık girişimlerde bulunmak yerine, bu sıkıntıyı da bir ölçüde doğal kabul edip gerekli diğer önlemleri almak gerekir.

Olumlu sonuç verebilecek diğer bir yaklaşım da, yaşanan an’a odaklanmaktır. Olası olumsuz gelecek senaryolarına odaklanmaktansa, yaşadığımız an’a odaklanacak olursak, belirsizlikle ilgili kaygı, korku ve kuruntularımızdan uzaklaşır ve düşüncelerimizi toparlayabiliriz. Bunun için, kendimizi sevdiğimiz bir etkinliğe kaptırabilir ve kendimizi bir akış yaşantısı içine sokabiliriz. Bir salgın sırasında, bulaş olasılığını düşürmek için insanlarla aramıza nasıl belirli bir uzaklık koymamız gerekiyorsa, kimi zaman kendi düşüncelerimizle de aramıza bir uzaklık koymamız ve kendimizden geçercesine yaptığımız başka etkinliklere odaklanmamız gerekir.

Aslında yine genel gerçek, “Değiştirebileceklerimiz için değiştirme gücüne, değiştiremeyeceklerimiz ve değiştirip değiştiremeyeceğimizi bilemeyeceklerimiz için katlanma gücüne ve bu ikisini birbirinden ayırt etmek için akıl yürütme (muhakeme) gücüne gerek olmasıdır”. “Siyah değilse beyazdır” düşüncesinden kurtulabilirsek, hiçbir şey yapmamaktansa, yapabileceklerimiz üzerine ve alabileceğimiz önlemler üzerine daha çok odaklanabiliriz.

Önemli bir konu da, “olabilirlik”le, “olasılık’”ı birbiriyle karıştırmamaktır. Sözgelimi, bir uçak yolculuğu yapacak olsanız ve “Uçak düşebilir mi?” diye soracak olsanız, doğru yanıt “Evet” olacaktır. Ancak, daha doğru soru olarak, “Bir uçağın düşme olasılığı nedir?” diye soracak olsanız, bilimsel yanıt “Çok düşük, işlek bir caddede karşı karşıya geçerken ezilme olasılığından çok daha düşük” olacaktır. Gerçek bilim, olasılıkları doğru değerlendirmektir.

Dolayısıyla, dünyayı, kendi anlam dünyamızda olması gerektiği gibi değil, olduğu gibi kabul etmeli, belirsizlikleri korkunçlaştırmamalı, belirsizliğin kötü bir sonuç doğuracağı algısından uzaklaşmalı, olumsuz gelecek senaryolarına takılı kalmaktansa yaşanan an’a odaklanmalı, belirsizliğe katlanamama algısının yarattığı sıkıntıdan olabildiğince kurtularak bilimsel açıdan her ne yapılması gerekiyorsa onu yapmaya çalışmalı ve gerekli önlemleri almalıdır. Yoksa, belirsizliğe katlanamama algısının yarattığı sağlıksız olumsuz birtakım duygular, gerekenleri yapmaktan bizi alıkoyabilir…

Baş Etme Yolları

Baş etme yolları:
İnsanlar, zor altında kaldıkları zaman, karşılaştıkları istenmedik olaylarla baş etmek için değişik birtakım yollar kullanırlar. 

Bu baş etme yolları üç kümeye ayrılabilir:

• Sorun odaklı baş etme,
• Duygu odaklı baş etme,
• Kaçıngan baş etme.

Sorun odaklı baş etme, kişinin sorunu tanıması ve tanımlamasından sonra, bunu çözmek için birtakım adımlar atmasıdır. Bu yaklaşım, doğrudan, karşılaşılan istenmedik durumu değiştirmeyi amaçlar.

Duygu odaklı baş etme, sorundan çok yarattığı duygulara odaklanır. Diğer bir kişiye yardımcı olmaya çalışırken, genellikle çözüm yolları sunmak yerine, olan biteni konuşma, eşduyum yapma gibi yollarla duygusal destek verilmeye çalışılır. Karşılaşılan gerçek soruna odaklanmadan önce yaşanan duygularla ilgilenilir. Yaşanan duygular yatışınca, insanlar daha iyi düşünebilirler ve içinde bulundukları durumu daha gerçekçi bir biçimde değerlendirebilirler. Bir yakınını yitirme gibi, kaçınılamayacak zor durumlar için de bu yöntem uygun olur.

Kaçıngan baş etmede insanlar var olan sorunu yadsırlar ve konuyu zihinlerinden uzaklaştırmaya çalışırlar (alkol ya da madde kullanarak, başka bir eylemde bulunarak, başka bir konuda birileriyle iletişime geçerek, belki daha çok çalışarak).

Bu baş etme yollarının her biri, kullanılan yönteme bağlı olarak işlevsel olabilir ya da olmayabilir. Sözgelimi, sorunu çözmek için sorumluluk almak ve gerçekçi bir eylem tasarısı geliştirmek, işlevsel sorun odaklı yöntemler iken; ertelemek ve kötümserlik, işlevsel olmayan yöntemlerdir. Benzer biçimde, içini dökmek, duygusal bir boşalım sağlamak ya da arkadaşlarından destek istemek, yapıcı birtakım duygusal baş etme yöntemleri iken; ilişkisinde kırıcı olmak, saldırganlık ya da öyle olacağını düşündüğü için öyle olacağını beklemek yapıcı yöntemler değildir. 

Kaçınganlık odaklı yöntemler de kısa erimde yararlı olabilirler. Bir sorunla karşılaşınca, yaşanan sorunun baskısının altından kurtulmak için, soruna aşırı odaklanmadan önce, bir film izleyerek ya da arkadaşlarıyla bir araya gelerek bir geceliğine odağını dağıtmak yarar sağlayabilir. Ancak, sorunu hiç düşünmemeye ya da hiç ele almamaya çalışmak ya da ortada bir sorun yokmuş gibi davranmak işlevsel olmayan yöntemlerdir. Çünkü, ele alınmayan sorunlar, çoğu zaman kendiliğinden çözülmezler; tersine, giderek kötüleşebilirler.

Çatışmaların Çözümü

Sürdürülen ilişkilerde zaman zaman birtakım çatışmalar olması kaçınılmazdır. Ancak, çatışma yaşanıyor olması bir sorun değil, çatışmanın nasıl ele alındığı genelde bir sorundur. Yaşanan çatışmalar, insanları birbirlerine daha çok yakınlaştırabileceği gibi, onları birbirlerinden de kopartabilir. İletişim becerilerinin yetersiz olması, yanlış anlamalar, uzlaşmazlıklar, insanların birbirlerine öfke duymalarına ve birbirlerinden uzaklaşmalarına neden olabilir.

İlişkinizde bir çatışma yaşadığınızda bütün iletişim becerilerinizi sergilemeniz gerekir.

Bir çatışma yaşarken, geçmişte kalmış birtakım konuları da gündeme getirme eğiliminde olabilirsiniz ve sizi geçmişte rahatsız etmiş olan bütün konuları dile getirivermek isteyebilirsiniz. Ancak bu yaklaşım, o sırada öncelikli olarak ele alınması gereken konuyu gölgeler ve tartışmanın odağı değişir. Yapılan bir tartışma sırasında, geçmişte kalmış konular ya da geçmişte yaşanmış incinmişlikler, kırılmışlıklar gündeme getirilmemeli; o sıradaki soruna, yaşanan duygulara, birbirinizi anlamaya ve ortak bir çözüm bulmaya odaklanmalısınız.

İnsanlara, genellikle, karşılarındaki kişiyi dinlediklerini düşünürler; oysa, genelde, karşılarındaki kişi sözünü bitirince (ya da sözlerini keserek) ne söyleyeceklerine hazırlanırlar. Gerçek iletişim iki yönlü bir yoldur. Bunu yapmak oldukça güç olsa da, gerçekten karşınızdaki kişinin ne söylediğini dinlemeye ve anlamaya çalışın. Sözünü kesmeyin. Söyledikleri karşısında hemen savunmaya geçmeyin. Yalnızca dinleyin ve karşınızdaki kişinin söylediklerini geri yansıtarak, dinlediğinizi ve onu anlamaya çalıştığınızı gösterin. Böylece, söylediklerini daha iyi kavrayacak ve sırası gelince, onun da sizi dinlemeye istekli olmasını sağlayacaksınız.

Hepimiz, bir çatışma yaşarken, dinlenilmek ve anlaşılmak isteriz. Karşımızdaki kişinin bizi anlamasını, bizim bakış açımızı görmesini sağlamak için genelde çok konuşuruz. Bu, oldukça anlaşılabilir bir durum olmakla birlikte, anlaşılmayı çok istiyor olmak kimi zaman ters tepebilir. Hep bunu yapacak olursak ve karşımızdaki kişinin bakış açısına anlamak için bir çaba göstermeyecek olursak, kimse anlaşıldığını düşünmemeye başlar. Karşınızdaki kişinin olaya nasıl baktığını anlamaya çalıştıktan sonra kendi bakış açınızı sergilemeniz çok daha doğru olur. İnsanlar, dinlendiklerini gördükçe, karşılarındakileri daha çok dinlerler. Anlaşılmaya çalışıldıklarını düşündükçe, anlamaya çalışırlar.

Biri, bizi eleştirmeye kalkışınca, hemen, onun doğru düşünmediği izlenimine kapılma ve savunmaya geçme eğiliminde oluruz. Eleştiri söylemlerini duymak hiç öyle kolay değildir ve kimsenin hoşuna gitmez; ayrıca, yapılan eleştiriler, genellikle eleştiriyi getiren kişinin yaşadığı duygulardan ötürü abartılı bir biçimde dile getirileceği için, bu sözleri duymak öyle hiç kolay olmaz; ancak, karşımızdaki kişinin incinmişliğini, kırılmışlığını, yaşadığı acıyı dinlemek ve bunlar için eşduyum (empati) yapmak, sağlıklı iletişim için büyük önem taşır. Ayrıca, söylediklerindeki gerçeklik payına da bakmak gerekir, karşımızdaki kişinin söyledikleri bizim için çok iyi bir geri bildirim alabilir ve söylediklerinden, hiç bilmediğimiz, çok değerli birtakım bilgiler edinebiliriz.

Etkin iletişim, yapılan yanlışı kabul etmeyi de kapsar; bu bir olgunluk belirtisidir. Bir çatışma yaşanırken, herkes kendi payına düşen sorumluluğu kabul etmeye istekli olursa (ki yaşanan bir çatışmada, çoğu zaman, her iki yanın da bir ölçüde sorumluluğu vardır), karşılıklı anlayış ortamı daha çabuk kurulur ve ortak bir çözüm arayışına daha kolay girilir.

Yaşadığınız bir çatışmanın getirdiği tartışma sırasında, “Her şeyi berbat ettin” gibi suçlayıcı bir dil kullanmak yerine, duygularınızı da işe kattığınız, “Ben” dilini kullanmak çok daha etkili olur. Sözgelimi, “Böyle bir tepkiyle karşılaşınca, kendimi çok kötü hissettim” deyince, karşınızdaki kişi saldırıya uğramadığı düşüncesiyle sizi daha çok anlamaya çalışacaktır.

Tartışma sırasında amaç, sürdürülen tartışmayı kazanmak, hiç tartışmasız “haklı” olduğunu göstermek ve üste çıkmak olmamalı; her iki yanın da gereksinmelerini karşılayan çözümler bulmaya çalışılmalıdır. Belirli bir konuda uzlaşmak ya da her iki yanın da gereksinmelerinin karşılık bulduğu yaratıcı yeni bir çözüm bulmak çok daha anlamlı olur. Sağlıklı iletişim, her iki yanı da mutlu eden bir çözüm arayışında olmayı gerektirir.

Kimi zaman, tartışma ortamı öyle gerilir ki, tartışmayı bir kavgaya dönüştürmeden sürdürmek olanaksız bir duruma gelir. Yanlardan biri öfkesini denetleyemiyorsa, yapıcı bir çözüm arayışında olmaktansa, yıkıcı birtakım söylemler kullanıyorsa, her iki yan da bir ölçüde yatışana dek tartışmaya ara vermek en iyisi olabilir. Bu arada bir yürüyüşe çıkmak, bir duş almak, üzerinden bir zaman geçmesini istemek, uyuyup uyandıktan sonra yeniden konuşmaya başlamayı istemek en doğrusu olabilir. Gerçek bir çözüm bulma arayışıyla, karşılıklı saygının olduğu, yanların birbirlerinin bakış açılarını ve beklentilerini dinlemeye hazır olduğu bir ortam sağlanabilirse, yaşanan çatışmalara da bir çözüm bulunabilir. Amaç, ilişkiyi bitirmek değilse, iletişimi de bitirmemek gerekir. Gerçekte, kimi çatışmalar, insanların birbirleriyle daha çok yakınlaşmaları için iyi bir fırsattır, bunun doğru değerlendirilmesi gerekir…

Güçlü İlişki

Eşinizle, aranızda, güçlü ve doyurucu bir ilişki olduğunun birtakım göstergeleri vardır:

• İlişkinizde kendiniz olabiliyorsunuzdur. Siz ve eşiniz, birbirinizi “olduğu gibi” kabul ediyor ve birbirinizi değiştirmeye çalışmıyorsunuzdur. Kendiniz olabiliyor ve eşinizin sizi yargılayacağından çekinmeden, gerçek kimliğinizi sergileyebiliyorsunuzdur.

• Eşinizle iyi bir arkadaşsınızdır. Birbirleriyle, iyi bir arkadaş, gerçek bir dost olan çiftlerin, duygusal açıdan birbirlerine daha çok destek oldukları, birbirlerine daha çok yakınlık duydukları, birbirlerine daha çok sevgi gösterdikleri ve aralarında güçlü bir bağ kurdukları gösterilmiştir.

• Eşinizin yanında kendinizi rahat hissediyor ve ona büyük bir yakınlık duyuyorsunuzdur. Duygularınızı paylaşırken, birbirinize bel bağlarken ve duygusal yakınlık kurarken, kendinizi ona çok yakın hissediyorsunuzdur. Kırılgan olduğunuz zamanlarda bile ona güveniyor ve ona daha yakınlaştığınızı hissediyorsunuzdur. Aranızda duygusal duvarlar yoktur ve sizi bırakıp gideceği korkusunu hiç yaşamıyorsunuzdur.

• Eşinizle birbirinize çok benzersinizdir. Ortak birçok yönünüz ve ortak değerleriniz vardır ve bu benzerlikleriniz ilişkinizi daha doyurucu kılmaktadır. Farklılıklarınız elbette olacaktır; ancak benzerlikleriniz, farklılıklarınıza göre, çok daha ağır basmaktadır.

• Eşinizle, birçok konuyu, birlikte, baş başa vererek konuşabiliyor, görüş ve düşüncelerinizi paylaşabiliyorsunuzdur. Sizi özenle dinlediğini ve anlamaya çalıştığını ve yaşadıklarınıza anlayış gösterdiğini görüyorsunuzdur. Ayrıca, birlikte severek yaptığınız başka birçok etkinlik daha vardır ve birlikte gülebiliyorsunuzdur. Birlikte güzel zaman geçirebiliyor ve birbirinizden sıkılmıyorsunuzdur.

• Birlikte bir takım gibisinizdir. İlişkinizden söz ettiğinizde, daha çok “Biz”, “Bizim”, “Bizde” gibi sözcükler kullanıyorsunuzdur. Sözgelimi, biri, size, televizyonda ne tür filmler izlediğinizi sorduğunda, “Biz, daha çok … türünde filmlerden hoşlanırız” diye yanıt veriyorsunuzdur. “Biz” sözcüğünü kullanıyor olmak, ilişkideki yakınlığın, ortak paylaşımların önemli bir göstergesidir.

• Eşiniz, sizin kendinizi geliştirmenize katkıda bulunmaktadır. Eşiniz, burada, nasıl değişmeniz gerektiğini söylemiyordur ve değişecek olmanızın sorumluluğunu alıyor da değildir; ancak kendinizi geliştirme yönünde yaptığınız seçimleri destekliyordur. Kendinizi geliştirme sürecinizde, eşiniz yanınızda daha çok yer aldıkça, ilişkinizin daha da güçlendiğini hissediyorsunuzdur.

• İlişkinizde, güçler çatışması içinde değil, bir güç birliği içindesinizdir. Önemli kararları birlikte alıyorsunuzdur. Eşlerin her biri, birtakım alanlarda daha yetenekli ve becerikli olabilir. Ancak ortak karar verme sürecinde, her iki eş de söz sahibi olabiliyorsa, eşlerin ilişkileri daha güçlü ve daha doyumlu olur. Ayrıca, eşler, evle ilgili işleri ne denli paylaşıyorlarsa, birliktelikleri de o denli güzel olur.

• Birbirinize güveniyorsunuzdur. Sağlıklı bir ilişki için, eşlerin birbirlerine güven duyuyor olmaları gerekir. Birbirlerinin çantalarını, cüzdanlarını, çekmecelerini, dolaplarını, cep telefonlarını karıştıran, e-postalarını ya da mektuplarını açıp okuyan, kredi kartı dökümlerini inceleyen eşlerin, pek de mutlu bir çift oldukları söylenemez.

• Birliktelik sürecinde birtakım sorunların yaşanması kaçınılmazdır. Ancak birtakım sorunların doğması değil, bu sorunların nasıl ele alındığı, bu sorunlara nasıl yaklaşıldığı daha önemlidir. Ancak, sürekli bir küçümseme ya da aşağılama, suçlama, sürekli bir aldırmazlık içinde olma, genel bir umursamazlık, aşırı bir kıskançlık gösterme ya da kuşkulanma, söz ve davranışlarıyla açıkça kötü birtakım tutumlar sergileme gibi temel sorunların sürüp gidiyor olması, mutlu ve doyumlu bir ilişki sürdürmenin önündeki en büyük engellerdir.

• Bir insan eşinden başka ne ister?.. Güvenilir olmasını, sıcak olmasını, düşünceli olmasını, kendisine saygı göstermesini, kendisine iyi davranmasını ister. Eşlerden her biri, uzlaşmaya açık ve ruhsal açıdan dengeli ise, ilişkileri daha doyumlu olur.

İyi bir ilişki, eşitler arasında, karşılıklı sevgi ve saygının; hepsinden önemlisi, iyi bir arkadaşlığın ve dostluğun olduğu, güvene dayalı bir ilişkidir…

Erteleme Alışkanlığı

Erteleme alışkanlığı, önemli işleri yapmayı sürekli geciktirme, yerine, o an için hoşa giden başka işler yapma, yapılacak işleri sürekli sürüncemede bırakma alışkanlığıdır.

Erteleme alışkanlığı, çoğu zaman tembellikle karıştırılır, ancak bunlar birbirlerinden değişik kavramlardır.

Ertelemek etkin bir süreçtir. Ertelerken, yapmanız gerektiğini bildiğiniz bir işin yerine başka bir iş yapmayı seçiyorsunuzdur. Tembellikte, bunun tersine, yapılması gereken işe karşı bir aldırmazlık, iş yapmak için büyük bir isteksizlik ve eylemsizlik vardır.

Ertelemede, genellikle, daha büyük önem taşıyan bir iş gözardı edilerek, daha kolay ve daha eğlenceli gelen bir iş yapılır.

Ancak erteleme dürtüsüne yenik düşmek önemli birtakım sonuçlar doğurabilir. Sözgelimi, erteleme eylemi, kendimizden utanmamıza ya da suçluluk duymamıza yol açabilir. Üretkenliğimizi düşürebilir ve bizi, amaçlarımıza ulaşmaktan alıkoyabilir. Bunu bir alışkanlığa dönüştürürsek de, yaptığımızla işlerle ilgili olarak bütün isteğimizi yitirir ve artık kendimizi ulaşmaya çalıştığımız yerde görememeye başlarız. Bunlar da bizi büyük bir çökkünlüğe uğratabilir, işlevselliğimiz büyük ölçüde düşer.

Bütün diğer alışkanlıklar için olduğu gibi, erteleme alışkanlığının da üstesinden gelinebilir. Bunun için, aşağıdaki adımların atılması gerekir:

İşlerinizi erteliyor olmanız, yapacağınız işler için öncelikleri doğru belirleyememiş olmanızdan kaynaklanıyor olabilir. Yapmanız gereken önemli bir işi, doğru bir gerekçeyle, bir süre geciktiriyorsanız, erteliyor değilsinizdir. Ancak, süresiz bir erteleme içindeyseniz ya da belirli bir işi yapmaktan kaçınmak için odağınızı sürekli değiştiriyorsanız, erteliyorsunuz demektir.

Bütün bir gününüzü, düşük öncelikli işlerle dolduruyorsanız; iş sıralamanızda önemli bir iş olarak durmasına karşın, bir türlü yapmadığınız bir iş varsa; öncelik taşıyan bir işi yapmaya başlamışken, ara verip başka bir işle uğraşmaya başlıyorsanız ve belirli bir işi yapmak için “havasında olma”yı, “havasına girme”yi ya da “doğru zaman”ı bekleyip duruyorsanız, erteleme alışkanlığınız var demektir.

Erteleme alışkanlığınızın üstesinden gelebilmek için, önce, neden erteliyor olduğunuzu anlamanız gerekir. Sözgelimi, belirli bir işi sıkıcı bulduğunuz ya da yapılacak işin sevimsiz olduğunu düşündüğünüz için yapmaktan kaçınıyorsanız, söz konusu işin daha eğlenceli yanlarına odaklanmaya çalışıyor olabilirsiniz. Erteliyor olmanız, doğru bir iş sıralaması yapmıyor olmanızdan da kaynaklanıyor olabilir. Düzenli insanlar, önceliklerin doğru belirlenmiş olduğu bir “yapılacaklar sıralaması” yaparak ertelemenin önüne geçerler. Öte yandan, düzenli bir insan bile olsanız, yapılacak bir iş sizi bunaltıyor olabilir. Söz konusu işin altından kalkamayacak gibi olduğunuzu düşünüyor olabilirsiniz, başarısızlık korkusu yaşıyor olabilirsiniz; dolayısıyla yapmanız gereken işi erteler ve yapabileceğinizi öngördüğünüz işleri yaparak rahatınızı kaçırmamaya çalışırsınız. İlginç olan diğer bir konu, yetkincilerin (mükemmeliyetçilerin) de sıklıkla erteleyici kişiler olduklarıdır. Bu kişiler, “En iyisi olmayacaksa, hiç olmasın!..” yaklaşımı içinde, yapacakları işleri ertelerler. Oysa, Voltaire’in dediği gibi “Mükemmel iyinin düşmanıdır”. Ertelemenin, sık görülen bir diğer nedeni de karar verme güçlüğü çekmedir. Ne yapacağınıza karar veremiyorsanız, yanlış bir yerden başlamaktan korktuğunuz için yapacağınız işleri erteliyor olabilirsiniz. Erteleme alışkanlığı, ayrıca, kaygı bozuklukları, depresyon, takıntı-zorlantı bozukluğu ve dikkat eksikliği-aşırı hareketlilik bozukluğu gibi altta yatan ruhsal bir hastalığın bir belirtisi de olabilir.

Erteleme, çoğu zaman yerleşik bir alışkanlıktır. Dolayısıyla bir günde üstesinden gelinemeyebilir. Üzerinde çok çalışmayı gerektirir. Bunun için, öncelikle, geçmişte böyle bir alışkanlığı olduğu için kişinin kendisini bağışlaması gerekir. Yapılan çalışmalarda, kişinin kendisini bağışlamasının, kişinin kendisiyle ilgili olarak daha olumlu düşünceler içine girmesini sağladığı ve bu yaklaşımın, erteleme alışkanlığını, daha sonrası için azaltmaya yardımcı olduğu bulunmuştur.

Ertelemenin önüne geçmenin önemli bir yolu, işe girişmektir. Kaçınmaya değil, yapmaya odaklanılmalıdır. Yapılması gereken işler kağıda dökülmeli ve bunların ne zaman yapılacağı ile ilgili olarak kesin bir zaman kesiti belirlenmelidir. Belirli bir iş, zamanında bitirilirse, kendi kendini ödüllendireceğine söz vermek de çok işe yarayabilir. Diğer bir yaklaşım da, iş doğdukça yapmayı sürdürmek ve ortaya çıkan işin hemen yapılması konusunda kararlı davranmaktır.

Yapılacak iş için, içsel konuşmayı değiştirmek de yararlı olur. Sözgelimi, “-meliyim, -malıyım” yaklaşımı (“Yapmalıyım…” “Bir an önce yapıp bitirmeliyim…”), içten içe bir dayatma gibi algılanır ve işin yapılmasını güçleştirir. Oysa, “Yaparsam iyi olur…”, “Yapmak isterim…” gibi deyişler, yapılacak işin nasıl algılandığını büyük ölçüde değiştirir ve işin yapılmasını kolaylaştırır. İnsanlar, ister dışarıdan gelsin, isterse kendi iç dünyalarından; bir işi yapmakla ilgili dayatmalara hep karşı koyma eğiliminde olurlar. Ancak işi yapıp bitirmenin doğru gerekçelerini kendileri bulup çıkarırlarsa, eyleme geçmeye daha yatkın olurlar.

Bir de, işi yaparken, başka uyaranları olabildiğince azaltmakta yarar vardır. Ayrıca, en önemli işi, günün ilk işi olarak yapmak, o işi yapmayı düşünmenin gün boyu taşınacak yükünü azaltır ve günün daha iyi ve işlevsel geçmesini sağlar. Son olarak, yapılacak işi gözünde büyütmemek için, çocukların sık kullandığı bir bilmecenin anlayışından yola çıkmak gerekir. “Bir fili nasıl yersiniz?” diye sorulduğunda, çocuklar “Kaşık, kaşık…” diye yanıt verirler. Gözümüzde büyüttüğümüz işler, bölümlere ayrılarak kolaylıkla bitirilebilirler.

Genelde dürtüsel davranan kişiler, daha çok kısa erimli kazançlara odaklandıkları için işlerini erteleme eğiliminde olurlar. Dolayısıyla, işi bitirmenin uzun erimli getirileri üzerinde düşünülerek bu eğilimle başa çıkılabilir. Yapmıyor olmanın olumsuz sonuçlarını göz önüne getirmek de işin yapılmasını sağlayabilir.

Düzensiz olunduğu için erteleme alışkanlığı gösteriliyorsa, bir “yapılacaklar sıralaması” yapılması gerekir. Gün başlamadan önce böyle bir sıralama yapılmış olması, istenmedik ve bunaltıcı işlerin unutulmasını önler. Yapılacaklar sıralamasında öncelikler iyi belirlenmeli ve yapılacaklar, Eisenhower’ın tanımladığı “ivedi/önemli ilkesi” uyarınca sıralanmalıdır ve sıralamadaki her iş bu bağlamda tanımlanmalıdır (önemli ve ivedi olan işler, önemli olan ancak ivedi olmayan işler, önemli olmayan ancak ivedi olan işler ile önemli ve ivedi olmayan işler olarak). Önemli ve ivedi olmayan işler, genellikle çeldirici işlerdir ve gerektiğinde bunlardan kaçınılabilir. Yapılması gereken büyük bir iş varsa, bunu dilimlere ayırarak ve yalnızca o işe odaklanarak yapmakta yarar vardır. Yine, yapılması en güç gibi görünen işi yapmaya başlayarak işe başlamak gerekir. Kişi, kendini en etkin olduğu zamanı genelde bilir. Gözünde en büyüyen işi, bu zaman dilimi içinde yapması en doğrusu olur. Bir de, yapılacak her iş için bir bitirilme zamanı belirlemek, işi sürüncemede bırakmayı da büyük ölçüde önler…

Esenlik

Esenlik (ruhsal iyilik durumu, psychological well-being) kavramı, yaşamda bir amacının olması, kendini geliştirme, özerklik, çevresel egemenlik, kendini kabul ve başkalarıyla iyi ilişkiler içinde olma gibi öğeleri kapsar.

Yaşamda bir amacının olması, yaşadıklarında bir anlam bulma ve kendini yönetip yönlendirebilmenin yanı sıra yaşamda ulaşılmak istenen birtakım yerlerin ve konumların olması demektir.

Kendini geliştirme, kişinin kendi yetenek ve gizil güçlerini bulmasının yanı sıra bunları geliştirmeye çalışıp çabalaması demektir. 

Özerklik demek, toplumda yaygın olarak kabul gören görüş ve düşünceleri benimsemek yerine, kendi değerlerine göre tutum ve davranışlarını belirleyebilme gücüne sahip olmak demektir. Kimi zaman yalnız kalma sonucunu getirse de, kişinin kendi ilkeleri doğrultusunda davranabilmesini gerektirir.

Çevresel egemenlik, kişinin kendi gereksinmelerine uygun bir çevre (iş, aile, yaşanan çevre gibi) yaratabilmesi demektir. Bunu yaratabilmek büyük bir çabayı gerektirir. Bunun ayrımında olunması gerekir.

Kendini kabul, kişinin kendisiyle ilgili olumlu düşünceler içinde olmasıdır. Bu durum narsisist bir benlik sevgisi ya da yüzeysel bir benlik saygısı demek değildir. Kişinin kendini bilmesi, tutum ve davranışlarından bağımsız olarak özünü seviyor olması demektir. Kendisine olan sevgisinin bir koşula bağlı olmaması demektir.

Başkalarıyla olumlu ilişkiler içinde olmak, insanlarla iletişim içinde olmak, kimilerine derin bir yakınlık duymak, sevmek ve sevilmek demektir. 

Esen kalmanın gerekli koşulları bunlardır…

Yaşamda, kendinize bir rol biçmezseniz, yaşam size bir rol biçer…

Esrar Kullanımı

Çocuğunuzun (ya da öğretmenseniz, bir öğrencinizin) esrar (marihuana, ot) kullandığını nasıl anlarsınız?..

Esrar kullanma etkisi altında olduğunun görünür birtakım bulguları vardır (etkisi dakikalar içinde başlar, 20-30 dakika içinde doruğa ulaşır ve 2-3 saat sürer):

• Ayaklarının üzerinde durmakta güçlük çekiyor olabilir ya da başı dönüyor gibidir.

• Gözleri kanlanmış olabilir, gözleri “kan çanağı” gibi görünebilir.

• Uygunsuz bir biçimde gülüyor ya da ortada bir neden yokken gülünç birtakım davranışlar sergiliyor olabilir.

• Yakın geçmişte olan bir olayı anımsamakta güçlük çekiyor olabilir.

• Yeme isteği artabilir.

• Maddenin etkisi azaldıkça uykulu olmaya başlayabilir.

Belirli bir süre (en az birkaç ay, neredeyse her gün) esrar kullandıktan sonra, esrardan yoksun kaldığında, yaklaşık bir hafta geçtikten sonra, aşağıda sayılan birtakım yoksunluk belirtiler görülür:

• Kolay kızma, öfkelenme ya da saldırganca davranışlar

• Sinirlilik ya da bunaltı

• Uyku sorunları

• Yeme isteğinde azalma, kilo verme

• Huzursuzluk

• Çökkün bir duygusal durum

• Karın ağrısı, titreme, terleme, ürperme, ateş, baş ağrısı

Esrar kullanma etkisi altında ya da yoksunluk sürecinde olunmasa bile, esrar kullanmakla ilgili birtakım bulgular da bulunabilir:

• Kokusu sürebilir ve bu koku giysilerine de bulaşmış olabilir.

• Tütsü ya da oda kokuları kullanmaya başlamış olabilir.

• Birden göz damlaları kullanmaya başlamış olabilir.

• Odasında esrar sarma kağıtları, piposu ya da kullanma aracı gibi araç gereçler bulunabilir.

• Kibrit, çakmak, küllük gibi, tüttürmek için gerekli gereçler bulunabilir.

Birtakım davranış değişiklikleri göstermeye başlayabilir. Bütün bu davranış değişiklikleri ergenlikle ilgili olabileceği gibi, esrar kullanımı ilgili de olabilir. Söz konusu davranış değişiklikleri şunlardır:

• Yorgunluk, bitkinlik

• Düşmancıl tutumlar ya da birden ortaya çıkan duygusal durum değişiklikleri

• Toplumdan uzaklaşma, toplumsal geri çekilme

• Çökkünlük duygusu, depresyon

• Kişisel ilişkilerinde bozulma

İlgi alanlarında birtakım değişiklikler ortaya çıkabilir. Bu değişiklikler de, ergenlikle ilgili, yaşıtlarıyla bağlantılı sorunlardan kaynaklanabileceği gibi, esrar kullanıyor olmanın tetiklediği sorunlar da olabilir.

• Arkadaşlarını ya da arkadaş gruplarını değiştirir.

• Okul başarısı düşer.

• Okula daha az gitmeye başlar ya da okulu asmaları, okuldan kaçmaları başlar.

• Yeme biçiminde değişiklikler olur.

• Uyku düzeninde değişiklikler olur.

• Spora ya da diğer etkinliklere karşı ilgisi azalır.

• Okulda davranış sorunları göstermeye başlar.

• Yasal birtakım sorunlar ortaya çıkmaya başlar.

Çocuğunuzun (ya da bir öğrencinizin) esrar kullandığından kuşkulanıyorsanız, bu konuyu onunla oturup konuşmak isteyebilirsiniz. Çocuğunuz (ya da bir öğrenciniz) esrar kullanıyorsa, çok büyük bir olasılıkla bunu yadsıyacak ve bulduğunuz herhangi bir kanıtı, bir başkasının üzerine atacaktır. Ancak yaptığınız görüşme sırasında gösterdiği tepkilere odaklanmalısınız. Aşırı bir tepki gösterdiğini gözlüyorsanız; bunu, esrar ya da başka bir madde kullanımına bağlayabilirsiniz. Böyle bir durumda en iyisi idrar testi yaptırmaktır. Tek bir kez kullanım 13’üncü güne dek, sürekli kullanım 45’inci güne dek, aşırı kullanım 90’ıncı güne dek idrarda pozitif test sonucu verir. Test sonucunda, kullanmış olduğu ortaya çıkarsa, bağımlılık alanında çalışan bir psikiyatristle ya da bir AMATEM birimiyle iletişime geçmenizde yarar vardır. Yapılan bilimsel çalışmalar, bu maddeyi kullanan her 10 kişiden birinin, buna ağır bağımlı olacağını; 18 yaşından önce kullanılmaya başlanmışsa, 6 kişiden birinin, buna ağır bağımlı olacağını göstermektedir. Dolayısıyla erken önlem alınması büyük önem taşır…

Güzel Yaşam, İyi Yaşam, Anlamlı Yaşam

Yaşamda genel iyilik ve esenlik durumunu tam olarak anlayabilmek için, “güzel yaşam”ı, “iyi yaşam”ı ve “anlamlı yaşam”ı birbirlerinden ayırt etmek gerekir. Güzel yaşam, olumlu duygulara sahip olmakla ilintilidir. İyi yaşam, büyük bir katılım sağlayabilmek, yaptığı etkinliğe kendini kaptırabilmek ve bir akış yaşayabilmek için kişinin güçlü yanlarını kullanması ile ilintilidir. Anlamlı yaşam ise, kişinin kendinden daha büyük bir amaç uğruna güçlü yanlarını kullanması ile ilintilidir.

Genel iyilik durumunun altı öğesinin olduğundan söz edilir. Bunlar,

• kendini kabul etme (kişinin kendisini ve kendi yaşamını olumlu olarak değerlendirmesi),

• kendini geliştirme,

• yaşamında bir amacının olması,

• başkalarıyla olumlu ilişkiler içinde olma,

• çevresel egemenlik (kişinin yaşamını ve çevresini etkin bir biçimde yönetebilme yeterliği) ve

• özerkliktir.

“Kendini belirleme kuramı”na göre temel ruhsal besleyici öğeler de şunlardır:

• Özerklik: Kişinin ne yaptığını seçme gereksinmesi, kişinin kendi yaşamının yönlendiricisi olması.

• Yeterlik: Kişinin ne yaptığıyla ilgili olarak kendisini güvende hissetme gereksinmesi.

• İlişkinlik: Kendi özerkliğini koruyor ve yeterliğini ortaya koyuyorken, yakın ve güvenli insan ilişkilerinin olması gereksinmesi.

Kendini belirleme kuramına göre, bu gereksinmeler karşılanınca, kişinin isteklenme (motivasyon) düzeyi ve iyilik durumu artar; bunlar sınırlandırılınca, kişinin işlevselliği olumsuz yönde etkilenir.

İnsanın gizilgüçlerinin gerçekleştirilmesi ilkesine dayalı, “kişisel dışavurum kuramı”na göre ise, kişi,

• kendisini canlı tutan etkinliklere karışarak,

• kendisini tam olarak dışavurarak (ifade ederek),

• yaptığı işe yoğun bir biçimde katılarak,

• yapması gerekeni yaparak,

• yükümlülüklerini yerine getirdiği düşüncesinde olarak,

• kendisine uyumlu, kendisiyle bağdaşanı yaparak

genel iyilik durumunu sağlayabilir.

Dolayısıyla, yaptıklarından sevinç ve mutluluk duyar.

Hayır Diyebilme

Zaman zaman bize getirilen önerilere “Hayır” demek durumunda kalırız. Sonuç olarak bir günde 24 saat vardır ve bizim de bitmez tükenmez bir içsel gücümüz yoktur. Ancak birçoğumuz, “Hayır” demekte güçlük çekeriz ve böyle diyor olmamızın, ilişkilerimizi bozacağından çekiniriz.

Bir kez “Hayır” demeye karar vermişseniz, içinde bulunduğumuz durumu yönetmenizin birtakım yolları vardır.

Önce, getirilen öneride olumlu bir yan bulun. Bu yaklaşımın üç aşaması vardır: Evet-hayır-evet deme aşamaları…

Olumlayın: “Sizinle çalışmak isterim/isterdim.”

Bir sınır koyun: “Ancak, bu ay için önceden verilmiş sözlerim var.”

Bir seçenek sunun: “Bunun için daha sonra yine görüşebiliriz.”

Bir neden söyleyin: “Hayır” deme gerekçenizi açıkça belirtirseniz daha inandırıcı olursunuz.

Özgül olun: Genellikle soyut terimlerle konuşan kişilerin daha önyargılı oldukları düşünülür. Gerekçenizi daha açık ve seçik olarak belirtirseniz daha iyi anlaşılırsınız.

Seçtiğiniz dile özen gösterin: Her zaman geçerli olmasa da, genellikle, “Yapamayacağım” demektense, “Yapmayacağım” demek daha doğru bir yaklaşım olur. “Yapmayacağım, çünkü…” demek, bir gerekçeye dayalıdır; oysa “Yapamayacağım” demek, bir anlamda kapıyı aralamak demektir, “Zorlarsanız yapabilirsiniz” çağrışımı uyandırır.

“Hayır” demek, bu yanıtı vereni, “Hayır” denmesi de, bu yanıtı alanı, bir an için çok iyi hissettirmeyebilir; ancak kendine güvenli ve duyarlı bir iletişim kurarsanız, hem sınırlarınızı korumuş olur, hem de ilişkilerinize zarar vermemiş olursunuz…

İçinizde Ne Varsa, Dışarıda da Onu Görürsünüz

Bir başkasını tanımlarken, aslında kendinizi anlatırsınız.

Sevdiğinizi yalnızca güzel olduğu için sevmezsiniz, sevdiğiniz için size öyle güzel görünür.

Mutluyken dünya gözünüze daha güzel görünüyor, değil mi? Oysa dünya, aynı dünya…

Öyleyse, içinizde ne varsa, dışarıda da onu görürsünüz. Dünya, sizin ve sizin düşüncelerinizin bir yansımasıdır. Dünya, kendinize tuttuğunuz bir aynadır.

Unutmayın, her nereye giderseniz gidin, kendinizi de yanınızda götürüyorsunuz.