Yaşam Amaçları

Yaşamınızdan mutlu değilseniz ya da yaşamaktan doyum bulamıyorsanız, yaşam amaçlarınızı gözden geçirmenizde yarar vardır…

Yaşamınızda özel birtakım amaçlarınızın olması, daha umutlu ve daha iyimser olmanızı ve yaşamdan daha çok doyum bulmanızı sağlar. Ayrıca daha doyumlu bir okul ya da iş yaşamınızın olmasını, daha başarılı olmanızı, yolunuzda kararlılıkla ilerlemenizi, kendinizi geliştirmeyi ve yaptığınız işlerde bir süreklilik göstermenizi sağlar. Öte yandan, yaşamda karşılaştığınız olumsuz durumlarla daha iyi baş edersiniz. Çünkü, gerçekleştirmek istediğiniz amacınızı bilirseniz, gösterdiğiniz çabaların buna değer olduğunu düşünürsünüz. Nietzche’nin dediği gibi, “Nedeni olan nasıl’a katlanır”.

Amaçlarınızı belirleme sürecinizde bir günlük tutabilirsiniz. Günlüğünüze, yaşam amaçlarınızla, tutkularınızla ve sizi zevk veren konularla ilgili düşüncelerinizi yazabilirsiniz.

Şu anda neler yaptığınızı, neleri yapmayı sevdiğinizi ve daha anlamlı bir yaşam sürmek için yaşamınızda ne gibi değişiklikler yapmanız gerektiğini kendi kendinize sorabilirsiniz. Bunun için, aşağıdaki soruları kendinize sorabilirsiniz:

• Geçmişte, en mutlu olduğunuz zamanlar, hangi zamanlardı?
• Bugüne dek, sizi, kendinizle ilgili olarak onurlandıran konular, hangi konular oldu?
• Ne gibi konular, sizi gerçekten canlandırıyor ve içsel gücünüzü artırıyor?
• Yaşamınızda ne gibi bir değişiklik yaparsanız, daha mutlu olacağınızı düşünüyorsunuz?
• Ne gibi zorunluluklarınız, isteklerinizden daha ağır basıyor? Zorunluluklarınız ve isteyerek yaptıklarınız arasındaki dengeyi, neler yaparak değiştirebilirsiniz?
• Başka insanların hangi özelliklerini özellikle beğeniyorsunuz?
• Dünyayla ilgili tek bir şeyi değiştirecek olsaydınız, bu ne olurdu?
• Yalnızca bir aylık bir yaşam süreniz kalmış olsaydı, bu bir ayı nasıl geçirirdiniz ya da nasıl değerlendirirdiniz?

Yaparken zevk aldığınız, keyif aldığınız ya da sizi eğlendiren konuları yazın. Bunlar, sizin özel yaşamınızla, ev yaşamınızla ya da işinizle ilgili konular olabilir. Bu etkinlikler, büyük bir olasılıkla, bunları yaparken zamanın nasıl akıp gittiğini anlayamadığınız ve kendinizden geçerek yaptığınız etkinlikler olacaktır.

Sevdiğiniz konuları yazın. Sevdiğiniz işleri ve insanları bilmeniz, zamanınızı nasıl geçireceğinizi belirlemek ve yaşam niteliğinizi artırmak için büyük önem taşır. Bir gerekçesi olduğu için değil, yürekten sevdiğiniz işleri ve kişileri ayırt edebilmeniz, gerçek tutkularınızı ayırt edebilmenize yardımcı olur. Sözgelimi, birincil önceliğiniz aileniz ise, işinizi önceleyecek olursanız ve zamanınızın büyük bir bölümünü ailenizden uzak, işyerinde geçirirseniz, yaşamdan yeterince doyum bulamazsınız.

Sizi eğlendiren konuları bulmalısınız. Bunun için çok eğlendiğiniz bir anı, çocuksu bir biçimde kendinizden geçerek eğlendiniz bir anı düşünün. O sırada ne yapıyordunuz?..

Geriye doğru bir imgeleme yapın. Sözgelimi 90 yaşında olduğunuzu ve yaşamınıza, geriye doğru bir baktığınızı düşünün ve çok anlamlı olmasının yanı sıra, dolu dolu, doyumlu ve çok güzel bir yaşamınız olduğunu imgeleyin. Bu yaşamın ne gibi özelliklerinin olduğunu gözünüzün önüne getirmeye çalışın ve böyle, dolu dolu bir yaşam sürmek için, “bugün”den 90 yaşına gelene dek, her on yılda bir neler yapmanız gerektiğini bulmaya çalışın.

Herkesin sizden birtakım beklentileri vardır. Anababanızın, arkadaşlarınızın ve toplumun, sizden, iyi niyetli birtakım beklentileri vardır. Toplumsal değer yargıları, size, işinizi bırakmamanızı, başka bir işe başlamamanızı, evlenmenizi ya da boşanmamanızı söylüyor olabilir. Ancak, sizin için neyin en doğru olduğuna, ancak siz, kendiniz karar verebilirsiniz. Yaşam ilkelerinizi ve değerlerinizi göz önünde bulundurun. Başkalarının ne söylediğini çok da önemsemeyecek olsanız, kendi yaşamınızda ne gibi değişiklikler yapmak isterdiniz? Aklınızdan geçen düşünceleri yakalamaya çalışın. Bunlardan hangileri kendi düşünceleriniz, hangileri toplumun size dayattığı düşünceler?..

Öte yandan, sizin için esin kaynağı olabilecek insanları bulmaya çalışın. Bu kişiler, dünyanın önde gelen düşünce önderleri olabilir, yazarlar, düşünürler olabilir, tarihsel kişilikler olabilir ya da kendi çevrenizde, saygı duyduğunuz birtakım insanlar olabilir. Bu insanların neden böyle esinlendirici olduğunu ve ne gibi özelliklerinin ve eylemlerinin sizi özendirdiğini ya da imrendirdiğini bulmaya çalışın. Ancak bu insanların bütün özelliklerini beğenmeniz ve bütün özelliklerine özenmeniz ya da imrenmeniz gerekmez; yalnızca birtakım özellikleri size yetebilir.

Güçlü olduğunuz alanları bulun. Güçlü olduğunuz alanları işe koşmak, size daha doyumlu bir yaşam sürmenizi sağlayacaktır.

Birçok kişi, amaçlarının tek bir alanda yoğunlaşması gerektiğini düşünür. Ancak, çoğu zaman, tutkularınızın, gereksinmelerinizin ve isteklerinizin değişik yönlerini karşılayan çoğul ilgilerinizi dengelemeniz gerekir. Ya da amaçlarınızın birtakım alt amaçları da olabilir. Bu size esneklik sağlar, belirlediğiniz bir alanda amaçlarınızı çok gerçekleştiremeyecek gibi olursanız, başka bir alanda gerçekleştirerek yaşamınızdan doyum bulabilirsiniz. Sözgelimi, iş yaşamınız çok doyurucu olmasa bile, ev yaşamınız ve toplumsal yaşamınız doyurucu ise, yine de kendinizi oldukça mutlu hissedebilirsiniz.

Kendiniz için belirlediğiniz amaç ya da amaçların toplumsal birtakım boyutları olursa da, çevrenizdeki kişilerin belirlediği amaçları gerçekleştirerek herkesi mutlu etmeye çalışmanız, sizi yolunuzdan alıkoyabilir. Yaşamınızda attığınız adımların, çevrenizdeki başka insanların değil, sizin kendi seçimleriniz olduğunu göz önünde bulundurmanız gerekir. Çünkü ,diğer insanlar, sizi nelerin mutlu ettiğini bilemiyor olabilirler.

Amaçlarınızı belirledikten sonra, bunlara yaşama geçirmek için, tasarılarınızı, kısa erimli, orta erimli ve uzun erimli tasarılar olarak bölümlendirmeniz gerekir.

Amaçlarınızı belirlerken göz önünde bulundurmanız gereken genel kılavuz ilkeler şöyle özetlenebilir:

• Kim olduğunuzu ve nasıl biri olmak istediğinizi düşünün.
• Geçmek istediğiniz aşamaları ve ulaşmak istediğiniz yerleri belirleyin.
• Güçlü olduğunuz yanlarınızı bulun ve bunları, amaçlarınızı gerçekleştirme yolunda nasıl kullanacağınızı belirleyin.
• Bu dünyada nasıl bir iz bırakmak istediğinizi düşünün.

Dostoyevski’nin söylediği gibi, “İnsanın varoluşunun gizemi yalnızca sağkalmakta değil, bir yaşama nedeni bulmakta gizlidir.” 

Ruhsal açıdan güçlü insanların sağlıklı birtakım tutum ve yaklaşımları

• Kendileri için üzülüp durmak ve yerinmek için hiç zaman harcamazlar. İçinde bulundukları koşullar ve başkalarının onlara nasıl davrandığı ile ilgili olarak üzülüp ya da kaygılanıp durmazlar. Yaşamdaki konumları ve duruşları ile ilgili olarak sorumluluk alırlar. Yaşamın öyle kolay ve eşitlikçi (adil) olmayabileceği gerçeğini kavramışlardır.

• Dünyanın kendilerine bir borcu olmadığını bilirler. Başkalarının kendilerine bakmak ve iyi davranmak zorunda olmadığını ve dünyanın, her ne istiyorlarsa, bunu onlara vermek zorunda olmadığını çok iyi bilirler. Ancak karşılarına çıkan fırsatları çok iyi değerlendirirler, çünkü bu fırsatları görüp değerlendirebilecek bir donanıma sahiptirler.

• Gücü kendilerinden alırlar ve gücü hiçbir zaman elden bırakmazlar. Bir başkasının ya da başkalarının, kendileri üzerinde güç sahibi olmasına izin vermezler. Yaşadıkları duyguların kendi denetimlerinde olduğunun ayrımındadırlar ve istenmedik durumlar karşısında gösterecekleri tepkinin nasıl olacağını ancak kendilerinin belirleyebileceğini çok iyi bilirler. Kendileri buna izin vermedikçe, kimsenin kendilerini kötü hissettiremeyeceğinin ayrımındadırlar.

• Kendilerini geliştirmekten, gerekli ise, tutum ve davranışlarını değiştirmekten çekinmezler. Yaşama karşı esnek bir tutum sergilerler; gerektiğinde, kendilerinde ve yaşamlarında olumlu birtakım değişiklikler yaparlar. Değişmenin kaçınılmaz olduğunu bilirler ve değişmeye uyum sağlayabileceklerine inanırlar.

• Denetimleri dışında kalan alanlar için bir uğraş içine girmezler. Değiştiremeyecekleri gerçekleri olduğu gibi kabul edip, “Değil mi ki öyle…” diyerek yollarını sürdürürler ve yalnızca denetleyebildikleri durumlara odaklanırlar. Kimi zaman, denetleyebilecekleri tek etkenin kendi tutumları olduğunu iyi bilirler.

• Rahatlık alanlarının dışına çıkıp atılım yapmayı ve yeni birtakım girişimlerde bulunmayı göze alabilirler. Önemli bir karar vermeden önce, verecekleri kararın getiri ve götürülerini tartarlar, artı ve eksilerini iyi değerlendirirler. Bir yola çıkmadan önce, başlarına gelebilecek olası tersliklere karşı hazırlıklı olurlar ve gereken önlemleri alırlar; ancak olası güçlükler hiçbir zaman onları yollarından alıkoyamaz. Herhangi bir engeli olmayan bir yol bulmuşlarsa, büyük bir olasılıkla, bu yolun onları bir yere götürmeyeceğini; herhangi bir sorunla karşılaşmamışlarsa yanlış yolda olduklarını anlarlar. Engellerin yolu tıkadığını değil, yolun kendisi olduğunu bilirler.

• Geçmişe takılı kalmazlar ve sık sık “Keşke…” diyerek, geçmişin, olduğundan daha değişik olması gerektiği düşüncesine takılıp kalmazlar. Geçmişteki olumsuz yaşantılarını birer öğrenme yaşantısı, aldıkları bir ders olarak görürler. Geriye gidip geçmişi değiştiremeyeceklerini, ancak geçmişlerine yeni bir bakış açısıyla bakabileceklerini bilirler. Yaşadıkları olumsuz yaşantıları yeniden yeniden yaşamazlar. An’ı yaşarlar ve geleceği tasarlarlar.

• Benzer bir yanlışı yeniden yeniden yapmazlar. Yaptıkları davranışların sorumluluğunu alırlar ve geçmiş yanlışlarından ders çıkarmışlardır. Dolayısıyla benzer bir yanlışı yinelemezler ve gelecek için daha iyi kararlar almaya başlamışlardır.

• Gösterdikleri bir başarısızlık karşısında hemen yılmazlar. Gösterdikleri başarısızlığı bir vazgeçme nedeni olarak görmezler, tam tersine kendilerini geliştirmeleri için bir fırsat olarak değerlendirirler. Başarana dek çalışır ve çabalarlar. Kazanan kişilerin, yitirenlerden önemli bir farkının, yeniden denemek olduğunu iyi bilirler.

• Herkesi mutlu etmek gibi bir yükümlülüklerinin olmadığının ayrımındadırlar. Gerektiğinde “Hayır!” demeyi bilirler ve haklarını sonuna dek savunabilirler. İnsanlara karşı incelikli ve eşitlikçi davranmak isterler, ancak gösterdikleri davranışlarla bir başkasını mutlu edemediklerinde, bu durumun da üstesinden gelebilirler.

• Başkalarının başarılarını övgüyle karşılayabilir ve alkışlayabilirler. Başarılarından ötürü başkalarını kıskanmazlar. Başarının bir şans olmaktan çok, çalışmayla elde edilebileceği gerçeğini çok iyi bilirler ve başarı göstermek için büyük bir çaba gösterirler.

• Tek başına zaman geçirmekten çekinmezler ve yalnız başlarına kalabilirler. Kendi düşünceleriyle baş başa kalmaktan korkmazlar ve bu gibi zamanları daha verimli ve daha üretken olmak için kullanmaya çalışırlar. Başkalarına bağımlı değildirler ve kendileriyle arkadaş olmaktan mutludurlar. Kendisiyle barışık olmayanların, dünyanın geri kalanıyla savaş içinde olduğunu bilirler.

• Çabalarının hemen bir sonuç vermeyebileceğini çok iyi bilirler ve hızlı bir sonuç elde etme beklentisi içinde değildirler, sabretmeyi bilirler. Gerçek başarının zaman alacağının ayrımındadırlar. 

Mutluluk nedir, nasıl tanımlanır?

Mutluluk, sevinç duyma ve yaşam doyumu gibi duygularla kendini gösteren duygusal bir durumdur. Çok değişik tanımları olsa da, çoğunlukla olumlu duygular taşıma ve yaşamından doyum bulmanın bir bileşkesi olarak tanımlanır.

İnsanlar mutlu olduklarından söz ederlerken, ya o sırada ne hissettiklerini ya da bir bütün olarak yaşamlarıyla ilgili olarak nasıl bir duygu içinde olduklarını söylemek isterler.

Mutluluk kavramı, çok geniş kapsamlı olarak tanımlanan bir kavram olduğu için, psikiyatristler ve psikologlar, söz konusu duygusal durumdan söz ederlerken “öznel iyi olma durumu” ya da “öznel esenlik” terimlerini kullanırlar. Mutluluğun (öznel iyi olma durumunun, öznel esenliğin) iki öğesi şunlardır:

• Yaşanan duyguların dengesi: Herkes, hem olumlu, hem de olumsuz duygular yaşar. Mutluluk, genellikle, olumsuz duygulardan çok olumlu duygular yaşamakla ilintilidir. Kendini genelde mutlu hisseden insanlar da, zaman zaman üzülme, kaygılanma, kızma, sıkılma ve kendini yalnız hissetme gibi duygular yaşayabilirler. Ancak kendilerini kötü hissettiklerinde, her şeyin daha güzel olacağına ilişkin altta yatan bir iyimserlik duygusu içindedirler ve başlarına gelen istenmedik durumlarla baş edebileceklerine ve yeniden mutlu olabileceklerine inanırlar.

• Yaşam doyumu: Bu duygu, kişinin yaşamında önem verdiği, işi, ilişkileri, gösterdiği başarılar gibi değişik alanlarda ne denli doyum bulduğu ile ilişkilidir.

Mutluluk algısı kişiden kişiye değişmekle birlikte, bu duygunun ölçülmesini ve değerlendirilmesini sağlayan birtakım ölçütler vardır. Mutlu olunduğunun kimi önemli belirtileri şunlardır:

• Olumsuz duygulardan çok, olumlu duygular yaşıyor olma
• İstediği yaşamı sürüyor olduğu duygusunu taşıma
• Yaşam koşullarının iyi olduğu duygusunu taşıma
• Yaşamda istediklerine kavuştuğu (ya da kavuşabileceği) duygusunu taşıma
• Yaşamından doyum buluyor olma

Mutluluk kavramı ile ilgili olarak çok değişik bakış açıları olmuştur. Sözgelimi, Yunan düşünür Aristo, iki değişik tür mutluluk arasında bir ayrım yapmış ve bunlar için “hedoni” (hedonia) ve “ödamoni” (eudaimonia) terimlerini kullanmıştır.

• “Hedoni” mutluluğu, haz almaktan kaynaklanır. Genellikle, kişinin kendini iyi hissettiren bir etkinlikte bulunmasına, bir isteğini gerçekleştirmesine, eğlenmesine, zevk almasına, keyif almasına, yaptığı eylemden doyum bulmasına eşlik eden duygudur.

• “Ödamoni” mutluluğu, erdemli olmak ve yaşamında bir anlam bulmakla ilgili bir duygudur. Bu tür mutluluğunun başlıca öğeleri, yaşamında bir anlam bulma, amaçlarının olması ve yaşamı, yaşamaya değer bulmadır. Daha çok, yerine getirilmesi gereken sorumluluklarla ilintili, uzun erimli amaçlara yatırım yapmakla bağlantılı, başkalarının da iyiliğini isteyen ve kişisel ülkülerine göre yaşamakla ilişkili bir mutluluk anlayışıdır.

Kimi insanlar yaradılıştan daha mutlu olma eğiliminde olsalar da, daha mutlu olmanın birtakım yolları vardır. Özellikle kendinizi geliştireceğiniz alanlarda olmak üzere, isteklerinizi gerçekleştirme ya da amaçlarınıza ulaşma yolunda ilerlemek, sahip olduklarınızın tadını çıkarmak, kötümser bakış açısından ve olumsuz düşünmekten uzaklaşmak ve iyimser olmak sizi daha mutlu edecektir.

Mutlu olmak, yaşamın değişik alanlarında daha olumlu sonuçlar elde etmeye yarar. Sözgelimi,

• Olumlu duygular, yaşam doyumunu artırır.
• Mutluluk, daha güçlü baş etme becerileri geliştirmeyi sağlar.
• Olumlu duygular ruhsal dayanıklılık sağlar. Ruhsal açıdan dayanıklı insanlar, zorlanmayla daha iyi baş ederler ve istenmedik durumlarla karşılaşmaları durumunda, kendilerini çok daha hızlı toparlarlar.
• Olumlu duygular taşıyanların daha sağlıklı beslendikleri ve daha düzenli spor yaptıkları saptanmıştır.
• Mutlu insanların bağışıklık dizgelerinin daha güçlü olduğu ve daha az hastalandıkları belirlenmiştir.
• Olumlu duygular taşımakla, daha sağlıklı ve daha uzun yaşamak arasında doğrudan bir ilişki olduğu gösterilmiştir.

Yapılan çalışmalarda, genel yaşam doyumunun yaklaşık % 50’sinin kalıtımsal, % 10’unun dış etkenlere bağlı, % 40’ının ise bireysel etkinliklere bağlı olduğu bulunmuştur. Dolayısıyla, kalıtımsal olan temel mutluluk düzeyinizi değiştiremeseniz de, daha mutlu ve daha doyumlu olabilmek için yapabilecekleriniz vardır. Çok mutlu insanlar da, zaman zaman çökkünlükler yaşayabilirler; mutluluk bilinçli bir biçimde, ardında koşulması gereken bir duygudur.

Sağlıklı beslenmek, düzenli spor yapmak, sahip oldukları için gönül borcu duymak, zaman kavramını yitirip kendinden geçerek olumlu birtakım etkinliklerde bulunmak (bir akış içinde olmak), bir amacının olması ve bunu gerçekleştirmek için çaba gösteriyor olmak, kendini gerçekleştirdiğini görmek, sevmek ve sevilmek, sizi daha mutlu edebilecek başlıca etkinlikler ve yaşam doyumu alanlarıdır.

“Mutlu insanlar, kendi anlam dünyalarını kendileri yaratmışlardır; oysa mutsuz insanlar, başkalarını ve dış dünyayı suçlayıp dururlar…

Mutluluğun Belirleyicileri

Mutluluğu belirleyen öğelerin, yüzde 50 oranında kalıtımsal öğeler (genler), % 10 oranında yaşam koşulları ve % 40 oranında ne yaptığımız ve nasıl düşündüğümüz; diğer bir deyişle, amaçlı etkinliklerimiz ve bu amaçlarımıza ulaşmak için çıktığımız yollar ve uyguladığımız yöntemler olduğu bulunmuştur. Mutlu insanlar, yalnızca oturarak, yaşamdan doyum bulduklarını söyleyen insanlar değildirler. Bu insanlar, mutluluğu sağlayan, mutlu olmayı başaran insanlardır. Yeni anlayışlar, yeni başarılar ve kazanımlar elde etmek için büyük bir uğraş vermektedirler; ayrıca, düşüncelerini ve duygularını uyarlamaya çalışmaktadırlar. Çaba göstererek gerçekleştirilmeye çalışılan amaçlı etkinlikler, mutluluğa çok büyük katkı sağlarlar. Bu katkı, zamanla, kalıtımsal öğelerden ve çevresel koşullardan daha önemli bir katkıya dönüşür. Dolayısıyla mutlu olmak için, nasıl mutlu olunabileceğini öğrenmek gerekir…

Başarının Ön Koşulları

Başarılı olmak için, yetenek ve şans gibi etkenler, en önemli etkenler olarak görülüyorsa da, büyük başarı gösterenlerin, işlerine tutkuyla sarıldıkları ve direngen (sebatkar) oldukları, diğer bir deyişle, yaptıkları işlerde büyük bir “kararlılık” gösterdikleri bulunmuştur. Bu kişilerin, ruhsal dayanıklılık gösterme ve çok çalışmanın yanı sıra ne istediklerini çok iyi bildikleri ve bunu, içten içe, çok istedikleri saptanmıştır. Çoğu zaman, en yetenekliler değil, en çok çalışanlar başarılı olurlar. Çoğu insan, kendini yeterince zorlamadığı için, olabileceğinin en iyisi olamaz.

Yeteneği başarıya dönüştürme sürecinde, çaba göstermenin doğal yetenekten iki kat daha önemli olduğu bulunmuştur. Nietzsche, başarının önkoşulunun yetenek olduğuna inanmanın, çok çalışmamak için bir sözde neden (bahane) olduğunu söylemiştir. Doğal yeteneği başarıya dönüştürmenin formülleri şöyle gösterilmiştir: “Yetenek x Çaba = Beceri” ve “Beceri x Çaba = Başarı”. Yetenek, çaba gösterilince beceri geliştirmenin hızını belirler. Edinilen becerinin, çaba gösterilerek kullanılması da birlikte başarıyı getirir. Çaba gösterilmeyince, sahip olunan yetenek, işlenmemiş bir gizilgüç olarak kalır. Yine, çaba gösterilmeyince, edinilen beceri, kullanılmadan kalmış olur. Oysa, ancak çaba gösterilerek, yetenek beceriye, beceri de üretkenliğe dönüştürülebilir.

Ruhsal Dayanıklılık

Ruhsal dayanıklılık (resilience), son yıllarda sık kullanılan önemli bir kavramdır. Ruhsal dayanıklılık, olumsuz bir dış etken ya da ruhsal açıdan örseleyici bir olayla karşılaşıldığında, ruhsal olarak sağlıklı ve işlevsel tepki verme yeterliği olarak tanımlanır. Bu yeterlik, olumsuz yaşantılarla baş etmenin, zorlayıcı olaylarla başa çıkmanın ya da ruhsal açıdan örseleyici bir olayı atlatmanın ve bütün bunları göğüsleyebilmenin yanı sıra anlamlı bir yaşam sürebilmek, insanlarla iyi ilişkiler kurabilmek, öğrenmeye va yeni deneyimlere açık olmak için de gerekli olan bir yeterliktir. Ruhsal dayanıklılığı artırmanın yedi yolu tanımlanmıştır:

1. OYSA diyebilmek: Bunun için, istenmedik, olumsuz bir olayla karşılaştığımızda, aklımızdan ne gibi düşünceler geçtiğini bulmalıyız. Kendimizi dinlemeli, kendi kendimize ne söylediğinizi belirlemeli ve düşüncelerimizin, duygularımızı ve davranışlarımızı nasıl etkilediğini anlamalıyız. “O”, karşılaştığımız olay; “Y”, bu olaya yüklediğimiz anlam, karşılaştığımız olayı nasıl algıladığımız ve söz konusu olayla ilgili olarak ne düşündüğümüz; “S” ise, ortaya çıkan düşüncelerimizin sonucu olarak ne hissettiğimiz ve nasıl davrandığımıza karşılık gelir. Karşılaştığımız olumsuz olaylara, kendimizce bir anlam yükleriz ve yüklediğiniz bu anlama göre birtakım duygular yaşar ve yüklediğimiz bu anlama göre davranırız. Yüklediğimiz anlamı değiştirirsek, daha değişik duygular yaşayabilir ya da daha değişik davranabiliriz. Çökkünlük, kaygı ve öfke gibi, sağlıksız olumsuz duygular yaşadığımız zaman ya da istenmedik bir durum karşısında, sorun çözme odaklı yaklaşmadığımız, yalnızca tepkisel ve sonuçlarını öngörmeden, dürtüsel davrandığımız zaman, akılcı olmayan bir biçimde düşündüğümüz ve yaşadığımız olaya, akılcı olmayan bir anlam yüklediğimiz sonucunu çıkartabiliriz. Burada, “OYSA” yaklaşımını kullanabiliriz. Oysa, daha değişik düşünebilir ve akılcı düşünerek, olumsuz bile olsa (üzülme, tasalanma, kızma gibi), sağlıklı duygular yaşayabilir ve çözüm odaklı bir biçimde, işlevsel davranabiliriz. “A”, akılcı düşünmeye karşılık gelir. Akılcı düşünmek demek, gerçekçi, mantıksal ve işlevsel düşünmek demektir. Gerçekçi düşünmek demek, gerçekliği olduğu gibi kabul edip ona göre düşünmek demektir. “Olan olmuştur”; “Neden böyle oldu?” deyip durmamaktır. “Böyle olmamalıydı” dayatması yerine, “Değil mi ki böyle oldu, ben şimdi ne yapabilirim?” diyebilmektir. Akılcı düşünmek demek, neden-sonuç ilişkilerini doğru kurabilmek ve mantıklı düşünmek demektir. Akılcı düşünmek demek, işlevsel düşünmek, çözüm odaklı düşünmek demektir. Gerçekliği olduğu gibi kabul ederek bunun üzerinde düşünmek, neden-sonuç ilişkilerini doğru kurabilmek ve çözüm odaklı düşünebilmek, akılcı düşünmenin üç ayağıdır ve sağlıklı duygular yaşayabilmenin ve istendik sonuçlar almak üzere işlevsel davranabilmenin ön koşulu akılcı düşünmektir.

2. Düşünme tuzaklarından kaçınmak: İnsanlar, istenmedik olaylarla karşılaştıkları zaman, değişik birtakım düşünsel yanlışlar yapabilirler. Yeterince kanıt toplamadan hemen bir sonuç çıkarıvermek, tek bir açıdan bakmak (indirgemek), siyah-beyaz düşünmek (“siyah değilse beyazdır”), kişiselleştirmek, başkalarına yansıtmak (yalnızca başkalarını sorumlu tutmak), abartmak ya da azımsamak, aşırı bir genelleme yapmak, başkalarının aklından geçenleri okuduğunu sanmak, duygularına göre çıkarımlar yapmak, yapılan başlıca düşünsel yanlışlardır. İstenmedik, olumsuz bir olayla karşılaşıldığı zaman, sağlıklı düşünebilmek için, bu düşünme tuzaklarından özellikle uzak durmak gerekir.

3. Düşünsel buzdağlarını ortaya çıkarmak: Herkesin kendisiyle ve kendi dünyasıyla ilgili yerleşik birtakım düşünceleri, temel birtakım inançları vardır. Bunlara “buzdağı düşünceler” adı verilir; çünkü bu düşünceler, bilinçlilik düzeyinin altında kalırlar ve insanlar, bunların pek farkında değildirler. Yerleşik bu düşünceler, insanların, olaylar karşısında nasıl akıl yürüteceklerini, dolayısıyla ne düşüneceklerini, ardından ne hissedeceklerini ve nasıl davranacaklarını büyük ölçüde belirlerler. Bu düşünceler, temel değer yargıları olarak da görülebilirler. Ancak, yerleşik bu düşünceler, kimi zaman, önyargılar olarak, kişinin daha değişik, daha esnek ve daha işlevsel düşünmesini engelleyebilirler. Sıradan birtakım olaylara aşırı tepki vermenin, bir konuda bir türlü karar verememenin ya da belirli bir duyguyu yoğun yaşıyor olmanın altında bu buzdağı düşünceler yatıyor olabilir. Altta yatan yerleşik bu düşünceler, temel değer yargıları bağlamında işe yarar olabilirlerken; önyargılar bağlamında, kişinin gerekli düşünsel esnekliği göstermesini engelleyebilirler. Buzdağı düşüncelerin çoğu, çocukluk yıllarında, daha çok aileden edinilmiş olan düşüncelerdir ve kişinin sağlıklı düşünmesini ve davranmasını engelliyor olsalar da, değiştirilmeleri öyle kolay olmaz. Ancak, esnek düşünebilmenin önündeki en büyük engel olan bu önyargıların bulunup ortaya çıkarılması ve kişinin “kendi önünden çekilmesi” gerekir.

4. Sorunlara bakış açısını değiştirmek: Ruhsal dayanıklılığın en önemli öğelerinden biri sorun çözmedir. Sorunun nedeni yanlış yorumlanırsa, yanlış birtakım çözümler bulunur. Burada, soruna bakış açısı ve sorunun ele alınış biçimi büyük önem taşır. Burada da, karşılaşılan sorunu kişiselleştirmek ne denli yanlışsa, bütün sorumluluğu başkalarına yıkmak da o denli yanlıştır. Sorun çözmeye olumsuz yönelimi olan kişiler, soruna neden olduklarını düşündükleri için kendi kendilerini suçlama eğiliminde olurlar; sorunu, genel iyilik durumları için önemli bir gözdağı olarak algılama eğiliminde olurlar, dolayısıyla hemen ondan kaçmaya ya da herhangi bir tasarı kurmaksızın ona karşı saldırıya geçmeye kalkışırlar; sorunun, çok çaba harcanmadan hemen çözülmesi gerektiğini düşünürler; bu kişilerin, sorunun üstesinden gelme beklentileri düşüktür, çünkü ya sorunu çözülemez olarak görürler ya da sorunu başarıyla çözebilecek yeterliklerinin olmadığını düşünürler. Sorun çözmeye olumlu yönelimi olan kişiler ise, sorunları, genelde olağan, sıradan ve yaşamın kaçınılmaz olayları olarak görürler; sorunu, öncelikle kaçınılması gereken göz korkutucu bir durum olarak görmektense, kendilerini geliştirmeleri için uğraş verecekleri bir durum ya da bir fırsat olarak görürler; sorunların bir çözümü olduğuna ve bunu kendi başlarına bulabilecek yeterlikte olduklarına inanırlar; sorun çözmenin çoğu kez zaman alacağını ve bunun için çok çaba harcanması gerektiğini bilirler.

5. Yersiz kaygılardan uzak durmak: Kimi insanlar “ya –sa?” söylemleriyle (“Ya hastalanırsam?”, “Ya çocuğum sınavı geçemezse?” gibi), her sorunu korkunçlaştırırlar; ortaya çıkmamış sorunlar için bile, sanki “altından kalkılamayacakmış” gibi bir algı yaratırlar. Bu “ya –sa”ları, bir zaman sonra, onların “anayasa”ları olur. Olası bütün olaylara bu gözlükle bakarlar ve her an kötü bir olay olacakmış gibi, “diken üzerinde” yaşayarak, yaşamın tadını bir türlü çıkartamazlar. Bu kişilerin, “Olabileceğin en kötüsü ne?”, “Bunun olma olasılığı ne?”, “Olursa, bu katlanılamaz bir durum mu?”, “Böyle bir durumun ortaya çıkması dünyanın sonu mu?”, “Kaygılanıp duruyor olmak, olayın olma olasılığını düşürüyor mu?”, “Olabilecek olsa bile, şu an için alabileceğim bir önlem var mı?”, “Şu an için alabileceğim bir önlem varsa alayım, gereğini yapayım; yoksa, kaygılanıp durmanın bir anlamı var mı?” gibi soruları, kendi kendilerine sormayı öğrenmeleri gerekir.

6. Takıntı düşüncelerden kurtulmak: Takıntı düşünceler, değişik birtakım yollarla insanların yaşam niteliğini düşürürler. Takıntı düşünceler genellikle olumsuz yaşantılarla ilişkilidirler ve kişinin duygusal durumunun kötüleşmesine neden olurlar. Takıntı düşünceler, kişi bunlara “takılakaldığı” için, kişinin sorun çözme becerilerini elinden alır. Takıntı düşünceler, kişinin, gereksiz yere çok zamanını alır. Takıntı düşüncelerden kurtulmanın yolu, takıntı düşünceleri bastırmaya çalışmak değil (“pembe fili düşünme”), takıntı düşünceler üzerinde yeniden düşünmek, onlara yeni bir anlam yüklemek ya da bunlara özel bir anlam yüklememektir. Takıntı düşüncenin kendisi ya da içeriği önemli değildir; önemli olan, takıntı düşüncenin üzerinde ne düşündüğümüzdür. İstenmeden gelen düşünceyi, “Böyle bir düşünceye kapılmamalıydım” diye bir dayatma ile karşılarsak, bu takıntı düşünce ile başa çıkmak daha da güçleşir. Takıntı düşünceye özel bir anlam yüklemeden, “Bu, yalnızca bir düşünce, önemli olmak zorunda değil, özel bir anlamının olması da gerekmez, böyle bir düşünce aklıma geliyorsa geliyordur; istemesem de böyle düşünmekten kendimi alıkoyamadığım oluyor, ama bu bir önem taşımıyor” denebilirse, istenmeden gelen bir e-posta gibi düşünülüp “sil” tuşuna basılabilirse ve başka bir anlam yüklenmezse, bu düşünce, giderek, kendiliğinden söner. Gelmemeli ya da gelmesi şu anlama gelir dendikçe, bu düşünceler gelmeyi sürdürecektir.

7. Zorlanmalarla (stresle) başa çıkmak: Ruhsal dayanıklılığı olan insanlar, başlarına gelen olaylar üzerinde doğrudan bir etkilerinin olduğuna inanırlar. İnsanlar, yaşamlarında olan bitenler üzerinde hiçbir denetimlerinin olmadığı algısı içinde olurlarsa, herhangi bir istenmedik bir durum ya da olumsuzluk karşısında daha çok zorlanırlar. Oysa, karşılaşılan zorlayıcı olaylar karşısında yılgınlığa kapılmaktansa, bunları, kendimizi geliştirmek için bir fırsat olarak görebiliriz. Ruhsal dayanıklılığı sağlamak için zorlanmaların iyi ele alınması gerekir. Bunun için, sorunlara bakış açısını değiştirmenin ve sorun çözme becerilerini işe koşmanın yanı sıra soluk alıp verme, gevşeme ve görselleştirme alıştırmaları da yararlı olabilir.

Ruh Sağlığını Koruma

“Her şeyin başı sağlık”, ancak öncelik ruh sağlığı demek gerekir. Yapılan araştırmalarda, ruh sağlığını koruyabilmenin ve mutlu olabilmenin koşullarının şunlar olduğu bulunmuştur:

• Çalışmayı sürdürün ve bir uğraş içinde olun. Atalarımız ne güzel söylemiş: “İşleyen demir ışıldar ve pas tutmaz.”

• Anlamlı bulduğunuz etkinliklerle ve eğlence uğraşlarınızla üretken olun.

• Yaşamınızı yapılandırın ve her gün yapmak üzere, önceden belirlenmiş birtakım tasarılarınız olsun.

• Kendinize, ulaşılabilir birtakım hedefler koyun ve başarılarınızla kendinizi ödüllendirin.

• İnsanlarla ilişki ve iletişim içinde olun, insanlarla nitelikli zaman geçirin.

• Olabildiğince dışadönük olmaya çalışın, sevdiğiniz insanlarla zaman geçirin ve yeni insanlar tanımaya çalışın.

• Yaşamınızda sevdiğiniz özel bir kişi olsun, bir ilişki içinde olun.

• Kaygılanıp durmaktan ve kuruntulardan uzak durun; çünkü bunlar tadınızı kaçıracağı gibi, bir işe de yaramazlar.

• Olumlu ve iyimser düşünmeyi öğrenin.

• Olumsuz duygulardan uzak durmaya çalışın, aynı konuya sürekli “kafa patlatmak”tan, aynı konuyu sürekli düşünüp durmaktan kaçının.

• An’a odaklı yaşayın, geçmişteki örselenmeleri ve gelecekte ortaya çıkabilecek olumsuz olayları düşünüp durmayın.

• Kendinizi bilin, kendinizi olduğu gibi kabul edin, kendinizi sevin ve kendinize yardımcı olmaya çalışın.

• Kendiniz olun (“başka herkes kapıldı”), “-miş gibi” davranmayın, kim olduğunuzla barışık olun, dolayısıyla sizi siz olarak seven insanlara çekici geleceksiniz.

• Mutlu olmaya önem verin ve bunun için özel bir çaba gösterin.

Mutluluk ve esenlik’in başlıca öğeleri olumlu duygular, etkin katılım, yaşamı ve yaşamayı anlamlı bulma, olumlu ilişkiler ve başarı göstermedir.

Mutluluğun Tanımı

Mutluluğu tanımlarken, zevkli, keyifli, hoşa giden yaşantıların olmasıyla ya da eğlenerek, hoşça zaman geçirerek mutlu olmakla; bir anlam taşıyan ve bir amaca dayalı mutluluğu birbirlerinden ayırt etmek gerekir. Mutluluğu, yaşam doyumu bağlamından koparırsak, mutlu olmadan da birçok hoş duyguyu yaşayabileceğimizi söyleyebiliriz. Sevdiğimiz arkadaşlarımızla birlikte iyi bir yemek yemek, içki içmek, dans etmek, gezmek, alışveriş yapmak ya da bir bilgisayar oyunu oynamak, bize hoşça zaman geçirtebilir; ancak bunların daha temel yaşam doyumu ile bir ilişkisi yoktur.

Mutluluk bir denge konusudur. Bir amacı olmadan çok keyif almak, zevk almak, eğlenmek, kimi zaman zarar verici bile olabilir. Derin bir anlamı olmadan, sürekli keyif almanın ya da zevk almanın peşinde koşmak, insanının kendisini “boş” hissetmesine yol açabilir. Öte yandan, kendine iyi duygular yaşatmadan, sürekli bir amaç peşinde koşmak da geride birtakım özlemler bırakır. Tam bir mutluluk, yaşamdan ve yaptıklarından tat almayı ve yaşamda derin bir anlam bulmayı ve yaşam doyumunu bir arada barındırır.

Gönül Borcu Duyma

Gönül borcu duymak (minnettarlık, şükran duymak, şükretmek), gündelik kullanımıyla, kişinin kendisine yapılan bir iyiliğe karşı duyumsadığı borçluluk duygusu, kendini borçlu sayma olarak tanımlanır. Bilimsel bakış açısından ise, bu bir tutumdur, bir duygudur, ahlaki bir değerdir, bir erdemdir, bir alışkanlıktır, bir güdüdür, bir baş etme tepkisidir, bir kişilik özelliğidir, hatta bir yaşam biçimidir. Gönül borçluluğu hoş bir duygudur. Kendimizi iyi hissetmemize yol açar. Aynı zamanda bizi isteklendirir (motive eder). Kendimizi gönül borçlusu (minnettar) olarak hissettiğimiz zaman, gördüğümüz iyiliği başkalarıyla da paylaşmak isteriz.

Gönül borçluluğunun iki evresi vardır. Bunlardan birincisi, bize yapılan iyiliği görmektir. Bu, bir anlamda, yaşama ve yaşamaya onay vermektir. Yaşamın iyi olduğunu ve yaşamaya değer olduğunu belirtmektir. İkincisi, yapılan iyiliğin, büyük ölçüde dışarıdan kaynaklandığını ayırt etmektir. Gönül borçluluğunun öznesi, bir başkası ya da başkalarıdır. İnsanlar, bir başkasına ya da başkalarına, yaradılışlarına, doğaya karşı gönül borcu duyabilirler; ancak hiçbir zaman kendilerine gönül borcu duymazlar. Gönül borçluluğunu diğer duygulardan ayıran başlıca özellik budur. İnsan, kendisini beğenebilir, kendisini sevebilir, kendisinden hoşnut olabilir; ancak kendisine bir gönül borcu olmaz, kendisine bir gönül borcu duymaz.

Bu açıdan bakıldığında, gönül borçluluğu, bir duygu olmanın da ötesindedir. Bir iyilik yapılmıştır; bu iyilik, bir ölçüde de olsa bir özveride bulunularak, istenerek yapılmıştır ve yapılan bu iyiliğin bir değerinin olduğu düşünülmektedir. Burada örtük bir alçakgönüllülük de vardır. Burada, başkalarının katkısı olmasa, olduğumuz kişi ya da olduğumuz yerde olamayacağımız düşüncesi vardır.

Yapılan çalışmalar, gönül borcu duyan (şükreden, minnettar olan) kişilerin sevinç, coşku, sevgi, iyimserlik ve mutluluk gibi olumlu duyguları daha çok yaşadıklarını; içerleme, gücenme, alınma, dargınlık, kin besleme gibi yıkıcı duyguları pek yaşamadıklarını göstermiştir. Bu kişilerin, günlük yaşamın zorlanmalarıyla daha kolay başa çıktıkları, örselenmeler karşısında ruhsal açıdan daha dayanıklı oldukları, hastalıklarından daha kolay iyileştikleri ve genelde daha sağlıklı oldukları bulunmuştur. Yine, bu kişilerin, ilişkilerinin daha iyi olduğu, kendilerini daha bağlantılı hissettikleri (aidiyetlerinin daha yüksek olduğu), daha sevgi dolu ve daha verici oldukları bulunmuştur. Ayrıca, “iyi”nin daha çok ayrımında oldukları ve yaşamdan daha çok zevk aldıkları saptanmıştır.

Sonuç olarak, gönül borcu duyan kişiler, yaşamlarında olan iyi şeylerin ayrımında olurlar ve bunlar için şükran duyarlar, minnettar olurlar; dolayısıyla, bu yaşantıları da onları daha mutlu eder.

Mutluluk

Mutluluk, yaşam doyumu ile duygusal iyilik durumunun bir bileşkesidir. Duygusal iyilik durumu, olumsuz duygulardan daha çok olumlu duygular yaşıyor olmaktır.

Olumlu duygular, çok değişik biçimlerde ve yoğunluklarda kendilerini gösterirler. Başlıca olumlu duygular, sevinmek, eğlenmek, ilgi duymak, esinlenmek, onur duymak, derin bir saygı ya da sevgi duymak, gönül borcu duymak (şükretmek, minnettarlık) ya da dingin (huzurlu) olmaktır.

Olumlu duygular yaşamak ya da daha genel bir deyişle olumluluk, olaylara daha geniş bir bakış açısıyla bakmayı, daha başka olasılıkları ve seçenekleri görmeyi, karşılaşılan istenmedik olayları daha kolay atlatmayı, başkalarıyla daha iyi bir iletişim ve ilişki kurmayı, kişinin olabileceğinin en iyisi olmasını ve kendisine daha iyi bir gelecek hazırlayabilmesini sağlar. Yapılan çalışmalarda, genelde olumlu bir tutum sergileyenlerin, on yıla dek, daha uzun bir süre yaşadıkları bulunmuştur. Olumluluklar birikince genel mutluluk düzeyi artar. Ancak olumluluk, kendi başına bir amaç değil, yaşam yolculuğu sırasında kullanılan bir araçtır.

Olumlulukla ilgili tanımlanan altı gerçek vardır:

1. Olumluluk, kendimizi iyi hissetmesini sağlar. Yaşadığımız bu duygular da daha nitelikli bir yaşam sürmemizi sağlar.

2. Olumluluk, zihnimizin çalışma biçimini değiştirir. Olumluluk, daha yaratıcı olmamızı sağlar. Yüreğimizi ve zihnimizi açar. Bunlar arasında karşılıklı bir besleme de vardır. Açık olmak da olumluluğu artırır. Açık olmak, ağaçları ve ormanı birlikte görmemizi sağlar. Dolayısıyla olumluluk, görme alanımızı genişletir. İş yaşamında bile, olumlu bir yaklaşımla pazarlık yapanların daha iyi sonuçlar elde ettikleri saptanmıştır.

3. Olumluluk, geleceğimizi dönüştürür. Olumluluk, içsel kaynaklarımızı uyandırır, harekete geçirir. Yüreğimiz ve zihnimiz açılınca yeni beceriler geliştirir, yeni bağlantılar kurar, yeni bilgiler edinir ve yeni bir benlik kazanırız. İnsanlar kendilerini iyi hissettikleri zaman başkalarına da iyi davranırlar. Olumlu olmak çevremizdekilere de bir güç verir. Olumluluk bulaşıcıdır. Başkalarıyla olan bağlarımızı da güçlendirir. Oysa olumsuzluk iticidir, başkalarını bizden uzaklaştırır.

4. Olumluluk, ruhsal açıdan daha dayanıklı olmanızı sağlar.

5. Olumluluk, bir kıvılcımdır, eyleme geçiren bir etkendir. Olumlu bir tutum sergileyerek yapacağımız küçük bir değişiklik, yaşamımızda çok büyük bir fark yaratabilir.

6. İstersek ve bunun için çaba gösterirsek daha olumlu olabiliriz.

Ancak, her an olumlu olmak da olanaklı değildir, bu insanın doğasına aykırıdır. Yukarıda belirtildiği üzere, olumluluk oranının (yaşanan olumlu duyguların olumsuz duygulara olan oranının) 3’e 1 olmasının yeterli olduğu bulunmuştur. Bu oran, ardışık olaylar için belirlenmiş bir oran değil, genel bir orandır. Olumsuzluk da insan için önemlidir. En mutlu insanlar bile, birtakım olaylar karşısında üzülür, kaygılanır ya da kızarlar. Ancak olumluluk oranının 3’e 1’in üzerinde olan kişilerin kendilerini daha çok geliştirdikleri saptanmıştır.

İnsanların olumlu olup olmamaları, büyük ölçüde nasıl düşündüklerine bağlıdır. Olumlu duygular da, diğer bütün duygular gibi, olayları nasıl yorumladığımızla yakından ilişkilidir. Olumluluk, karşılaşılan durumlarda ya da yaşanan olaylarda, bir anlamda “iyi”yi bulmak demektir, olayın “iyi” yanını görmek demektir. “Kötü” ya da “yanlış” aranacak olursak çok sayıda bulunur, ancak sonunda mutsuz olunur.

Genel olumluluk oranımızı belirleyen önemli bir etken yaradılışımız ya da diğer bir deyişle kalıtımımız ise de, bu etken ancak yaklaşık yüzde elli oranında belirleyicidir. Diğer yarı, içinde bulunulan koşullara ve nasıl düşünüldüğüne bağlıdır. Yeni düşünme yöntemleri belirlenirse, bu oran değiştirilebilir. Üçe bir oranının üzerine çıkılınca, daha mutlu ve kendine yeter biri olmanın ötesinde, yaratıcı, ruhsal açıdan daha dayanıklı, üretken ve hepsinden belki de daha önemlisi, kendini geliştiren ve her geçen gün daha iyiye giden bir birey olunabilir.

Olumluluk oranını yükseltmenin en hızlı ve en etkin yolu olumsuzluğu azaltmaktır. Burada önemli olan, olumsuzluğu tümüyle ortadan kaldırmak değil, azaltmaktır. Kimi zaman olumsuz duygular yaşamak da uygun ve yararlı olur. Burada da önemli olan, uygunsuz ya da gereksiz olumsuzluğu azaltmaktır. Gereksiz olumsuzluk, ne yararlı, ne de sağlıklıdır. Sağlıksız olumsuz duyguları ortadan kaldırmanın yolu da, bunların öncesinde yer alan akılcı olmayan düşünceler üzerinde yeniden düşünmek, bunların yerine akılcı düşünceleri koymaktır. Bütün duygularımızın arkasında bizim olayları nasıl algıladığımız, olayları nasıl değerlendirdiğimiz ve olayları nasıl anlamlandırdığımız yatar; diğer bir deyişle, olaylara ilişkin algılarımıza, değerlendirmelerimize, anlamlandırmalarımıza ve nasıl bir anlam yüklediğimize göre duygularımızın değiştiğini düşünerek, olaylara daha değişik bir anlam yükleyerek yaşadığımız duyguları değiştirebiliriz.

Olumluluk oranını yükseltmenin diğer bir yolu da olumlu yaklaşımlarda bulunmaktır. İyilik yapabiliriz. Sahip olduklarımız için gönül borcu duyabiliriz (şükredebiliriz). İçinde bulunduğumuz durumların ve karşılaştığımız olayların iyi yanlarını görebiliriz. Gelecekte nelerin daha iyi olacağını görselleştirebiliriz. İnsan ilişkilerimizi artırabiliriz. Doğaya çıkabilir ve doğayla iç içe olabiliriz. Tutkularımızın doğrultusunda ilerleyebilir, güçlü olduğumuz alanları işe koşabiliriz. Bütün bunlar, istendiği zaman, olumluluğu artırmak için yapılabilecek küçük değişikliklerdir. Bunları yapınca, sevinir, eğlenir, ilgi duyar, esinlenir, onur duyar, derin bir saygı ya da sevgi duyar, gönül borcu duyar (şükreder) ya da dingin (huzurlu) oluruz.