Orta yaş bunalımı

Orta yaş bunalımı (krizi), orta yaşa yaklaşanların, yeni koşullara uyum sağlama sürecinde yaşadıkları bir geçiş yaşları bunalımıdır. Orta yaşın tanımı, kişiden kişiye çok değişir. Orta yaş denebilmesi için, ortalama yaşın 47 olduğunu söyleyen bir araştırma olmakla birlikte, bunun 30’lu yaşların ortalarında başladığını, 40’lı yaşların ortalarında sona erdiğini bildiren çalışmalar da vardır. Ancak, genellikle, 40’la 60 yaşları arası orta yaş olarak kabul edilir. Öte yandan, 40’ın 10 yaş altı da, 60’ın 10 yaş üstü de, bakış açısına göre, orta yaş olarak görülebilir.

Herkesin, bu yaşlarda, bir orta yaş bunalımı yaşadığı söylenemez; yapılan çalışmalarda, bu yaşlardaki kişilerin yaklaşık yüzde 25’inin böyle bir bunalım yaşadığı saptanmıştır; ancak yaşayanlar için bu yaşantı çok gerçek ve sıkıntılı bir yaşantıdır.

Yaş almak birçok değişikliği de birlikte getirir. Kişinin birtakım ilişkileri sona erebilir ya da ilişkilerinin niteliği değişebilir. Yaptığı iş giderek ağırlaşıyor olabilir ya da artık beklentilerini karşılayamıyor olabilir. Anababasının ve arkadaşlarının yaşları artık ilerlemiştir, hatta aralarında ölenler bile vardır. Kişi, kendisinin de ölebileceği gerçeğiyle yüzleşmeye başlamış olabilir.

Erik Erikson, insan gelişimini, her birinin içinde temel bir çatışmanın olduğu, sekiz ayrı evreye ayırmıştır. Erikson’a göre, orta yaştaki çatışma, üretkenlikle durağanlık arasındadır. Durağanlık korkusu orta yaş bunalımını tetikleyebilirken; üretkenlik, diğer bir deyişle, gelecek kuşağa bırakabileceklerinin olduğu algısını geliştirme, söz konusu bunalımın çözülmesini sağlar.

Herkesin orta yaş bunalımı birbirinden değişiktir. Orta yaş bunalımının sık görülen nedenleri arasında, orta yaşlı kişilerin giderek daha az çekici olmaya başladıklarını düşünmeleri, yaş almayla ilgili toplumsal birtakım iletilerin olması; kilo alma, vücudunda birtakım ağrıların ortaya çıkması ya da içsel gücünün düşmesi gibi birtakım bedensel değişikliklerin kendini göstermesi; yaşlanma sürecinin kendisinden korkma; ölümden korkma; boşanma ya da kişinin ilişkisinde başka birtakım değişikliklerin olması; kişinin yaptığı işle ilgili, geçmişte olduğundan daha az ya da daha çok ya da yeni birtakım gerekliliklerin doğması; özellikle emekliliğin düşünülmesi ile ilgili olarak parasal birtakım güçlüklerin baş göstermesi; çocukluktan gelen birtakım örselenmişliklerle daha çok uğraşmaya başlama ve kişinin, yaşamının, kendisinin öngördüğünden çok daha değişik bir süreçte olduğunu düşünmeye başlaması gibi etkenler sayılabilir.

Orta yaş bunalımı, daha çok yaşla, yaşlanmayla ya da ölümle ilgili, kaygı duyma, yaşamda artık zorlandığını hissetme ya da düş kırıklıkları yaşama ile kendini gösterir. Kimi zaman, orta yaş bunalımının getirdiği kaygı ve çökkünlüğü gidermek için insanlar yeni bir ilişkiye girebilirler, yeni bir araba alabilirler, yoğun alkol ya da madde kullanmaya başlayabilirler ya da gençliğin canlılığını yeniden yakalayabilmek için yeni birtakım yollara başvurabilir.

Orta yaş bunalımı yaşayanlar, aşağıdaki duyguların ve davranışların bir bölümünü gösteriyor olabilirler:

• İşle ilgili doyumsuzluk: Orta yaş bunalımı yaşayan kişi, işini değiştirmek ya da bırakmak isteyebilir, işyerindeki sorumluluklardan kaçmaya başlayabilir, kendisinden daha genç olan iş arkadaşlarını kıskanmaya ve onların yaptıkları için güceniklikler göstermeye başlayabilir.

• İlişki ile ilgili doyumsuzluk: Kişi, ilişkisinin koşullarını değiştirmek isteyebilir, cinselliğe olan ilgisini yitirebilir ya da cinsel ilgisinde köklü birtakım değişiklikler olabilir.

• Dış görünümüyle ilgili takıntıların başlaması: Kişi, kendisini daha “genç” bir görünüm kazandıracağını düşündüğü giysiler giymeye, değişik birtakım beslenme düzenlerine (diyetlere), daha sık spor yapmaya başlayabilir; yaş almanın belirtilerini azaltmak için birtakım plastik cerrahi girişimleri yaptırabilir.

• Duygusal birtakım sıkıntılar yaşama: Kişi, kendisini daha çökkün ya da oldukça uzun sürelerle boşlukta hissedebilir, daha kolay kızmaya başlayabilir, ölümü daha sık düşünmeye başlayabilir, değerlerini, değer yargılarını ve inançlarını sorgulamaya başlayabilir, düşüncesizce ya da umursamaz birtakım davranışlar sergileyebilir ya da yaşadığı duygusal çalkantılardan kurtulmak için yoğun alkol ya da madde kullanmaya başlayabilir.

Orta yaş bunalımı, kimi insanlarda yalnızca birkaç hafta sürer. Kimilerinde ise yıllarca sürdüğü olabilir.

Kimi çalışmalar, orta yaş bunalımının yaşanması bağlamında, erkeklerle kadınlar arasında da önemli birtakım ayrımlar olduğunu göstermiştir.

Erkeklerin orta yaş bunalımı ile ilgili olarak, basında daha çok, gösterişli arabalar, yeni gönül ilişkileri, saçını boyama, peruk takma ve olağandışı ya da yeni birtakım ilgi alanlarının ortaya çıkması üzerinde durulur. Oysa, erkeklerin büyük bir çoğunluğu için, orta yaş bunalımı, dış görünümle ilgili belirtilerden çok, yaşamda bir anlam bulma ya da yaşamakta artık bir anlam bulamama ile ilişkilidir. Sözgelimi, yaş almanın erkekliğini nasıl etkilediğini, yaşın ilerlemesi ile birlikte ortaya çıkan hastalıkların gücünü nasıl etkilediğini, işinde yeterince başarılı olup olmadığını ve işiyle ilgili verdiği kararların çocuklarıyla ve ailesinin diğer bireyleriyle ilişkilerini nasıl etkilediğini düşünmeye başlayabilir.

Kadınlar, bu dönemde, genç kalma, alımlı ve çekici olma konusunda, kendi içlerinde yoğun bir baskı yaşayabilirler ve eşlerinin daha genç kızlarla ilgilenebileceği konusunda kaygılanmaya başlayabilirler. Ayrıca, kimi kadınlar, orta yaşta çocuk büyütme kararlarının yaşamlarını nasıl etkileyeceğini kara kara düşünmeye başlarlar. Bu yüzden işlerini bırakma eğilimi gösterirler ve kimileri de, daha sonra, bundan büyük bir pişmanlık duyarlar ve çocukları büyüyünce, kendilerini, yaşamdan daha az doyum almış gibi hissederler.

Yapılan çalışmalarda, genel kanının tersine, erkeklerin, kendilerinden çok daha genç olan kızlarla ilişkiye girmek için eşlerini bırakmalarından çok, kadınların bu dönemde eşlerinden ayrıldığı bulunmuştur. Bu dönemde, boşanmaların yaklaşık üçte ikisine kadınların önayak olduğu saptanmıştır. Kadınların, orta yaş bunalımlarını atlatmanın bir yolu olarak boşanmayı seçtikleri oldukça sık görülen bir durumdur. Kadınlar, tek başlarına ya da bir başkasıyla daha mutlu bir yaşam sürebileceklerine inandıkları için; eşlerinin, onların beklentilerini artık karşılayamadığını düşündükleri için; çocukları büyüdüğü, dolayısıyla çocuklarından ötürü bir arada olma gerekliliği artık ortadan kalktığı için ya da kendilerini artık çekici bulmadıkları için boşanma yolunu seçiyor olabilirler.

Yılların hızlı geçiyor olduğunu ve yaklaşık yarısının geçmiş olduğunu düşünmek insana zor gelebilir. İnsanlar, orta yaşlarında, yaşamın amacı, gençliğin bitmiş olması, ölüm, miras gibi konulara ve yaşamda ne denli başarılı oldukları ya da bedensel yeterlikleri gibi alanlara odaklanmaya başlayabilirler.

Orta yaş bunalımı, ruhsal açıdan ileri derecede örseleyici olabilir; ancak bu kişiler psikoterapiden büyük yarar görürler. Terapi sürecinde, kişinin başkalarıyla olan ilişkilerini geliştirmesi, evliliğini sürdürüp sürdürmeyeceği ile ilgili akılcı bir karar vermesi, yaşamında karşılaştığı güçlükler ve düş kırıklıkları ile daha iyi baş edebilmek için donanım kazanması, kendisi için nasıl bir gelecek tasarladığını öngörmesi ve bunun için gerekenleri yapabilmesi için yeni beceriler kazanması, yaşamındaki değişiklikler için bir anlam bulması, kendine yeni birtakım hedefler belirlemesi ve yaşamının denetiminde olduğu algısını geliştirebilmesi gibi alanlarda yardımcı olunmasının yanı sıra artık birer erişkin olan çocuklarıyla nasıl daha iyi bir ilişki kurabileceği konusunda da yol gösterilir…

Zeigarnik Etkisi

Kendinizi, bitirmediğiniz bir işi düşünürken bulduğunuz hiç oldu mu?.. Ya da bitirmeden bıraktığınız bir kitapla ilgili düşüncelerinizin zihninizde dolanıp durduğu?.. Bitirilmemiş ya da kesintiye uğramış işlerimizle ilgili düşüncelerimizi durduramamamızın bir nedeni vardır. Bitirilmemiş işleri, bitirilmiş işlere göre daha iyi anımsama eğilimine psikolojide “Zeigarnik etkisi” adı verilir.

Belirli bir işe başlar, ancak o işi bitirmezseniz; bitirilmemiş işlerle ilgili düşünceler, siz başka bir işle uğraşırken bile zihninizde beliriverir. Bu düşünceler, sizi, başladığınız işe geri dönmeye ve o işi bitirmeye zorlar. Elinizden bırakamadığınız bir kitabı sürekli düşünüyor olmanızın nedeni budur, bir bilgisayar oyununu kazanana dek oynamak istiyor olmanızın nedeni de budur. Bitirilmemiş bir iş, siz başka bir işe odaklanmaya çalışsanız bile, etkisini göstermeyi sürdürür. Dizi film yapımcıları da bu etkiden yararlanırlar. Dizinin bir bölümü biter, ancak öykü bitmez. Dizi film yapımcıları, izleyicilerini, daha çok öğrenme isteği ile baş başa bırakırlar ve Zeigarnik etkisi ile, günü gelince, televizyonlarını açmayı unutmamalarını sağlarlar.

Çok büyük bir olasılıkla, okul yıllarında da bu etki yaşanıyordur. Çalışılan konular, sınav öncesinde oldukça iyi anımsanır. Ancak sınavdan çıktıktan sonra, çalışılan konuları anımsamakta güçlük çekilir. Artık kullanmaya gereksinilmediği için, edinilmiş olan bilgiler bellekten silinir.

Bu etki, ilk kez, Rus psikolog Bluma Zeigarnik tarafından gözlenmiş ve tanımlanmıştır. Zeigarnik, Viyana’da, çok kalabalık bir restoranda otururken, garsonların ödenmemiş yemek ısmarlamalarını daha iyi anımsadıklarını gözlemiştir. Ancak, ödemeyi aldıktan sonra, ısmarlanan yemeklerle ilgili ayrıntıları anımsamakta güçlük çektiklerini görmüştür.

Daha sonra yaptığı deneylerde, deneklerden, ipe boncuk dizmeleri, yapboz yapmaları ya da bir matematik problemi çözmeleri gibi yalın birtakım işler yapmalarını istemiş. Katılımcıların yarısından, yaptıkları işi, yapmayı sürdürürken, yarıda bırakmaları istenmiş. Zeigarnik, en az bir saat gibi bir zaman geçtikten sonra, katılımcılardan, neyle uğraştıklarını tanımlamalarını istemiş. Araştırmanın sonunda, yaptıkları iş kesintiye uğrayanların, ne yaptıklarını çok daha iyi anımsadıklarını saptamış.

Kısa süreli bellek (anlık bellek), yeterlilik ve süre açısından sınırlıdır. Belirli bir bilgiyi belleğimizde tutabilmek için, o bilgiyi yeniden yeniden anımsamamız ya da kendimize anımsatmamız gerekir.

Sözgelimi, garsonlar servis yaptıkları masalarla ilgili olarak birçok ayrıntıyı anımsamak zorundadırlar. İnsanların, yemek için ne ısmarladıklarının yanı sıra, ne içmek istedikleriyle ilgili bütün bilgileri, bu kişiler yemeklerini bitirene dek belleklerinde tutmak durumundadırlar.

Ancak bu etki, belleği, yalnızca kısa süreli olarak etkilemez. Ulaşmak istediğimiz amaçlar gibi bitirilmemiş birtakım işler, oldukça uzun bir süre düşüncelerimizin arasına karışır.

Zeigarnik etkisi, belleğin nasıl çalıştığı ile ilgili olarak bize birçok bilgi verir. Bilgi bir kez algılanınca, çoğu kez, çok kısa bir süre için duyusal (duyumsal, algısal) bellekte saklanır. Biz, bu bilgiye ilgi gösterince, edinilen bilgi kısa süreli belleğe taşınır. Kısa süreli bilgilerin ve anıların birçoğu, oldukça kısa bir süre içinde unutulur; ancak etkin bir yineleme süreci sonrasında, bu bilgilerin bir kesimi uzun süreli belleğe taşınabilir.

Zeigarnik, belirli bir işin bitirilememesinin, arkada bilişsel bir gerginlik yarattığını ileri sürmüştür. Dolayısıyla, ilişkili bilginin, farkındalık düzeyinde kalabilmesi için daha çok zihinsel çaba gösterildiğini söylemiştir. Yapılan iş bir kez bitirilince de, zihin artık bu çabayı bırakır diye belirtmiştir.

Sağduyumuz, belirli bir amaca ulaşmanın en iyi yolunun işi bitirmek olduğunu söylüyor olabilir. Oysa Zeigarnik etkisi, yapılan işin arada kesintiye uğratılmasının, edinilen bilgiyi anımsamak için daha iyi bir yöntem olduğunu düşündürmektedir.

Bunun için, sözgelimi, bir sınava çalışıyorsanız, bütün çalışmanızı sınav öncesi bir güne ya da geceye sıkıştırmak yerine, bölümlere ayırarak çalışmanızda yarar vardır. Öğreneceğiniz bilgiyi dilimleyerek ya da bölümleyerek öğrenecek olursanız, bunları sınav gününde anımsama olasılığınız daha yüksek olur.

Önemli birtakım bilgileri akılda tutmakta güçlük çekiyorsanız, öğrenme sürecinde zaman zaman ara vermeniz, öğrenme sürecini geçici bir süre kesintiye uğratmanız yarar sağlayabilir. Sürekli yinelemektense, birkaç kez yineledikten sonra bir ara vermeniz işe yarayabilir. Başka bir işe odaklandığınız sırada, aklınızda tutmaya çalıştığınız bilgilerin çağrışım yaptığını göreceksiniz.

Erteleme alışkanlığının üstesinden gelmenin yollarından biri de Zeigarnik etkisinden yararlanmaktır. Yapmanız gereken belirli bir işi sürüncemede bıraktığınızı görüyorsanız, ne denli küçük bir adım olursa olsun, yine de küçük bir adım atın. Bir kez başlayınca, işi bitirmemiş bile olsanız, yapacağınız bu işi düşünüyor olacaksınız ve en sonunda yapacağınız işe yeniden başlayıp bitirdiğinizi göreceksiniz. Bir kezde bitiremeyebilirsiniz, ancak atacağınız her küçük adım, sizi sonuca daha çok yakınlaştıracaktır.

Sonuç olarak, bitirilmemiş, yarıda kalan işleri, bitirilmiş işlerden daha çok aklımızda tutma eğilimi gösteririz. Belirli bir konu üzerinde çalışırken, isteyerek ara verince, önemli ayrıntıları daha iyi anımsarız. Dolayısıyla yaptımız işlerde, bu etkiyi göz önünde bulundurarak bundan büyük yarar sağlayabiliriz.

Aşırı düşünmek

Yaptığınız her eylemi, daha değişik bir biçimde yapabilirdim diye düşünüyor olmanız; verdiğiniz her kararın, verilebilecek en doğru karar olup olmadığını düşünüp duruyor olmanız ya da olabileceğin en kötüsünü düşünmekten kendisini bir türlü alıkoyamamanız gibi düşünsel etkinlikleriniz sizi tüketebilir. Bu örneklerde görülen, “düşünüp durmaktan kendi alıkoyamama” alışkanlığı, bırakılması çok güç olan bir alışkanlıktır.

En doğru çözümü bulabilmenin en iyi yolunun, ilgili konu üzerinde çok düşünmek olduğuna kendinizi inandırmış olabilirsiniz; ancak bu yaklaşım, genellikle doğru bir yaklaşım değildir. Gerçekte, bir konu üzerinde ne denli uzun durursanız, verimliliğiniz o denli düşer.

Herkes, zaman zaman, düşünüp duruyor olmaktan kendini alıkoyamıyor olabilir. Bir sonraki hafta yapacağınız bir sunumla ilgili olarak, yolunda gitmeyebilecek bütün olasılıkları düşünüp duruyor olabilirsiniz.

Gereksiz bir biçimde aşırı düşünmenize bir son verebilmek için, öncelikle, ne zaman böyle bir yaklaşım içine girdiğinizi ayırt edebilmeniz gerekir. Bunu bilebilmenin birtakım yolları vardır.

Düşünüp durmaktan kendini alıkoyamama ya da diğer bir deyişle aşırı düşünme, var olan sorunu çözmek için düşünüyor olmaktan çok ayrı bir durumdur. Aşırı düşünme, sürekli sorunun kendisi üzerinde duruyor olma iken; sorunu çözmek için düşünüyor olma, bir çözüm arayışına girme olarak tanımlanabilir. Sözgelimi, meteoroloji, bir fırtına kopacağını ve sel basma olasılığı olduğunu bildirdiğinde, aşırı düşünme ve sorun çözme yaklaşımları arasındaki ayrım şöyle olur: Aşırı düşünme yaklaşımında, “Keşke böyle bir fırtına kopmasaydı. Çok kötü olacak. Umarım evimiz bundan büyük bir zarar görmez. Neden bütün bu kötülükler beni buluyor? Ben bunun altından kalkamam” denir. Sorun çözme yaklaşımında ise, “Evin dışında/balkonda bulunun bütün eşyaları kaldırayım. Evimize sel basmasını önlemek için kapı altlarına kum torbaları koyabilirim” gibi bir tutum sergilenir.

Bu örnekte de görüldüğü üzere, sorun çözme yaklaşımı, gerekli birtakım önlemlerin alınmasını sağlarken; aşırı düşünme yaklaşımı, istenmedik birtakım duygular yaşanmasına, çözüm arayışına girmekten uzaklaşmaya ve verimsizliğe yol açar.

Aşırı düşünmenin diğer örnekleri, yineleyici birtakım düşünceler içine girmek, aynı konu üzerinde, verimsiz bir biçimde, “geviş getirircesine” düşünüp durmaktan kendini alıkoyamamak ya da durduk yere, kötü bir şey olacağı beklentisine kapılmaktır.

Aşırı düşünüyorken sanki zihniniz susmuyor gibi olur. Uyuyacak olduğunuzda, değişik birtakım düşünceler zihninize üşüşmeye başlar ve kötü bir şeyler olacakmış gibi bir düşünceye kapılırsınız ve uykuya dalmakta güçlük çekersiniz. Uyumakta güçlük çekince de, ertesi gün kendinizi iyi hissetmeyeceğinize ilişkin birtakım düşüncelere kapılır ve kaygılanmaya başlarsınız. Böyle hissediyor olmanız da, uykuya dalmanızı daha da güçleştirir.

Belirli bir konu üzerinde uzun uzadıya ve derin derin düşünmenin yararı olduğuna kendinizi inandırmış olabilirsiniz. Yaşadığınız soruna çok değişik açılardan bakmaya çalışmanın gerekli olduğunu düşünüyor olabilirsiniz. Ancak, aşırı çözümleyici olmak ve takıntılı bir biçimde düşünmeye çalışmak, bir süre sonra, karar vermek için bir engel olmaya başlar. Belirli bir konuda çok kararsız kalıyorsanız, aşırı düşünme yaklaşımı sergiliyor olabilirsiniz. İkinci bir görüş almaya çalışıyor ya da olası başka seçenekleri göz önünde bulundurmaya çalışıyor olabilirsiniz, ancak belirli bir aşamadan sonra, bunların artık pek bir önemi kalmaz.

Aşırı düşünmek, kimi zaman, vermiş olduğunuz kararlar için de sizi zora sokar. Sözgelimi, başka bir meslek ya da iş seçmiş olsaydınız ya da kendi işinizi kurmuş olsaydınız yaşamınız çok daha iyi olurdu diye düşünüp duruyor olmakla çok zaman yitiriyor olabilirsiniz. Gerekenleri, gerektiği zaman yapmadığınız için hayıflanıp duruyor olabilirsiniz. Kimi zaman, verdiğiniz kararlar üzerinde yeniden düşünmek, yanlışlarınızdan ders çıkarmak adına yararlı olabilir, ancak ısıtıp ısıtıp yeniden değerlendirmeye kalkmak ve verdiği kararlardan ötürü sürekli olarak kendini eleştirmek, zihinsel bir işkenceye dönüşebilir. Dolayısıyla, kendinizi daha kötü hisseder ve daha sonra karar vermekte, daha çok güçlük çekmeye başlarsınız.

Yapılan araştırmalarda, yaşanan sorunu daha az düşünmenin daha iyi çözümler üretmeyi sağladığı gösterilmiştir. Ayrıca, bir “kuluçka dönemi”nin olmasının en iyi kararı vermeye yardımcı olabildiği gösterilmiştir.

Sonu gelmez bir biçimde, oturup sorunu düşünmektense odağınızı değiştirebilirsiniz. Başka bir işle uğraşırken, zihniniz, arkada çalışmayı sürdürerek daha iyi çözüm yolları bulmayı sağlayacaktır. Sorunun “üzerine yatarak” bir gece geçirdikten sonra da çözüm bulduğunuz zamanlar olabilir. Kendinize zaman tanımalısınız…

Başarılı Çocuk Yetiştirmek

Ruh sağlığı yerinde, kendisiyle barışık, mutlu ve başarılı çocuklar mı yetiştirmek istiyorsunuz?.. İşte size birtakım ipuçları:

• Öncelikle, çocuğunuzdan sevginizi esirgemeyin, sevginin çoğu yoktur; çocuğunuza sevgi göstermekle sınır koymayı birbirine karıştırmayın. Söz konusu olan gerçek bir sevgi, yakınlık, içtenlik ve sıcaklığın gösterilmesi ise, çocuğunuzu gereğinden çok seviyor olamazsınız. Çocuklar, gerçek bir sevgi görürlerse, güçlü bir güvenlik duygusu geliştirirler.

• Çocuğunuza, “hak ve sorumluluk denklemi”ni iyi öğretin. Birtakım haklara kavuşabilmesi için, üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmesi gerektiğini öğrenmelidir.

• Hiçbir kazanımı ona hazır sunmayın, kazanımlarını hak etmeyi öğrensin. Yaşamın öyle kolay olmadığını, büyük başarıların büyük çabalar gerektirdiğini öğrensin, “Ben çektim, o çekmesin” demeyin, hep “hazıra konmasın”.

• Başarı gösterebileceği birtakım fırsatlar yaratın, başarı göstermenin ve kendini gerçekleştirmenin tadını çıkarmayı öğrensin. Bir kez başarının tadını alınca, kendi hedefleri doğrultusunda hep daha ileriye gitmeye çalışacaktır.

• Ancak, belirli bir alanda başarısızlık göstermenin de dünyanın sonu olmadığını ve esnek olması gerektiğini de öğretin, Başarısızlıkları karşısında büyük tepki göstermeyin. Gösterdiği başarısızlıkları, birer öğrenme yaşantısı, alınması gereken bir ders olarak görürse, bu da büyük bir başarı olmuş olur.

• Çocuğunuzun yeteneklerini bulmaya çalışın ve yeteneklerinin olduğu alanlarda kendini daha çok geliştirmesine destek olun. Yeteneğinin olmadığı alanlarda başarı göstermesi için zorlamayın.

• Çocuğunuzun her istediğini yerinde getirmek durumunda değilsiniz, gerektiğinde sınır koymayı bilin ve kural koyucu olun. Çocuğunuzun her istediğini yapmak zorunda olmadığınız gibi, kimi isteklerini neden karşılamak durumunda olmadığınızı her zaman açıklamak zorunda da değilsiniz, henüz bunu anlayabilecek yeterlikte olmayabilir. Ancak, ne zaman bir açıklama getirmeniz gerektiğini, ne zaman böyle bir gereklilik olmadığını iyi ayırt etmelisiniz.

• Çocuğunuzun çocukluğunu yaşamasına izin verin. Kendi istekleriniz doğrultusunda, “yarış atı” gibi, bir dersten bir kursa, sözgelimi tenis kursundan piyano dersine taşıyıp durmayın. Çocuğunuz, hangi alanda kendini geliştirmek istiyorsa, bırakın buna o karar versin. Siz, yalnızca, olabildiğince çok seçenek sunmaya çalışın.

• Bir “prens” ya da “prenses” yetiştirmiyorsunuz, çocuğunuz her ne yapıyorsa en doğrusu yapıyor değildir. Sürekli alkışlamayın, sürekli bir övgüde bulunmayın. Sürekli “el bebek, gül bebek” tutmak durumunda değilsiniz. Bırakın, yaşamın gerçekleriyle de yüzleşsin ve kendisini “dünyanın merkezinde” görmeye alışmasın.

• Hangi yaşta olursa olsun, çocuğunuzun kişiliğine saygı göstermelisiniz, özellikle başkalarının yanında aşağılamamanız gerekir. Çocuğunuza değer verin, ancak gereksiz yere sürekli “el üstünde” de tutmayın.

• Arkadaşlarına saygı duyun. Arkadaşlarına saygı duyuyor olmanız çocuğunuza değer verdiğinizin önemli bir göstergesidir.

• Çocuklarınız arasında kız-erkek ayrımı yapmayın. Kız da olsa, erkek de olsa çocuğunuz sizin için değerli olmalıdır.

• Kardeşleri, birbirleriyle ya da çocuğunuzu, kendi çocukluğunuzla karşılaştırmayın. Herkes ayrı ortamlarda ya da ayrı zaman dilimlerinde doğmuş ve büyümüştür ve herkesin doğuştan gelen çok değişik birtakım kişilik özellikleri vardır. Birçok kişilik özelliğinin doğuştan gelebileceğini kabul edin.

• Çocuğunuz, kendisi buna gerek duymadıkça, ona öğüt vermeye kalkışmayın, çok işe yaramayacaktır; daha çok tutum ve davranışlarınızla örnek bir anababa olmaya çalışın. “Dediğimi yap, yaptığımı yapma!” demenin hiçbir anlamı yoktur.

• Çocuğunuza verebileceğiniz en büyük armağan, onun annesini/babasını, yani eşinizi sevdiğinizi göstermektir. Sıcak ve sevgi dolu bir ev ortamında büyüyen çocuklar, sevgi dolu olurlar.

• Çocuğunuzun arkadaşı değil, onun anababası olun. Arkadaşın yeri başkadır, anababanın yeri başkadır.

• Birlikte nitelikli zaman geçirin ve bu zaman süresince kendisini özgürce dışavurmasına izin verin. Böylece, hem sizden çok şey öğrenecek, hem de kendini daha iyi tanıma fırsatı bulacaktır.

• Kendisine özellikle zarar verici alanlar dışında, çocuğunuzun kendi seçimlerini kendisinin yapmasına izin verin ve yaptığı seçimlerin sonuçlarına katlanması gerektiğini öğretin.

• Dersleri konusunda ona yardımcı olabilir ve yol gösterebilirsiniz, ama ödevlerine siz yapmaya kalkmayın.

• Sorularına her zaman açık olun ve elinizden geldiğince sorularını yanıtlamaya çalışın; ancak bunu yaparken, kimi zaman sizin de bilmeyebileceğiniz konular olabileceğini ve araştırmanız gerektiğini söyleyebilirsiniz.

• Kendi görüş, düşünce ve inançlarınızı ona dayatmak ve aşılamak yerine, özgür, eleştirel ve sorgulayıcı düşünmeyi öğretin.

• Kendine hedefler koymasına yardımcı olmak üzere dünyayı tanıtın, dünyaya olabildiğince geniş bir açısıyla bakmasını sağlayın. Değişik insanları, değişik bakış açılarını, değişik kültürleri görmesini sağlayın. Kendisine hedef koyarsa yaşamın çok daha anlamlı olacağını görmesini sağlayın.

• Bütün güçlükleri onun için kolaylaştırmayın, bırakın yolunu kendisi bulsun, arkadaşlarıyla ya da öğretmenleriyle ters düşmesi durumunda koşulsuz yanında yer almayın, ilgili kişi ya da kişilerle iletişim içinde, sorun çözücü bir yaklaşım sergilemeye çalışın.

• Sorun çözme becerileri kazanmasına yardımcı olun.

• İletişim becerileri kazanmasına yardımcı olun.

• Paylaşmayı ve alçakgönüllü olmayı öğretin.

• Zorluklarla baş etmesine yardımcı olun, ancak zorluklar karşısında bir çıkış yolu bulamayacak gibi olduğunda arkasında olduğunuzu gösterin.

• Kendi değerlerini oluşturma sürecinde, kimi zaman sizi karşı çıkıyor olmasının da sağlıklı bir tutum olduğunu kabul edin. Onun aykırı görüşlerine de saygı duyun, çünkü o sizin karbon kopyanız değildir ve öyle olması da gerekmez. Kendisi olmasına izin verin.

• En doğrunun, sizin doğrunuz olmayabileceğini ve onun da kendi açıklamalarıyla, kendi bakış açılarının olabileceğini kabul edin.

• Onunla etkileşmelerinizde daha çok dinlemede kalın, konuştukça kendisini bulmasını sağlayın.

• Sigara, alkol, uyuşturucu/uyarıcı madde kullanımı gibi alanlarda kesin kırmızı çizgilerinizin olduğunu bilmesini sağlayın.

• Ona da özel birtakım sorumluluklar verin; sorumluluklarından kaçabileceğiini, ancak sorumsuzluklarının sonuçlarından kaçamayacağını örneklerle gösterin.

• Yalnızca kendisine karşı değil, içinde bulunduğu topluma karşı ve diğer insanlara karşı da sorumluluklarının olduğunu öğretin, iyi bir yurttaş olması gerektiğinin bilincinde olsun.

• Hayvan sevgisi, doğa sevgisi aşılayın. Kendisinin dışında da çok büyük bir dünya olduğunun ayrımında olsun ve sevgi gösterdikçe daha mutlu olunduğunu görmesini sağlayın.

• Kendisiyle ilgili alınacak kararlar konusunda görüşüne başvurun ve görüşlerine katılmasanız bile, görüşlerine değer verin. Ters düştüğünüz konularda verimli bir iletişim içine girebilirsiniz.

• Çocuğunuzu cezalandırma yöntemi olarak asla şiddete başvurmayın. Şiddet gören çocuklar, şiddet uygularlar.

• Olumsuz davranışlarından ötürü sürekli cezalandırmaktansa, olumlu davranışlarını övgüyle karşılayın, bu davranışların pekişmesini sağlayın; dolayısıyla gösterdiği olumsuz davranışların sönmesine çalışın.

• Çocuk eğitiminde aşırı övgü ya da aşırı yergiye yer yoktur, övgü ve eleştirilerinizde olabildiğince ölçülü olmaya çalışın. Çocuğunuza bir eleştiride bulunacak olduğunuzda yalnızca belirli bir davranış ya da tutumumu eleştirin, onun kişiliğiyle ilgili olarak genel bir yargıda bulunarak eleştirmeye kalkmayın.

• Evliliğinizi kurtarmak için çocuk yapmayın. Çocuğunuz, yolunda gitmeyen evliliğinizin “kurban”ı olmasın. Evliliğiniz yolunda gitmiyorsa, önce onu onarmaya çalışın.

• Kendinizi, çocuğunuz üzerinden gerçekleştirmeye kalkmayın. Onun da, kendine özgü yeterlikleri ve yetersizlikleri vardır ve bunlardan yola çıkarak kendisiyle ilgili beklentileri olacaktır. Bunlara saygı duyun…

Özseverlik (Narsisizm)

Özseverliğin (narsisizm) değişik türleri vardır ve bu durumun derecesi kişiden kişiye değişir. Sözgelimi, büyüklenen özseverler, aşırı bir ilgi ve övgü beklentisi içinde olurlarken; kırılgan özseverler, sürekli kaygılıdırlar ve hep bir destek görme arayışı içinde olurlar.

Özseverliğin değişik türleri arasında bulunan “kötücül özseverlik” (malign narsisizm), açık arayla, insanlara en zararlı olan türüdür. Özseverliğin bu alttürü, özsever (narsisist) kişilik bozukluğunun bütün özelliklerini içinde barındırmasının yanı sıra aşırı benmerkezcidir ve kendisi odaklıdır. Ayrıca, birtakım toplumdışı (antisosyal) kişilik özelliklerinin de olmasının yanında, bu kişilerin içgörüleri yetersizdir ve hiç eşduyum (empati) yapamazlar. Çoğu zaman, birtakım kuşkuculuk (paranoya) özellikleri de sergilerler.

Bu kişilerin, başkalarını parmağında oynatma özellikleri de vardır. Başkalarına, her istediklerini yaptırırlar ve yollarına çıkanları kırıp incitmeleri, onların umurlarında bile değildir. Ayrıca, bu kişiler,

• Dünyayı “siyah ya da beyaz” olarak görürler; insanları, benden yana olanlar ya da bana karşı olanlar diye ayrıştırır ve kutuplaştırırlar; kendilerine karşı olduğunu düşündükleri insanları ötekileştirmeye çalışırlar;

• Her ne pahasına olursa olsun kazanmanın peşindedirler ve yollarında ilerlerken, başkalarında büyük bir düş kırıklığı yaratırlar, acı ve gönül yarası bırakırlar;

• Yitirmemek ya da istediklerini elde edememekten kaçınmak için, her ne gerekiyorsa yaparlar, gözlerini budaktan esirgemezler;

• Başkalarına yaşattıkları acı hiç umurlarında değildir, bundan zevk alıyor bile olabilirler, bunu bir güç göstergesi olarak görüyor da olabilirler.

Bu kişiler aşağıdaki kişilik özelliklerini de sergilerler:

• Başarı, güç, gösteriş, görkem gibi düşlemlerle uğraşıp dururlar.
• Her şeyin en iyisine sahip olmaları gerektiğini düşünürler.
• Eleştiriye gelemezler, yapılan eleştirileri hiç kaldıramazlar. Kendilerini eleştirenlere karşı saldırıya geçerler.
• Kendilerine bir saygısızlık edildiğini düşünürlerse hemen tepki gösterirler.
• İstediklerini elde edebilmek için başkalarını kullanırlar.
• Kendilerine üstün biri gibi davranılması beklentisi içindedirler.
• Benlik algıları şişiktir ve kendilerini denetlemekte güçlük çekerler.
• Başkalarını incitmiş ya da kırmış olmaktan ötürü bir pişmanlık duymazlar ve yararlarına olmadığı sürece, yaptıkları yanlıştan ötürü özür dileme gereği duymazlar.
• Başkalarıyla eşduyum yapamazlar.
• Konuşmaları tek yanlı sürdürme eğilimi gösterirler.
• Aşağı gördükleri insanlara karşı kötü davranma eğilimindedirler.
• Kendi yanlışlarından ötürü hep başkalarını suçlarlar; onlara göre, ortaya çıkan yanlışların suçlusu hep başkaları ya da dış etkenlerdir.
• Gerçekte, içten içe, büyük bir güvensizlik içindedirler.

Bu kişilerle baş edebilmenin birtakım yolları şunlardır:

• Daha başta, baş edilmesi güç insanlar olduklarını kabul etmeniz gerekir. Olanaklı ise aranıza bir uzaklık koyun. Bunu yapmak güç olabilir, çünkü bu insanlar sınır koymakta güçlük çekerler ve siz bir sınır koyacak gibi olursanız, buna gücenirler; ancak yapmanız gereken budur.

• Onları değiştirmeye kalkmayın ya da değişeceklerini beklemeyin, büyük bir düş kırıklığına uğrarsınız.

• Bu kişilerle ters düşecek olursanız, her yolu deneyerek, dengiyle karşılık vermeye ve öç almaya kalkışabilirler. İnsanları size karşı kışkırtmaya çalışabilirler. Bu, her ne istiyorlarsa, onu yapmanız gerekir ya da bir biçimde onlarla uzlaşmanız gerekir anlamına gelmez. Uzlaşmazlık yaşadığınızda ya da sınır koyarken, daha az yüzleştirici bir tutum sergilemeniz gerekir.

• Bu kişileri, yaptıklarıyla yüzleştirmeniz gerekirse, bunu büyük bir topluluğun önünde yapmamanız gerekir. Kendilerince saygınlıklarını korumak için daha da saldırganlaşabilirler. 

Sevmek demek, ne demektir?

• Sevmek demek, karşılaştığında, gözlerinin içinin gülmesi, içini bir sevinç kaplaması demektir.
• Sevmek demek, birlikte zaman geçirmeyi çok istiyor olmak demektir.
• Sevmek demek, varlığını ve ortak yaşanmışlıkları özlüyor olmak; gelecek olduğunda, yolunu gözlüyor olmak demektir.
• Sevmek demek, sevmek ve sevilmenin yaşama büyük bir anlam kattığını doya doya hissediyor olmak demektir.
• Sevmek demek, duyduğu sevgiyle kişinin kendisini çok iyi hissediyor olması demektir.
• Sevmek demek, onun hep iyiliğini ve mutlu olmasını istiyor olmak demektir.
• Sevmek demek, biri için özellikle kaygılanıyor olmak, sizin için de kaygılanılıyor olduğunu bilmek demektir.
• Sevmek demek, çok güvenilir bir dostluk ve arkadaşlık kurmuş olmak, koşulsuz güveniyor olmak, onunla birlikte kendini güvende hissediyor olmak demektir.
• Sevmek demek, sizi olduğunuz gibi kabul ettiğini bildiğiniz özel birinin varlığını biliyor olmak demektir.
• Sevmek demek, yanında kendinizi çok iyi hissediyor olmak demektir.
• Sevmek demek, en zor zamanlarınızda, “Yanımda olsaydı” diyeceğiniz, ilk akla gelen kişinin o olması demektir.
• Sevmek demek, onun için özveride bulunmanın bir yük olmadığını hissediyor olmak demektir.
• Sevmek demek, bir konuda anlaşamadığınızda bile anlayış göstermek ve bir biçimde uzlaşmayı istemek demektir.
• Sevmek demek, olaylara onun gözüyle bakmaya çalışmayı da istemek, eşduyum yapabiliyor olmak demektir.
• Sevmek demek paylaşmak demektir; birlikte bir zamanı, bir etkinliği, bir ortamı paylaşmak, bir arada olmanın tadını çıkarıyor olmak demektir. Bir aradayken “akış” içinde olmak ve zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyor olmak demektir.
• Sevmek demek, birlikte geçirilen zamanda, ortak suskunluğun bile bir paylaşım olduğunu bilmek demektir.
• Sevmek demek, uyuyakaldığında üstünü örtmek, şefkatli davranmak demektir.
• Sevmek demek, sarılarak uyumak, bedensel olarak da yakınlığını hissetmeyi istiyor olmak demektir.
• Sevmek demek, yanından geçerken bir öpücük kondurmak ya da sabah öperek uyandırmak demektir.
• Sevmek demek, küçük sürprizlerle sevindirmek istemek, sevinmesine sevinmek demektir.
• Sevmek demek, “Askım, tutkum…” gibi yapmacık sevgi sözcüklerini kullanmaya gerek duymadan, kullandığı dille sevgisini yalın bir biçimde göstermeyi istemek demektir.
• Sevmek demek, övülesi yanlarını görebilmek ve bunları dile getirmekten büyük bir mutluluk duyuyor olmak demektir.
• Sevmek demek, duyulan sevgiyi emek vermeye değer bulmak demektir.
• Sevmek demek, konuşabiliyor ve iletişim kurabiliyor olmak, dinlemeye değer bulmak ve dinlendiğini biliyor olmak demektir.
• Sevmek demek, birlikte gülebiliyor olmak demektir.
• Sevmek demek, katılınmasa bile görüşlerini önemsiyor, görüşlerine değer veriyor olmak demektir.
• Sevmek demek, birlikte aynı yöne bakıyor, birlikte yürüyebiliyor olmak ve ortak birtakım hedeflerinin olması demektir.
• Sevmek demek, birlikte büyümeyi ve kendini geliştirmeyi istemek ve bunları göze almak demektir.
• Sevmek demek, koşullar her nasıl olursa olsun, sevmeyi hiç bırakamayacağına yürekten inanıyor olmak demektir ve
• Sevmek demek, öncelikle değer vermek ve saygı duymak demektir.

Oysa aşk, bir “sarhoşluk”tur; ayılınca bir bakın bakalım, gerçekten seviyor musunuz?.. 

Başkalarını Mutlu Etmeye Çalışan Kişi

Sürekli kendinden verip başkalarını mutlu etmeye çalışan insanlar, başkalarını mutlu edebilmek için, her ne gerekiyorsa yapmaya hazır olan insanlardır. Düşünceli, yardımsever ve iyiliksever olmak, iyi birtakım insan nitelikleri olsa da, bu konularda aşırıya kaçmak, insanı duygusal açıdan tüketebilir, yaşamda zorlanmasına ve sürekli bir kaygı duymasına yol açabilir.

Sürekli kendinden verip başkalarını mutlu etmeye çalışma tutumu, başkalarının gereksinmelerini, kendi gereksinmelerinin önüne geçirmek anlamına gelir. Bu gibi insanlar, hep başkalarına uyum sağlamaya çalışırlar ve çoğu zaman çok düşünceli, çok uzlaşmacı ve çok yardımsever olarak görülürler. Ancak, sürekli kendinden verip başkalarını mutlu etmeye çalışma tutumu gösteren insanlar, kendi haklarını savunmakta güçlük çekerler; dolayısıyla, bu aşırı vericilik ya da kendini önemsemezlik yaklaşımı, başka birtakım sorunlara yol açar. Bu kişiler, insan ilişkilerini sürdürebilmenin tek yolunun “vermek”, başkalarından “onay almak” ve “kabul görmek” olduğunu düşünürler. Bu tutum, depresyon ve kaygı bozuklukları, çekingen kişilik bozukluğu, bağımlı kişilik bozukluğu ve sınırda (borderline) kişilik bozukluğunun bir belirtisi de olabilir.

Sürekli kendinden verip başkalarını mutlu etmeye çalışma tutumu gösteren insanların ortak birtakım özellikleri vardır. Bu kişilerin,

• Benlik saygıları düşüktür
• Başkalarının kendileriyle ilgili olarak ne düşündüğü ile aşırı ilgilidirler
• İnsanların hep kendilerini sevmesini isterler ve ancak başkaları için yaptıklarıyla kabul göreceklerini düşünürler
• “Hayır” demekte güçlük çekerler ve “hayır” dediklerinde kendilerini suçlu hissederler
• İnsanlara karşı çıkarlarsa, kaba ya da bencil olarak değerlendirilecek olmaktan korkarlar
• Katılmadıkları konularda bile uzlaşmacı bir tutum izlerler ya da hiç yapmak istemeyecekleri davranışları bile, başkaları için, onların gönlü hoş olsun, onlar kırılmasın, onlar gücenmesin diye yaptıkları olur
• Başka türlü düşünüyor olsalar bile, insanlarla benzer görüşteymiş gibi davranırlar
• Hep özür diler bir konumdadırlar ve hep alttan alırlar
• Kendi suçları olmasa bile suçu üstlendikleri olur
• Hep başkaları için bir şeyler yapıyor olmalarından ötürü kendilerine zaman ayıramazlar, bu yüzden bir tükenmişlik yaşarlar
• Başkaları için bir şeyler yapabilmek için kendi gereksinmelerini hep gözardı ederler, bu yüzden ruhsal çökkünlük yaşarlar

Sürekli kendinden verip başkalarını mutlu etmeye çalışma tutumunu bırakabilmek için, önce, neden böyle davranıldığını anlamak gerekir. Nedenlerden biri, benlik saygısının düşük olması olabilir. İnsanlar, kendi istek ve gereksinmelerine değer vermedikleri için böyle davranıyor olabilirler. Özgüvenleri olmadığı için, başkalarından kabul görmeye gerek duyuyor olabilirler; ancak başkaları için bir özveride bulunurlarsa kabul göreceklerini düşünürler. Ayrıca, kendilerine güvenleri olmadığı için, başkalarını mutlu etmek adına bir şey yapmadıkları sürece sevilmeyeceklerini düşünürler. Geçmişte kötü birtakım olaylar atlatmış ya da ruhsal örselenmeler yaşamış olmanın da burada bir önemi olabilir. Benzer olayları yeniden yaşamamak için böyle davranıyor ve alttan alıyor olabilirler. Öte yandan, bu kişiler, ancak başkalarını mutlu ederek, kendilerini yararlı ve değerli buluyor olabilirler.

İnsanları mutlu etmeye çalışmak kötü bir tutum değildir. İnsanın sevdikleri için kaygılanıyor olması ve onları önemsiyor olması da istendik ve beklendik bir tutumdur. Ancak, düşük benlik saygısını ödünlemek için başkalarının onayı alınmaya çalışılıyorsa ya da kendi esenliği gözardı edilerek, başkalarının mutluluğu için çalışılıyorsa, artık bu bir sorun olmaya başlamıştır denebilir.

Kişi, bütün zamanını başkalarının mutluluğuna adıyorsa ve sürekli bir onaylanma ve kabul görme gereksinmesi içindeyse, içten içe bir düş kırıklığı yaşama ve öfke duyma, sürekli bir kaygı taşıma, tükenmişlik yaşama ve kendi isteklerini erteleme gibi, kendi içinde de birtakım sorunlar yaşıyor olabilir.

İyi olmak ve iyi davranmakla, sürekli kendinden verip başkalarını mutlu etmeye çalışmak arasında önemli bir ayrım vardır. İnsanlar, kendilerini iyi hissetmek için, yardımcı olmak için, bir iyilik yapmak için iyi davranıyor olabilirler. Ancak sevilmeyecek ya da dışlanacak olma korkusuyla “hayır” denemiyorsa ve sürekli uzlaşmacı bir tutum sergileniyorsa, bu sağlıklı bir durum değildir.

Bunun önüne geçmenin birtakım yolları vardır:

• Kendi sınırlarını bilmek, başkalarına açık sınırlar koymak ve bunlara göre davranılmasını istemek gerekir. Kişinin, ne istediğiyle ilgili olarak açık olmasında yarar vardır. İnsanların aşırı birtakım beklentileri olursa, bunların karşılanamayacağının onlara bildirilmesi gerekir.

• Birden bir değişiklik yapmak güç olabilir, dolayısıyla küçük adımlarla başlamak gerekir. Sıradan birtakım isteklere “hayır” denerek, sıradan birtakım olaylar için görüşlerini belirterek ya da gereksindiği bir konuda istekte bulunarak başlanabilir. Atılan her adımda, kişinin özgüveni artacaktır.

• Amaçlarını ve önceliklerini iyi belirlemek gerekir. Kime yardımcı olunmak istenmektedir? Ne gibi amaçlara ulaşılmak istenmektedir? Önceliklerini bilmek, içsel gücünü ve zamanını ne için harcayacağını belirlemeye yardımcı olur. Yoksa, insanın, her konuda, başkalarına yararlı ve yardımcı olabilmesi olanaklı değildir.

• İnsanlar, bir yardım ya da bir iyilik yapılmasını istediklerinde, bunun üzerinde düşünmek için bir zaman istenebilir. Hemen “evet” demek insanı zorda bırakabilir. Karar verme aşamasında da, bu yardımın ya da iyiliğin gerçekten yapılmak istenip istenmediği, yapılacak yardımın ya da iyiliğin ne denli zaman alacağı, bunu yapmak için zamanının olup olmayacağı gibi sorulara yanıt bulunabilir.

• Değerlendirilmesi gereken diğer bir konu da, insanların iyi niyeti kötüye kullanmaya çalışıp çalışmadıklarıdır. İnsanların, “hayır” denemeyeceğini bildikleri için, her türlü istekte bulunabileceklerini düşünme olasılıkları vardır. Böyle bir düşünceye kapılınırsa, açık ve kararlı bir tutumla, yardımcı olunamayacağı söylenmelidir.

• “Hayır” denecek olduğunda, bunu dolaysız bir biçimde söylemeli ve birtakım özürler bulmaya çalışılmamalıdır. Özür bulmaya çalışılırsa, insanlar, bulunan özürün açıklarını bulmaya çalışılabilirler ya da bulunan özüre göre isteklerinde bir uyarlama yapmaya kalkışabilirler. Bu yüzden, kararlı bir tutumla “hayır” denmeli ve bu “hayır”ın gerekçesiyle ilgili olarak gereksiz birtakım ayrıntılara girilmemelidir.

• Sağlıklı ve güçlü ilişkiler, “karşılıklılık” ilkesine dayanır. Yanlardan biri sürekli veriyor, diğeri alıyorsa, bu ilişki sağlıklı bir biçimde yürümeyecek demektir.

• Düşünceli, yardımsever ve iyiliksever olmayı bırakmak gerekmez. Bunlar, sağlıklı insan ilişkileri kurabilmek için gerekli özelliklerdir. Ancak, burada önemli olan, bunların yapılma nedenidir. Yalnızca, başkalarından kabul görmeyecek ya da dışlanacak olma korkusuyla, bu gibi tutumlar sergileniyorsa, bunlar sağlıklı tutumlar olmaktan çıkar. Ayrıca, bir insanın, her ne yaparsa yapsın, kendini herkese beğendirmesi de olanaklı değildir…

Ruh Sağlığı Sorunu Olan Birine Yardımcı Olmak

Bir ruh sağlığı sorunu (depresyon, kaygı bozukluğu, büyük bir baş etme güçlüğü, bağımlılık sorunu vb.) olan bir yakınınıza gerçekten yardımcı olmak istiyorsanız, ona şöyle yaklaşabilirsiniz:

• Ona, bir zaman kısıtlaması olmadan, özel zaman ayırın ve o sırada özgürce konuşmasına olanak tanıyın. Sözünü kesmeden dinleyin ve kendini açıkça dışavurmasını sağlayın. Kendini dinlerken bulmasına izin verin, çünkü konuştukça kendisine ilişkin içgörüsü artacaktır.

• Her ikinizin de yapmaktan hoşlanacağı ortak bir etkinlikte bulunun ve kendinizi zamanın akışına bırakın. Bu sırada, onu, yaşadığı güçlükle yüzleştirmeye kalkmayın. Yalnızca yanında olun, yanında durun…

• Ne denli sıcak, anlayışlı, sevecen ve isterse yardımcı olmaya hazır olduğunuzu göstermeye çalışın.

• Ne hissettiğini anlamaya çalışarak dinleyin, yargılayıcı olmayın, acele etmeyin ve hemen “sorun çözücü” olmaya kalkışmayın. Akıl vermeye kalkmayın; yalnızca dinlediğinizi, anlamaya çalıştığınızı gösterin.

• Gerektiği her zaman yanında olduğunuz konusunda güvence verin. Onun, sizin için önemli olduğunu ve sizin için büyük bir öncelik taşıdığını göstermeye çalışın.

• Bir uzman (psikiyatrist, klinik psikolog) yardımı almaya kendini hazır hissettiğinde ona yol gösterin, bu süreçte de hep yanında durun..

Başarı nedir? Nasıl tanımlanır?

Başarı, çok değişik biçimlerde tanımlanabilir:
• Başarı, başarabileceğine inanmaktır.
• Başarı, yapabileceğinin en iyisini yapmaktır.
• Başarı, temel gereksinmelerini karşılayabiliyor olmaktır.
• Başarı, gereksinmeleriyle isteklerini birbirinden ayırt edebilmektir.
• Başarı, kendine somut birtakım amaçlar belirleyebilmektir.
• Başarı, evini sıcak bir yuva gibi yapabilmek, sıcak bir yuva gibi görebilmektir.
• Başarı, yaptığı işi bir eğlenceye dönüştürebilmek ya da işiyle eğlence uğraşları arasında bir denge kurabilmektir.
• Başarı, yaşamın kendisinin zenginliklerle dolu olduğunu görebilmek ve bunları yaşayabilmektir.
• Başarı, yaşamın anlamını bulabilmek, yaşamaya bir anlam yükleyebilmektir.
• Başarı, almaktan daha çok verebilmektir.
• Başarı, her gün yeni bilgiler öğrenebilmektir.
• Başarı, korkularını yenebilmektir.
• Başarı, kimi yenilgilerin yengiye götürebileceğini bilmektir.
• Başarı, gücü kendinden alabilmek, kendi ayaklarının üzerinde durabilmektir.
• Başarı, hiç yılmamak, azimli ve kararlı olmaktır.
• Başarı, kendini yazgısını ancak kendisinin çizeceğini bilmektir.
• Başarı, kendisi olabilmektir.
• Başarı, sevebilmek ve sevilebilmektir.
• Başarı, gelebileceği en iyi yerde olabilmek için çalışıp çabalama yolcuğunda içsel barışıklık içinde olabilmektir.

Başarılı insan ise şöyle tanımlanabilir:
• Başarılı insanlar, başkalarındaki “iyi”yi görürler; başarısız insanlar, sürekli olarak başkalarını eleştirir ve kötülerler.
• Başarılı insanlar, başkalarının da başarılı olmasını isterler; başarısız insanlar, başkalarının başarısız olmasından sevinç duyarlar.
• Başarılı insanlar, bağışlamayı öğrenmişlerdir; başarısız insanlar, öç alma duygusundan kendilerini kurtaramazlar.
• Başarılı insanlar, daha çok kendilerinin ne yaptıklarıyla ilgilidirler; başarısız insanlar, daha çok başkalarının ne yaptığıyla ilgilidirler ve kendilerini onlarla karşılaştırıp dururlar.
• Başarılı insanlar, daha çok “olumlu”ya odaklanmışlardır; başarısız insanlar, daha çok “olumsuz”a odaklanmışlardır.
• Başarılı insanlar genelde iyimserdirler; başarısız insanlar genelde kötümserdirler ve kendini doğrulayan öngörülerde bulunurlar.
• Başarılı insanlar, yaptıklarının sorumluluğunu alırlar; başarısız insanlar, yaşanan olumsuzluklar için hep başkalarını suçlarlar.
• Başarılı insanlar, güzel birtakım alışkanlıklar edinmişlerdir; başarısız insanlar, hep yapacaklarını söylerler, ama bunu bir türlü gerçekleştirmezler.
• Başarılı insanlar, nasıl bir insan olmak istediklerini bilirler; başarısız insanların, nasıl biri olmak istedikleri konusunda pek bir düşünceleri yoktur.
• Başarılı insanlar, kendileri için ulaşabilecekleri birtakım somut amaçlar belirlemişlerdir; başarısız insanlar, kendilerini yaşamın akışına bırakmışlardır, “yuvarlanıp giderler”.
• Başarılı insanlar, değişmenin gerekliliğini ve kaçınılmaz olduğunu bilirler; başarısız insanlar, değişmekten korkarlar.
• Başarılı insanlar, bilgilerini başkalarıyla paylaşırlar, böylece kendilerini daha da geliştirirler; başarısız insanlar, bildiklerini kendilerine saklama eğilimde olurlar.
• Başarılı insanlar, her gün okurlar; başarısız insanlar, her gün televizyon izlerler.
• Başarılı insanlar, bulundukları konumdan ötürü gönül borcu duyarlar; başarısız insanlar, sanki dünyanın kendilerine bir borcu varmış gibi bir düşünce içindedirler.
• Başarılı insanlar, görüş ve düşünceleri konuşurlar; başarısız insanlar, başka insanları konuşurlar.
• Başarılı insanlar, başarılarında başkalarının da payının olduğunu düşünürler; başarısız insanlar, her ne yaptılarsa bunu kendi başlarına yaptıkları düşüncesi içindedirler.
• Başarılı insanlar, arada gösterdikleri başarısızlıklar karşısında yılmazlar ve bunlardan ders çıkarırlar; başarısız insanlar, gösterdikleri başarısızlıkları korkunçlaştırırlar ve bunları “dünyanın sonu”ymuş gibi algılarlar.
• Başarılı insanlar, genelde şansa inanmazlar; başarısız insanlar, özellikle başkalarınınkiler olmak üzere, her başarıyı şansla açıklama eğiliminde olurlur.
• Başarılı insanlar karşılaştıkları engellerle boğuşurken, yollarında ilerlerken ve çaba gösterirken de bundan zevk alırlar; başarısız insanlar yalnızca sonuçla ilgilenirler.
• Başarılı insanlar daha çok yaratma, başarısız insanlar daha çok tüketme eğiliminde olurlar.
• Başarılı insanlar hep sorup sorgularlar; başarısız insanların her konuda kendilerince bir bildikleri ve basmakalıp hazır yanıtları vardır.
• Başarılı insanlar kuralları da sorgularlar; başarısız insanlar kuralları hiç sorgulamadan bunları körü körüne kabul ederler.
• Başarılı insanlar gücü kendilerinden alırlar, özgüvenlidirler; başarısız insanlar başkalarına yaslanma eğilimindedirler.
• Başarılı insanlar zamanı iyi yönetirler; başarısız insanlar zamanı boşuna tüketirler.
• Başarılı insanlar göze almayı bilirler; başarısız insanlar kendi rahatlık alanlarından pek çıkamazlar.

Resmin bütününe bakılacak olursa, kişi, sağlıklı ve dinç ise, güzel bir aile kurmuş ve iyi çocuklar yetiştirmişse, evinde mutlu ise ve onu sıcak yuvası olarak görebiliyorsa, sevdiği işi yapıyorsa ya da işini severek yapıyorsa, kendine ve eğlence uğraşlarına özel zaman ayırabiliyorsa, sevdiği ve güvendiği dostları varsa, sevildiğini ve saygınlığını koruyabildiğini düşünüyorsa, temel gereksinmelerini karşılayabiliyor olmasının yanı sıra yaşamda kendini gerçekleştirebildiğini düşünüyor ve yaşamından doyum buluyorsa, iyi ve güzel yaşıyorsa başarılı olduğu söylenebilir. Ancak, herkesin yaşamdan nasıl doyum bulduğu, iyi ve güzel yaşamaktan ne anladığı bile göreceli kavramlardır.

Herkes için başarının değişik bir anlamı ve başarılı olmanın değişik birtakım ölçütleri olabilir. Siz de, kendiniz için, bunları tanımlayabilir ve belirleyebilirsiniz. Başkalarının ölçütleriyle değil, ancak kendinizin belirlediği ölçütlerle başarılı olmak size mutluluk verecektir..

İşlevsiz Olumluluk

“İşlevsiz olumluluk” yaklaşımı, içinde bulunulan durum ne denli kötü ya da ne denli içinden çıkılması güç bir durum olsa da, olumlu bakış açısını korumanın gerekli olduğu anlayışıdır. “Yaşamda yalnızca iyi duygular yaşanmalıdır” diyen Polyannacı bir yaklaşımdır. Olumlu düşünmenin ve iyimser olmanın yararları olsa da, işlevsiz olumluluk yaklaşımında, kişi, yalnızca o an için tadı kaçmasın diye, başına gelen istenmedik durumun yarattığı olumsuz duyguları yadsır.

Yaşama genelde olumlu bakmak ruh sağlığımız ve esenliğimiz için iyidir ve insana iyi gelir. Ancak sorun, yaşamın, her zaman olumlu öğelerden oluşmadığı gerçeğinde yatmaktadır. Herkesin, kendisine acı veren, birtakım yaşantıları ve duyguları olur. Bu duygular, hoş olmayan duygular olsa da, yaşanması ve gerçekçi bir biçimde yüzleşilmesi gereken duygulardır.

İşlevsiz olumluluk yaklaşımı çok değişik biçimlerde sergilenebilir. Sözgelimi, işini yitirme gibi olumsuz bir durum karşısında insanlar, “Olumlu olmayı elden bırakma” ya da “Olaya iyi yanından bak” diyor olabilirler. İnsanlar, böyle söyleyerek, kendilerince yardımcı olmaya çalıştıklarında, ne yaşadığınızla ilgili olarak sizin söylemek istediklerinizin önünü keserler. Ya da bir başarısızlık gösterdiğinizde, insanlar, size, “Her şeyde (şerde) bir hayır vardır” diyebilirler. İnsanlar, karşılarındaki kişiyi rahatlatmak amacıyla böyle söylerler; ancak böyle davranarak, karşılarındaki kişinin yaşaması gereken acıyı yaşamasını engellerler.

Bu gibi yaklaşımlar, genellikle iyi niyetli yaklaşımlardır; çünkü insanlar, başka ne diyeceklerini ve nasıl daha anlayışlı davranacaklarını bilemezler. Ancak, yine de, bu gibi yaklaşımların yarardan çok zarar verebileceği unutulmamalıdır. İşlevsiz olumluluk yaklaşımı, insanların baş etmeleri gereken durumla baş etmelerine yardımcı olacak gerçekçi bir yaklaşım değildir.

İşlevsiz olumluluk yaklaşımı, birtakım güçlükler yaşayan insanlara zarar bile verebilir. İnsanların gerçek duygularını paylaşmaktan ve koşulsuz destek sağlamaktan çok, duyguların görmezden gelindiğini, yok sayıldığını ya da bunlara anlayış gösterilmediğini düşündürür.

İnsanlar acı çekerlerken, yaşadıkları duygulara anlayışla yaklaşıldığını, bunların anlaşıldığını bilmek isterler. İşlevsiz olumluluk yaklaşımı, olumsuz duygular yaşayan insanlarda, yaşadıkları duyguların kabul edilebilir olmadığı izlenimi bırakır ve insanların yaşadıkları duygulardan ötürü utanç duymalarına yol açabilir. Ayrıca, kötü bir durumda kaldıklarında, olumlu bir çıkış yolu bulamadıkları, dolayısıyla yanlış bir şey yaptıkları için suçluluk duymaları gerektiği düşüncesine kapılmalarına yol açabilir. Öte yandan, işlevsiz olumluluk yaklaşımı, bir kaçınma düzeneği gibi işlev görür. Kişinin, kendisine acı veren duygulardan kaçınmasına neden olarak, bunlarla yüzleşmekten kaçınmasına, dolayısıyla daha derin bir içgörü kazanıp kendini geliştirmesine engel olur.

Olumsuz birtakım durumlarda iyimserlik korunabilir. Ancak örseleyici bir yaşantısı olan insanlara, her zaman, olumlu olmalarını söylemek gerekmez, çünkü olumlu bir bakış açısını sürdüremedikleri için kendilerini yargılanmış gibi hissedebilirler.

İşlevsiz olumluluk tutumu çoğu zaman örtük bir tutumdur. Ancak birtakım belirtileri tanınırsa bu gibi yaklaşımlar tanınabilir. Bu gibi yaklaşımlar arasında,

• Yaşadığı duygularla yüzleşmektense bunları gözardı etme;
• Düş kırıklığına uğramakla, üzüntü duymakla ya da kızgın olmakla ilgili olarak kendini suçlu hissetme;
• Gerçek duygularını göstermek yerine, toplumsal olarak daha kabul edilebilir olan, kendini iyi hissettiğini belirten deyişlerin (“sorun yok”, “oldukça iyiyim” vb.) arkasına saklanma;
• Gerçekten ne hissettiğini saklama ya da duygularının kılık değiştirmesi (üzüntü duymaktansa kızgınlık gösterme gibi);
• Kendini kötü hissettirdiği için, başkalarının duygularını küçümseme;
• Olumlu bir tutum takınmadıkları için insanların utanç duymalarına neden olma ve
• Acı veren duygulardan bir an önce kurtulunması gerektiği konusunda dayatmacı olma gibi yaklaşımlar vardır…

İşlevsiz olumluluk tutumundan etkilenmişseniz ya da kendinizin böyle bir tutum sergilediğini düşünüyor iseniz, daha sağlıklı ve daha destekleyici birtakım yeni tutumlar geliştirebilirsiniz. Bunun birtakım yolları şunlardır:

• Olumsuz duygularınızı yadsımayın ve bunları yönetmeye çalışın. Olumsuz duyguların ayrımına varılmazsa, bunlar içsel bir baskı yaratırlar. Öte yandan, olumsuz da olsa, duyguların yaşanması, yaşamda anlamlı birtakım değişiklikler yapmak için önemli birtakım bilgiler sağlar.

• Ne hissettiğinizle ilgili olarak gerçekçi olmalısınız. Zorlandığınız bir durumda kendinizi gergin, kaygılı ve korkmuş olarak hissetmeniz olağandır. Kendinizi koşulsuz kabul etmelisiniz. İçinde bulunduğumuz duruma odaklanmalı ve bu durumu düzeltmeye çalışmalısınız.

• Belirli bir durumda, birden çok duygu, bir arada, iç içe geçmiş olarak yaşanabilir. Baş etmeniz gereken bir durumla karşı karşıyayken, belirli düzeyde bir kaygı yaşarken, bir yandan da bu durumun üstesinden geleceğinize ilişkin umutlu ve iyimser olabilirsiniz. Duygularınız da, yaşadığınız durumlar denli karışık ve karmaşık olabilir.

• İnsanları dinlemeye odaklanın ve destek verdiğinizi gösterin. Bir kişi, olumsuz bir duygu yaşadığını söylediğinde, sözümona olumlu birtakım deyişlerle onun yaşadığı duyguyu görmezden gelmeyin, küçümsemeyin, geçiştirmeye kalkmayın ya da güzel sözlerle onu avutmaya kalkışmayın. Bu gibi duygular yaşanabileceğini ve dinlemeye hazır olduğunuzu gösterin. İnsanlar, ancak anlayışla dinlendiklerini anlarlarsa duygularını özgürce yaşayabilirler ve duygularının arkasında yatan düşüncelerini (yaşadıkları olaya yükledikleri anlamı) bulup çıkarabilirler. Böylece, düşüncelerinin üzerinde yeniden düşünme fırsatı yakalarlar. Ardından, akılcı olmayan düşüncelerini akılcı seçenekleriyle değiştirme yoluyla, sağlıksız olumsuz duygularını sağlıklı olanlarıyla değiştirme yoluna gidebilirler…

“Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguyu paylaşabilenler anlaşırlar.”