Zehirli İnsanların Özellikleri

“Zehirli insanlar”la, çevrenizde, her yerde karşılaşabilirsiniz. Eşiniz, diğer aile bireyleriniz, arkadaşlarınız, iş arkadaşlarınız ya da komşularınız bile “zehirli insan” tanımına girebilirler. Bu insanlarla etkileştiğinizde, sizin bütün içsel gücünüzü tüketirler ve kendinizi kötü hissetmenize neden olurlar; bir anlamda sizi zehirlerler. Sezgilerinize güvenecek olursanız, kimlerin bu gibi nitelikler taşıdığını genelde bilirsiniz. Ancak, zehirli insanlar sizinle oynayabilirler, üstelik çok gözde, çok çekici insanlar da olabilirler. Kendilerinin size kötü davranmadıklarına ve gerçek sorunun sizde olduğuna, sizi inandırmaya çalışabilirler.

Zehirli insanların ortak birtakım özellikleri vardır. Bu insanlar,

• Çok sık yalan söylerler.

• Koyduğunuz sınırlara genelde saygı göstermezler.

• Başkalarından olmadık isteklerde bulunurlar.

• İstediklerini elde etmek için sizi ellerinde oynatmaya çalışırlar.

• Kendilerine hep yardım edilmesi beklentisi içindedirler, ancak başkalarına hiç yardımcı olmazlar.

• Başkalarının isteklerini, gereksinmelerini ve duygularını hiç önemsemezler.

• Her şeyin, öncelikli olarak, onların hakkı olduğuna inanırlar.

• Davranışlarının sorumluluğunu almazlar ve hep başkalarını suçlarlar.

• Kuralların, kendileri için geçerli olmadığını düşünürler.

• Çok seyrek olarak özür dilerler; özür dileseler bile, ya baskı altında kaldıkları için özür dilerler ya da diledikleri özürlerinde içten değildirler ya da son derece yüzeyseldirler.

• Hep konuşurlar, hiç dinlemezler.

• Sürekli eleştiricidirler.

• Arkanızdan konuşurlar, sizi çekiştirirler, sizinle ilgili kötü yorumlarda bulunurlar.

• Duygusal durumları, tutum ve davranışları değişken ve öngörülebilir değildir.

• Aşırı tepkiler gösterirler.

• Kendilerince, onlar, hep büyük sorunlar yaşıyorlardır, abartılı bir biçimde, hep bunu dile getirirler; ancak bunlar için, bir türlü, bir davranış ya da tutum değişikliğine gitmek istemezler.

• Sizin yaşadığınız duyguları anlayışla karşılamazlar ya da bunları gözardı ederler, duygularınızı görmezden gelirler.

• Özel günleri ya da özel durumları berbat ederler. Bu gibi durumların tadını çıkarmanıza engel olurlar.

• Diğer yakınlarınızla kurduğunuz ilişkileri baltalarlar.

• Edilgin-saldırgan (pasif-agresif) tutumlar sergilerler (“duvar gibi” sessiz kalırlar, işleri sürüncemede bırakırlar, yapmaları gereken işleri unuttuklarını söylerler, sözümona övgüde bulunurlarken, yanı sıra örtük bir eleştiri getirirler)

• Söyledikleriyle, olan bitenleri algılama biçiminizden ya da kendinizden bile kuşku duymanıza yol açarlar.

• Uzlaşmaya hiç yanaşmazlar.

• Öylesine bir baskı kurarlar ve kaygı yaratırlar ki, sağlığınız, iş görebilme yeterliğiniz ya da esenliğiniz bundan çok olumsuz yönde etkilenir.

• İçsel gücünüzü tüketirler.

• Onlarla etkileşimde olmak, size, kendinizi kötü hissettirir.

• Onlara göre, onlar her zaman “haklı”dırlar ve siz hep “haksız”sınızdır.

• Sizin seçimlerinizi, değerlerinizi ve inançlarınızı küçümserler ve bunları değersizleştirmeye çalışırlar.

• Sizinle ya da sizin yaşamınızla, gerçekte, hiç ilgili değildirler.

• İstediklerini elde edemeyince öfke patlamaları gösterirler.

• Bağırıp çağırırlar, söverler ya da insanlara ad takarlar.

• Kimi zaman saldırgan davranışlar da gösterirler.

Zehirli insanlarla aramıza sınır koymak öyle kolay değildir. Ancak bu gibi insanlarla aramıza sınır koymayı öğrenebilirsek çok daha güçlü olur ve ruh sağlığımızı ve esenliğimizi koruruz.

Sınır koymak, kendimize özen göstermenin yollarından biridir. Sınır koyduğumuz zaman, daha az gücenir ve daha az kızgınlık duyarız. Sınır koyarak, beklentilerimizi açık seçik belirleriz; dolayısıyla başkaları da bizden ne isteyebileceklerini, ne bekleyebileceklerini ve bize nasıl davranılmasını istediğimizi öğrenmiş olurlar. Sınır koymak, sağlıklı ve mutlu ilişkilerin temelidir.

İnsanlarla açık bir iletişim kuracak olursanız, sınırlarınıza saygı göstereceklerdir. Ancak, kimi insanlar, kendilerine sınır koyma çabalarınıza karşı koymak için ellerinden ne gelirse yaparlar. Sizinle tartışırlar, sizi suçlarlar, sizinle oynamaya çalışırlar ya da size gözdağı verirler, gözünüzü korkutmaya çalışırlar. Siz de, bu gibi tutumlardan kendinizi korumaya çalışırken, nasıl sınır koyacağınızı daha iyi öğrenmiş olursunuz.

Sınır koymanın üç aşaması vardır:

1. Önce sınırlarınızı belirleyin. Sınır koymak üzere iletişime geçmeden önce ne’ye gereksindiğiniz konusunu açıkça belirleyin.

2. Nasıl bir sınır koymak istediğinizi ya da beklentilerinizi, sakin ve kararlı bir biçimde, açıkça dile getirin. Aşırı bir açıklamada bulunmadan, suçlamadan ya da savunmaya geçmeden yalnızca gerçekler üzerinden konuşun. Sözgelimi, “Bundan sonra, yemeğe çıktığımızda içki içecek olursan, dönüşte araba kullanmana izin vermeyeceğim ve geri dönüşte taksi çağıracağım” diyebilirsiniz. Bir istekte bulunduğunuz zaman, tam olarak ne istediğinizi belirtirseniz, üzerinde uzlaşmak (ya da üzerinde uzlaşamadığınız konusunda anlaşmak) daha kolay olur.

3. Koyduğunuz sınırlara saygı göstermezse, başka ne yapabileceğinizi değerlendirmeniz ve buna göre bir eylem tasarısı kurmanız gerekir. Kimi sınırlarınız diğerlerinden daha önemlidir ve bunlar sizin “kırmızı çizgiler”inizdir. Kimi sınırlarınızı da bir ölçüde esnetebilir ve bir yerde bir uzlaşma sağlayabilirsiniz. Önemli olan, bunların arasındaki ayrımı iyi belirlemektir. Ancak unutulmaması gereken bir konu, her ne yaparsanız yapın, kimi insanların, sizin koyduğunuz sınırlara saygı göstermeyecek olduğu gerçeğidir. Bu gibi durumlarda, sınırlarınıza saygı göstermeyen kişiyi seviyor olsanız da, uzak durmayı seçmek durumunda kalabilirsiniz. Uzak durmak demek, söz konusu kişiyi artık önemsemiyorsunuz demek değildir. Ancak, size karşı gösterilen tutumun artık dayanılır olmaktan çıktığını ve söz konusu kişinin, gösterdiği tutumların sonuçlarına katlanmak durumunda olduğunu, artık sizin ona katlanmak zorunda olmadığınızı ona göstermenin bir yoludur.

Özellikle, şu tür insanlardan uzak durmaya çalışın:

• Sizi sürekli eleştiren, size hiçbir zaman olumlu geri bildirim vermeyen ve sizi kötü hissettiren insanlardan…

• Durup durduk yere, sürekli yalan söyleyip duran insanlardan…

• Dedikodudan beslenen ve başkalarıyla ilgili olarak sürekli olumsuz konuşmaktan hoşlanan insanlardan…

• Ancak işi düştüğünde ya da soracak bir sorusu olduğunda sizi arayıp soran, ancak o zaman sizinle iletişime geçen insanlardan…

• Yalnızca kendi mutluluğunu düşünen ve kendisinin, herkesden daha önemli, daha özel ya da daha değerli olduğunu düşünen, başkalarını hep kullanmaya çalışan insanlardan…

Ruh sağlığınızı ve esenliğinizi koruyabilmeniz için, kurduğunuz ilişkilere özellikle özen göstermeli, size, kendinizi iyi hissettirmeyen ve sizi aşağı çeken insanlara gerekli sınırları koymalı, olmazsa bu insanlardan uzak durmaya çalışmalısınız…

“Yalnız kaldığı için zehirli bir insanla ilişkiye girmek, susadığı için zehir içmeye benzer…”

Ruhsal Gerginlik

Gündelik dilde çok kullanılan yabancı bir sözcük olan “stress” sözcüğünün en doğru Türkçe karşılığı “ruhsal gerginlik” olmalı… Ruhsal gerginlik, vücudun, belirli bir konu üzerinde odaklanmak ve vücudu korumak için, karşı eyleme geçmek üzere verdiği bir tepkidir. Herhangi bir tür, bedensel, duygusal ya da ruhsal bir gerilimdir. Herkes, bir ölçüde, ruhsal gerginlik yaşar. Ancak buna nasıl tepki gösterildiği genel esenlik durumunu büyük ölçüde belirler. Kimi zaman, bunu yönetmenin en iyi yolu, içinde bulunulan durumu değiştirmektir. Kimi başka zaman ise, söz konusu durumu algılama biçimini ve söz konusu duruma gösterilen tepkiyi değiştirmek gerekir. Yaşanan ruhsal gerginliğin, beden ve ruh sağlığını nasıl etkilediğini bilmek büyük önem taşır. Öte yandan, beden ve ruh sağlığının, ruhsal gerginlik düzeyini nasıl etkilediğini bilmenin de büyük önemi vardır.

Ruhsal gerginlik, kısa ya da uzun süreli olabilir. Her iki biçiminde de çok değişik birtakım belirtiler ortaya çıkartır, ancak süreğen ruhsal gerginliğin, vücut üzerinde, çok önemli birtakım olumsuz etkileri olabilir. Ruhsal gerginliğin sık görülen birtakım belirtileri arasında, bağışıklığın bozulması sonucu sık hastalanma, duygu durum değişiklikleri, kaygılanma, baş ağrısı (basınç yapan gerilim baş ağrısı), baş dönmesi, titreme, avuç içlerinin soğuk ve terli olması, uykuya dalmakta güçlük çekme, dişlerini gıcırdatma, kalp atım hızında artma, sindirim sorunları yaşama, ishal, egzama gibi deri sorunlarının ortaya çıkması, içsel güçte düşüklük gösterme, cinsel istek düzeyinde azalma, özellikle boyunda ve omuzlarda olmak üzere kas gerginliği, vücutta ağrılar ve sızılar duyma gibi belirtileri vardır.

Ruhsal gerginlik yaşadığını bilmek her zaman öyle kolay olmaz, ancak büyük bir baskı altında ve gergin olunduğunu anlamanın birtakım yolları vardır. Ruhsal gerginliğin, kimi zaman belirgin bir kaynağı vardır, ancak kimi zaman, işle, okulla, aileyle ya da arkadaşlarla yaşanan, sıradan ve süregiden birtakım olaylar da gerginliğe neden olabilir. Ruhsal gerginlik yaşadığınızı düşünüyorsanız, değişik alanlarda görülebilecek birtakım belirtiler şunlar olabilir: Odaklanmakta ve anımsamakta güçlük çekme, üzülüp durma ve kaygılanma gibi ruhsal belirtiler; kolay kızma, duygusal iniş çıkışlar gösterme ya da düş kırıklığı yaşama gibi duygusal belirtiler; kan basıncında yükselme, kilo değişiklikleri, sık sık soğuk algınlığı ya da bulaşıcı bir hastalık geçirme, cinsel istek düzeyinde ve aybaşı döngülerinde değişiklikler olması gibi bedensel belirtiler; kendine bakımda azalma, yapmaktan zevk aldığı etkinlikler için zaman bulamama ya da baş etmek için alkol ve ilaç kullanmaya yatkınlık gösterme gibi davranışsal belirtilerin görülmesi, ruhsal gerginlik yaşandığının göstergeleri olabilir. Yaşamda birçok olay ruhsal gerginliğe neden olabilir. Başlıca nedenleri arasında iş, parasal durum, ilişkiler, ana babalık ve günlük sıradan olumsuzluklar sayılabilir.

İçsel birtakım nedenler de ruhsal gerginliğe yol açabilir. Bunlar arasında da başlıca etkenler, karamsarlık, kötümserlik, belirsizliğe katlanamama, esneklikten yoksun bir biçimde katı düşünme, olumsuz iç konuşmalar yapıyor olma, gerçekçi olmayan beklentiler içine girmiş olma, yetkincilik (mükemmeliyetçilik) ve olaylara, ya-hep-ya da-hiç biçiminde yaklaşıyor olma sayılabilir. Ruhsal bir gerginlik yaşandığında, vücut, göz korkutucu bir durum karşısında ya da belirgin bir tehlike altında olduğu algısıyla, “savaş ya da savuş tepkisi” olarak bilinen bir tepki gösterir. Gösterilen bu tepki sırasında, adrenalin ve kortizol gibi belirli birtakım hormonlar salıverilir. Bunların salıverilmesi de kalp ve solunum hızını artırır, sindirimi yavaşlatır, kanın büyük kaslara akmasını sağlar ve değişik birtakım otonom sinir dizgesi işlevlerini değiştirerek vücuda bir güç ve dayanıklılık verir. Algılanan göz korkutucu durum ortadan kalkınca vücut dizgeleri, gevşeme yanıtı yoluyla olağan işlevlerine geri döner. Ancak süreğen gerginlik durumlarında, gevşeme yanıtı yeterince ortaya çıkmaz ve neredeyse sürekli “savaş ya da savuş” durumunda kalmak vücuda zarar vermeye başlar. Dolayısıyla, kan damarlarında hasar, kan basıncında yükselme, kalp krizi ve inme geçirme, baş ağrıları, kaygı duyma, uykusuzluk çekme ve kilo almaya neden olur.

Ruhsal gerginlik, kişinin sağlığı üzerinde olumsuz etkileri olabilecek sağlıksız birtakım alışkanlıklara da yol açabilir. Sözgelimi, birçok kişi, ruhsal gerginliğiyle başa çıkabilmek için çok yemek yer, sigara içer, alkol alır ya da uyuşturucu-uyarıcı madde kullanır, aşırı alışveriş yapar ya da kumar oynar. Bu sağlıksız alışkanlıklar da ruh ve beden sağlığına zarar verir ve uzun erimde daha büyük sorunlar yaratır. Ancak her türlü gerginlik zararlı ya da olumsuz değildir. Değişik ruhsal gerginlik türleri olabilir. Bunlar arasında, birden ortaya çıkan ruhsal gerginlik durumu çok kısa sürelidir ve bu durum olumlu olabileceği gibi çok sıkıntı verici de olabilir. Bu tür bir ruhsal gerginlik, bizim her gün sıklıkla yaşadığımız bir gerginlik türüdür. Süreğen ruhsal gerginlik ise, kötü bir evlilik yapmış olmanın gerginliği ya da son derece yorucu bir iş yapıyor olma gibi, hiçbir zaman bitmeyecekmiş ve kaçınılmazmış gibi görünen bir gerginlik türüdür. Süreğen ruhsal gerginlik, yaşanmış örseleyici yaşantılardan kaynaklanıyor da olabilir. Dönem dönem, birden ortaya çıkan ruhsal gerginlik de, yaygın ve bir tür yaşam biçimi olan bir ruhsal gerginlik türüdür ve süregiden, sıkıntılı bir yaşam biçimine yol açar. Diğer bir ruhsal gerginlik türü de, insana güç veren olumlu bir gerginlik türüdür. Sözgelimi, kayak yaparken ya da işi zamanında yetiştirmeye çalışırken duyulan gerginlik gibi, adrenalin boşalmasıyla giden bir tür ruhsal gerginliktir.

İnsanın yaşam koşulları, ilişkisi, parası ya da parasızlığı için gerilmesi beden sağlığı sorunlarına yol açabilirken bunun tersi de doğrudur. Kan basıncı yüksekliği ya da şeker hastalığı gibi sağlık sorunlarının olması da kişinin ruhsal gerginlik düzeyini ve ruh sağlığını etkiler. Yüksek düzeyde bir ruhsal gerginlik yaşanınca vücut da buna göre tepki verir. Deprem gibi doğal bir yıkımın olması ya da karışılan sözel bir kavga gibi bir durum, birden ortaya çıkan önemli bir ruhsal gerginlik nedeni olabilir ve kalp krizine, aritmilere ve birden ölüme bile neden olabilir. Ancak, bu gibi durumlar, çoğu zaman, zaten bir kalp hastalığı olanlarda görülür. Ruhsal gerginlik, duygusal bir yük de getirir. Yaşanan kimi gerginlikler, hafif düzeyde bir kaygıya ya da düş kırıklığına yol açabilirken, uzun süreli ruhsal gerginlikler, tükenmişliğe, kaygı bozukluklarına ve ruhsal çökkünlüğe (depresyona) neden olabilir.

Süreğen ruhsal gerginlik, kişinin beden sağlığını çok olumsuz etkileyebilir. Sürekli bir ruhsal gerginlik yaşanırsa, otonom sinir dizgesi aşırı etkin olur ve bu da vücuda zarar verir. Dolayısıyla kalp hastalıkları, şeker hastalığı, mide-bağırsak ülserleri, saç dökülmesi, diş ve dişeti hastalıkları, hipertiroidi, şişmanlık, cinsel işlev bozuklukları ortaya çıkabilir. Ruhsal gerginlik, ayrıca tanı alan bir durum değildir ve bunun için tek bir özgül tedavi de yoktur. Ruhsal gerginliğin tedavisi, içinde bulunulan durumu değiştirmek, içinde bulunulan durumla ilgili olarak yeni bir algı geliştirmek, yeni birtakım baş etme becerileri kazanmak, gevşeme alıştırmaları yapmak ve süreğen ruhsal gerginliğin yarattığı belirtilerin ve durumların tedavisini yapmakla sınırlıdır. Ruhsal gerginliğinizi etkili bir biçimde yöneterek daha mutlu, daha sağlıklı ve daha üretken olabilirsiniz. Ana amaç, dengeli bir yaşam sürmek ve çalışmaya, ilişkilere, dinlenmeye ve eğlenmeye dengeli zaman ayırabilmektir. Bunun için aşağıdaki adımların atılması gerekir:

Ruhsal gerginliğin yönetimi, yaşamınızdaki ruhsal gerginlik kaynaklarını belirlemekle başlar. Bunu yapmak, öyle söylendiği gibi kolay değildir. İş değiştirme, yer değiştirme ya da boşanma gibi büyük ruhsal gerginlik etkenlerini bulmak oldukça kolay olurken, süreğen ruhsal gerginlik nedenlerini belirlemek daha güç olur. Ayrıca, kendi düşüncelerinizin, duygularınızın ve davranışlarının günlük ruhsal gerginlik düzeyinize yaptığı katkıyı da büyük ölçüde gözden kaçırabilirsiniz. Sözgelimi, işlerinizi bir türlü zamanında yetiştirememekten ötürü sürekli olarak geriliyor olabilirsiniz; ancak burada, işin gereklerinden çok, sizin erteleme tutumunuz, ruhsal gerginliğe yol açıyor olabilir.

Dolayısıyla ruhsal gerginliğinizin gerçek kaynaklarını bulabilmek için, alışkanlıklarınızı, gösterdiğiniz tutum ve davranışları, ayrıca bulduğunuz özürleri gözden geçirmelisiniz. Yaşadığınız ruhsal gerginliği geçici olarak görüp örtbas etmeye mi çalışıyorsunuz? Yaşadığınız ruhsal gerginliği, iş ya da ev yaşamınızın ya da kişiliğinizin bir bölümü olarak mı tanımlıyorsunuz? Ruhsal gerginliğiniz için hep başkalarını ya da dış olayları mı suçluyorsunuz ya da bunu olağan ve sıradan bir durum olarak mı görüyorsunuz?

Yaşadığınız ruhsal gerginliği yaratmak ve bunu sürdürmekle ilgili kendi sorumluluğunuzu kabul etmediğiniz sürece, ruhsal gerginliğinizi denetim altına alamazsınız. Buradan olmak üzere, ruhsal gerginliğinizin kaynaklarını bulabilmek için bir ruhsal gerginlik günlüğü tutmanızda yarar vardır. Bu günlüğe, ne’yin ya da ne gibi etkenlerin sizde ruhsal gerginliğe neden olduğunu, bedensel ve duygusal olarak ne gibi belirtiler gösterdiğinizi, buna nasıl tepki gösterdiğinizi ve kendinizi daha iyi hissetmek için neler yaptığınızı yazmalısınız. Ruhsal gerginlik yaşamak sinir dizgenizin kendiliğinden ortaya çıkan bir tepkisi ise de, kimi ruhsal gerginlik kaynakları, sözgelimi yöneticinizle toplantı sırasında, ailece bir araya geldiğiniz sırada ya da işe giderken yolda ortaya çıkıyor olması gibi, öngörülebilir zamanlarda da ortaya çıkar. Bu gibi öngörülebilir tetikleyici etkenleri ele alırken, ya durumun kendisini ya da gösterdiğiniz tepkiyi değiştirmeye çalışmalısınız. Herhangi bir durumda ne yapacağına karar verirken dört seçeneği göz önünde bulundurabilirsiniz. Bu seçeneklerden birincisi, söz konusu durumdan kaçınmak, ikincisi bu durumu değiştirmek, üçüncüsü bu duruma uyum sağlamak, dördüncüsü de söz konusu durumu olduğu gibi kabullenmektir. Ele alınması gerekli güç bir durumdan kaçınmak sağlıklı değildir, ancak yaşamımızda, ortadan kaldırabileceğimiz çok sayıda ruhsal gerginlik kaynağı vardır. Sözgelimi, aşırı yüklenmekten kaçınmak için insanlara “hayır” demeyi öğrenebilirsiniz, sizi geren insanlarla olabildiğince az iletişimde bulunabilirsiniz, yaşam koşullarınızda birtakım değişiklikler yapabilirsiniz ya da yapılacaklar sıralamanızda öncelikleri daha doğru belirlemeye başlayabilirsiniz.

Ruhsal gerginlik kaynağı durumlardan kaçınamıyorsanız bunları değiştirmeye çalışabilirsiniz. Sözgelimi, sizi gerdiğini düşündüğünüz insanlardan olan beklentilerinizi açıkça dile getirmeye başlayabilirsiniz. Esneklik gösterebilir ve insanlarla uzlaşmaya istekli olabilirsiniz. İşinize ayırdığınız zamanla, kendinize ayırdığınız özel zaman arasında bir denge kurmaya çalışabilirsiniz. Ancak ruhsal gerginlik kaynağını değiştiremiyorsanız kendinizi değiştirmeniz gerekir. Beklentilerinizi ve gösterdiğiniz tutumları değiştirerek, ruhsal gerginlik yaratan durumlara uyum sağlayabilir ve denetimin yine de sizin elinizde olduğu algısı geliştirebilirsiniz. Sorunlara daha değişik bir bakış açısıyla bakabilirsiniz. Sözgelimi, her gün yaşadığınız trafik sıkışıklığı sizi geriyorsa, yolda sevdiğiniz bir müziği dinleyebilirsiniz. Ayrıca resmin bütününe bakabilirsiniz. Bugün için yaşadığınız ruhsal gerginliğin bir ay sonra bir önemi kalacak mıdır? Ya da bir yıl sonra?.. Kendinizi germeye değer mi? Vereceğiniz yanıt hayır ise, başka bir alana odaklanmanız daha doğru olur. En iyisinin olması beklentisi de diğer bir ruhsal gerginlik kaynağıdır.

Bu gibi durumlarda “yeterince iyi” olması ile yetinmeyi öğrenebilirsiniz. Birtakım ruhsal gerginlik kaynakları ise kaçınılmazdır. Sevdiğiniz birinin ölümü, ağır bir hastalığa yakalanmak ya da salgın bir hastalık çıkmış olması gibi durumları önlemek ya da bu gibi durumları değiştirmek olanaklı değildir. Bu gibi durumlarda, en iyisi, olanları, olduğu gibi kabul etmektir. Kabullenmek güçtür, ancak uzun erimde, değiştiremeyeceğiniz durumlara karşı koymaktan daha kolaydır. Dolayısıyla, denetim altına alamayacağınız olayları olduğu gibi kabul etmeli, bu gibi durumları kendini geliştirmek için bir fırsat olarak görmeli, olan bitenler ya da yapılanlar için bağışlamayı öğrenmeli ve duygularını dile getirebilmek üzere, güvendiğiniz bir arkadaşınızla ya da bir terapistle görüşmelisiniz. Ruhsal gerginlik yaşadığınızda, belki de en son yapmak isteyeceğiniz eylem, yerinden kalkmak ve spor yapmak olacaktır. Ancak, sıradan bir yürüyüş, yüzme, bisiklete binme, masa tenisi oynama gibi etkinlikler, sonrasında sıcak bir banyo yapma, kendinizi daha iyi hissetmenizi sağlayacak endorfinlerin salıverilmesini sağlayacağı gibi günlük yaşamın kaygı ve üzüntülerinden kopmanıza da yarayacaktır. Ancak hangi etkinliği seçecek olursanız olun, bunu sevdiğiniz bir etkinlik olmasına, dolayısıyla sürdürülebilir olmasına özen göstermeniz gerekir. Bir de, etkinlikte bulunurken, bedensel duyumlarınıza odaklanmanızda yarar vardır. Soluk alıp vermenizle hareketleriniz arasındaki eşgüdüme odaklanmalısınız. Bu gibi ana odaklanma alıştırmaları, ruhsal gerginliğe eşlik eden olumsuz duyguların yok olmasına yardımcı olur. Yanındayken kendinizi güvende hissettiğiniz ve sizi anladığını düşündüğünüz biriyle nitelikli zaman geçirmekten daha dinginleştirici bir etkinlik belki de yoktur. Ancak görüştüğünüz kişinin ya da kişilerin sizin ruhsal gerginliğinizi ortadan kaldırmak gibi bir yükümlülüklerinin olmadığını da unutmamalısınız. Onlar, ancak iyi bir dinleyici olabilirler ve sizin duygularınızı açıkça dışa vurup, ruhsal açıdan soluklanmanıza ve konuştukça kendinizi daha iyi görmenize, iç görü kazanmanıza ve kendi çözüm yollarınızı kendinizin bulmanıza yardımcı olabilirler.

Ruhsal gerginliğizi azaltmanın diğer bir yolu da kendinize özel zaman ayırmaktır. Günlük yaşamın koşuşturmaları, kendinize özel gereksinmelerinizi görmezden gelmenize neden olmamalıdır. Dolayısıyla, dinlenmeye ve kendinizi dinlemeye zaman ayırmalı, her gün sevdiğiniz bir etkinlikte bulunmalı, size sevinç kaynağı olabilecek, gülümsetecek ya da güldürebilecek birtakım etkinlikler tasarlamalı ve gevşeme alıştırmaları yapmalısınız. Zamanı iyi yönetememek de önemli bir ruhsal gerginlik kaynağıdır. Bu yüzden, altından kalkamayacağınız yüklerin altına girmemeli, yapacağınız işlerde öncelikleri doğru belirlemeli, altından kalkamayacak gibi olduğunuz büyük işleri bölümlere ayırıp dilim dilim bitirmelisiniz ve her işi kendiniz yapacakmış gibi düşünmeyip, birtakım işleri, yapmaları için, başkalarına vermelisiniz, başkalarına da sorumluluk yüklemelisiniz.

Ruhsal gerginlikle başa çıkabilmek için düzenli spor yapmanın yanı sıra sağlıklı beslenmek, kafeinli ve şekerli yiyecek ve içecekleri olabildiğince azaltmak, alkol alımını, sigara içmeyi olabildiğince kısıtlamak ve dinlendirici bir uyku uyumaya çalışmak da gerekir…

Bağışlamak (Affetmek)

Bağışlamak (affetmek), öç alma gereksinimini bırakmak ve yaşanan acı ve gücenikliğin getirdiği olumsuz düşüncelerden ve duygulardan kurtulmak olarak tanımlanabilir. Bağışlamak, kendi kendimize verdiğimiz bir armağan olarak görülebilir. Bağışlamanın aşamaları şunlardır:• Çektiğimiz acıyı ve bizde yarattığı sıkıntıyı anlar ve bunu olduğu gibi kabul ederiz.• Bu duyguları, bağırıp çağırmadan ya da karşı bir saldırıya geçmeden, kimseyi incitmeden dışa vururuz.• Bundan sonrası için, bize karşı başka haksız davranışlarda bulunulmasından kendimizi koruruz.• Bağışlanacak kişinin bakış açısını ve öyle davranmasının nedenlerini anlamaya çalışırız. Duyduğumuz öfkenin yerine daha yumuşak duyguların almasına çalışırız. Kızmakta haklı olduğumuz gerçeği, öfkelenme duygusunun işlevsel olduğunu ya da bir yararının olacağını göstermez. Duyduğumuz öfkeyi beslememeliyiz.• Kurduğumuz ilişkideki konumumuzla ilgili olarak önce kendimizi bağışlarız.• Bundan sonra bu ilişkiyi sürdürüp sürdürmeyeceğimize karar veririz.• Sözel olarak ya da yazarak bağışlama eyleminde bulunuruz. Kişi ölmüş ya da ulaşılabilir değilse bile, yine de duygularımızı bir mektup biçiminde yazıya dökebiliriz.Bağışlamak ne değildir?..• Bağışlamak, unutmak ya da olmamış gibi davranmak demek değildir. Anılarımızı denetleyemeyebiliriz, ancak ne’ye odaklanacağımız bize kalmıştır. Olan olmuştur ve biz, çektiğimiz acıyı yaşamayı bir yana bırakıp, çıkarılacak dersi çıkarmak durumundayız. Thomas Szasz, “Aptal insanlar, ne bağışlarlar, ne de unuturlar; saf insanlar, bağışlarlar ve unuturlar; akıllı insanlar, bağışlarlar, ancak unutmazlar” demiştir. • Bağışlamak, yapılan davranışla ilgili olarak karşımızdaki kişinin özürünü uygun bulmak (yaptığı davranışı mazur görmek) demek değildir. Yapılanı doğru bulmasak bile bağışlayıcı olabiliriz. • Bağışlamak, karşımızdaki kişinin bizi inciten davranışlarını sürdürmesine izin vermek demek değildir. Onun geçmişte yaptıklarına ya da gelecekte yapabileceklerine göz yummak demek de değildir. • Bağışlamak bir duygu değildir. Bağışladıktan sonra herkes benzer bir içsel dinginliğe (iç huzuruna) kavuşacak demek değildir. Bağışlamak, daha iyi duygular yaşatacaktır, ama bunların niteliği ve derinliği kişiden kişiye değişecektir. • Bağışlamak, barışmak da demek değildir. Bağışladığımız kişiyle barışıp barışmamak ya da aramıza bir sınır koyup koymamak verilecek ayrı bir karardır. Bağışlamak tek bir kararla başlar, ancak orada bitmez. Bağışlamak bir süreçtir, bir yolculuktur. Bağışladığınızı düşünmüş bile olsanız, yaşadığınız acı, incinmişlik duygusu yine de zaman zaman aklınıza gelecektir. Dolayısıyla yalnızca bağışlamaya karar vermiş olmak kendi başına yeterli olmayabilir. Belki de, her gün, yeniden bağışlamanız gerekebilir. Zamanla bu giderek daha kolay olacaktır. Dolayısıyla bağışlamak yalnızca bir karar değildir, bir tutumdur, bunun bir zihin alışkanlığına dönüşmesi gerekir. Gerçekte bağışlamak, bağışlayacağımız kişiyle değil, kendi kendimizle kurduğumuz yeni bir ilişkidir. Bağışlamak ve bırakmak öyle kolay yapılıverecek eylemler de değildir; ancak öcünü alıncaya dek, öç alma duygusunu sürdürmek, kin gütmek, bundan çok daha zordur; bizi yıpratır. Çünkü kin gütme duygusu taşımak, borçlu olmak gibidir, insana, ödenmesi gereken bir borcu var gibi hissettirir; kendi başına bir yük getirir. Bu süreci kolaylaştırmak için yapılabilecek birtakım girişimler vardır. Birini bağışlamakta güçlük çekiyorsanız, ona, yaşadığınız bütün duyguları belirten ve bunları neden artık yaşamak istemediğini açıklayan bir mektup yazın. Yazdığınız bu mektubu göndermek zorunda değilsiniz, daha sonra bu mektubu yırtıp atabilir ya da yakabilirsiniz. Bu mektubu yazmak bile yeterince bir boşalma ve arınma sağlayacaktır. Böylece, taşıdığınız aşırı “yük”ü sırtınızdan indirmiş olursunuz. Smedes’in belirttiği gibi “Bağışlamak, bir tutsağı salıvermek ve bu tutsağın da bizim kendimiz olduğunu bulmaktır”; bağışlamak, yeni bir başlangıç yapmak ve özgürleşmek demektir. Başkaları, bağışlanmayı hak etmiyor olabilirler, ancak biz, bağışlayarak, sağlayacağımız içsel dinginliği (iç huzurunu) hak ediyoruz. Ancak, bağışlamak kişinin içinden gelmelidir. Kişi, bağışlamak için başkalarınca zorlanamaz. Bağışlayabilir ya da bağışlayamayabilirsiniz. Kimi zamanlar, bağışlamak öyle kolay olmayabilir. Gerçekten, içten içe bunu hissetmiyorsanız, bağışladığınızı söylemek boşunadır. Bağışlayamamasına karşın bağışladığını söylemeye çalışmak, kendi duygularına karşı gelmektir ve çökkünlüğe uğratabilir. Bu gibi durumlarda akılcı bir yaklaşım Oscar Wilde’ın yaklaşımı olabilir. Oscar Wilde, “Size kötülük yapanları bağışlayın, hiçbir şey onları daha çok kızdıramaz” demiştir; çünkü kimi insanlar (zehirli insanlar), kötülük yapmaktan, güçlerini kötüye kullanmaktan, başkalarını elinde oynatmaktan, kavgadan ve karşı bir tepki yaratarak, karşılarındakine yanlış yaptırmaktan beslenirler. Öç alma duygunuzu bir türlü bastıramıyor ve bir türlü bağışlayamıyorsunuz, olaya böyle bir bakış açısıyla da yaklaşabilir ve böylece çok akılcı bir biçimde “öcünüzü almış” olabilirsiniz. Marcus Aurelius, ne güzel söylemiş: “Öç almanın en iyi yolu, öç alınacak kişiye benzememektir”.

Bir “Narsisist”i Nasıl Tanırsınız Ve Onunla Nasıl Başa Çıkarsınız?..

Narsisist kişiler, başkalarının sorunlarını duymak istemezler, bunlara katlanamazlar, başkalarının sorunlarıyla hiç ilgilenmek istemezler. Bu kişiler yalnızca kendileriyle ilgilidirler ve başkalarıyla eşduyum (empati) yapmaktan ileri derecede yoksundurlar. Başkalarının düşünceleri, duyguları ve çektikleri acı, onların hiç umurunda değildir. Başkalarında çok iyi bir “ilk izlenim” bırakırlar. İlk bakışta, kendine güvenli, çekici, alımlı, yeterli, sıcak ve eğlenceli biri gibi görünürler. İnsanlar, onları tam tanımadan önce, onlardan çok etkilenirler. Ancak, tanıdıkça ve onlarla daha çok zaman geçirdikçe, onların olumsuz yanlarını görmeye ve onlardan uzaklaşmaya başlarlar. Şişik benlikleri, bulundukları ortamda önder (lider) olmalarını sağlayabilir. Ama bu özellikleri, ancak belirli bir yere dek önderlik yapmaları ile sonuçlanır. Çünkü insanlar, en sonunda, onların sömürgenliklerinden, kendilerini beğenmişliklerinden, başkalarına saygısızca, hatta acımasızca davranmalarından bıkıp usanırlar ve yanlarından ayrılırlar. Narsisist yaklaşımların içinde karşıtlıklar vardır. Bu kişiler, bir yandan, başkalarını yerden yere vururlar, onları kötülerler ve diğer insanları küçümserlerken; bir yandan da, başkalarının kendilerini beğenmesine büyük gereksinim duyarlar. Sürekli bir beğenilme gereksinmesi içindedirler. Beğenilmek, sanki onlar için bir “ilaç”tır. Onlara çok iyi gelir. İkili ilişkilerinde, birlikte oldukları kişileri ellerinde oynatmaya ve onları kullanmaya çalışırlar. Yakınları, arkadaşları ve sevgilileri, ancak onların benliklerini okşadıkları ya da istediklerini verdikleri sürece onlar için iyidirler. Sürekli olarak kendilerinden ve kendi gösterdikleri başarılardan söz etmeyi severler. Övünmekten, üstünlük taslamaktan, kasılmaktan, büyüklenmekten çok hoşlanırlar. Ancak, en iyi olduklarını söylemekle kalmazlar, gerçekten de başkalarından daha iyi olduklarına içten inanırlar. Başkalarınca eleştirilmeye hiç gelemezler ve eleştirilmeye aşırı tepkiler gösterirler, hatta bu gibi durumlarda saldırganlaştıkları bile olur. Kendilerine sıradan bir eleştiride bulunulduğunda bile öfkelenebilirler ve birden bağırıp çağırmaya ya da başka birtakım saldırgan davranışlarda bulunmaya başlayabilirler. Bu kişiler, kendi içlerinde boğuldukları için, dış görünüşlerine çok önem verirler ve bulundukları ortamların “yıldız”ı olmak isterler. Dış görünümleriyle insanları etkilemek için aşırı spor yapabilirler, çok pahalı giysiler giyebilirler, gösterişli takılar takabilirler; güç ve konumlarını sergilemeye yarayacak evlerde oturmaya, pahalı arabalar kullanmaya özen gösterirler. Sürekli olarak her şeyi “hak ettikleri” duygusu içinde oldukları ve duygudaşlıktan yoksun oldukları için, istediklerini elde etmek için başkalarına baskı yaparlar ve kendilerine “hayır” denmesini bir türlü kabul edemezler. Bu eğilimleri, kimi zaman, suç işleyerek yaptırmaya da baskı kurma yoluna gitmelerine bile neden olabilir. Kendilerinin çok özel insanlar olduklarına, dolayısıyla kendilerine çok özel davranılmasını istemelerine karşın bunu başaramazlar. Bunun sonucu olarak çok kırılgan olurlar, kolay incinirler, benlik saygıları büyük ölçüde dalgalanmalar gösterir. Sonuç olarak, kimi zaman, kendi içlerine kapanırlar. Narsisist kişilerle etkileşimde bulunurken özellikle özen gösterilmesi gereken konular şunlardır: Bu kişiler hep kendilerini üstün görme gereği içindedirler. Onlarla paylaştığınız her özel konunuzu, sonunda size karşı kullanmaya kalkışabilirler. Bildiklerini, daha sonra, sizi aşağılamak ya da sizi ellerinde oynatmak için kullanabilirler. Bunu da, sizin en kırılgan olduğunuz ya da onlara en gereksindiğiniz zaman yapabilirler. Dolayısıyla özel’inizi bu kişilerle paylaşmamaya özen göstermelisiniz. Onlara, dışarıdan nasıl göründüklerine göre bir değer biçmeyin. Onlar için görüntü her şeydir ve kendilerini olduklarından daha değişik göstermek için her türlü yalana başvurabilirler. Başkalarında, çok yeterli ve yetkin oldukları izlenimi bırakmaya çalışırlar, ancak içten içe kendilerini boş ve yetersiz hissederler. Kendinizi onlara anlatmaya çalışmayın, boşuna bir çaba göstermiş olursunuz, çünkü sizi anlamaya çalışmazlar. Sordukları sorularla ve alaycı tutumlarıyla sanki kendinizle ilgili açıklamalar yapmaya ve kendinizi savunmaya zorunluymuş gibi hissedersiniz. Ancak, kendinizi ne denli anlatmaya, kendi düşünce ve duygularınızı ne denli dışa vurmaya çalışırsanız; tutum ve davranışlarıyla, sizin kendinizden bile kuşkuya düşmenize o denli daha çok yol açacak biçimde davranırlar. Bu gibi kişilere karşı kendini savunmaya kalkmak, boşuna zaman harcamak demektir. Bu kişiler, iletişim kurmaya değil, kendilerini öne çıkarmaya; dinlemeye değil, söylenip durmaya daha yatkındırlar. Bu kişilerin gösterdikleri davranışların sorumluluğunu almalarını beklemek de bir zaman kaybıdır. Başkalarına göre daha çok haklarının olduğuna inanırlar ve kendilerine ilişkin bir iç görü kazanmaya çalışmazlar. Yalnızca gösterdikleri başarılar ve “özel” yetenekleri ile ilgilidirler, ancak yaptıkları yanlışları kabul etmezler ve bunları üstlenmezler. Daha çok başkalarını suçlama eğilimi gösterirler. Onları, kendi oyunlarıyla yenmeye de kalkmayın. Onlar, üste çıkma konusunda çok deneyimlidirler. Aşağı görülmekten çok korktukları için, her ne pahasına olursa olsun, başkalarını ezmeye ve üste çıkmaya çalışırlar. Dolayısıyla, onların kullandığı sözcüklerle ya da onların kullandığı yöntemlerle onları alt etmeye çalışmak da boşuna bir çabadır ve size, kendinizi iyi hissettirmez. Kendiniz olmayı sürdürün ve kendi değerlerinizden uzaklaşmayın. Bu insanlardan, sağlam, güçlü ve içten bir bağlılık (sadakat) beklemeyin. Gereksinmeleri karşılanmadığı anda sizi yüzüstü bırakırlar. Bu kişiler, başkalarını, kendilerine eşit bir insan olarak değil, bir doyum aracı gibi görürler. Önemli gereksinmeler için bu kişilere bel bağlamak, büyük bir düş kırıklığı ile sonuçlanabilir. Bu kişilerin yaptıklarını kişisel almayın. Size, siz olduğunuz için öyle davranıyor değillerdir; her nasıllarsa, herkese öyle davranıyorlardır. Başkaları, onlar için, yalnızca kendi içsel boşluklarını doyuracak birer araçtır. Üstelik, onların bu davranışlardan en büyük zararı, en yakını olan kişiler görür. Bu kişilerin sizinle eşduyum (empati) yapmalarını da beklemeyin. Eşduyum yapabilmek için başkalarına da değer veriyor olmak gerekir. Büyüklenmeleri, başkalarını daha aşağıda görmelerine yol açacağı için, başkalarının ne hissettiğine hiç önem vermezler, başkalarını anlayamazlar. Onlardan saygı görmek yerine, siz kendinize olan saygınızı yitirmemeye ve kendi gereksinmelerinizi ve haklarınızı gözetmeye çalışın.Bu kişilerin değişebileceklerine de pek umut bağlamayın. Onların, sürekli bir ilgi görme ve onaylanma isteği içinde olma tutumları çok değişecek değildir. Dolayısıyla, gerçekleşmeyecek beklentilerden uzak durup, aranıza sağlıklı sınırlar koymak, yapılabileceğinizin en iyisidir.Onların, dipsiz bir kuyu gibi olan, ilgi görme ve beğenilme açlıklarını doyurmaya yönelik sürekli çabalarını ve kısıtlılıklarını anlayışla karşılıyor olabilirsiniz. Ancak anlayış göstermeniz, sizi kırmalarına, incitmelerine ya da sizi kullanmalarına izin vermenizi gerektirmez. Siz de kendinizi korumak durumundasınız. Böyle düşünmek de, narsisist bir yaklaşım değil, sağlıklı yaşamak demektir…

Toplumsal Kaygı Bozukluğu (Sosyal Fobi)

Toplumsal kaygı bozukluğu (sosyal fobi), özellikle tanıdık, bildik olmayan toplumsal ortamlardan ya da başkalarının gözü önünde olunduğunun ya da başkalarınca değerlendirilebilecek gibi olunduğunun düşünüldüğü, belirli toplumsal durumlardan aşırı çekinme ya da korkma durumudur. Bu gibi durumlar öyle korkutucu olabilir ki, kişi, yalnızca bunları düşündüğünde bile çok kaygılanır ya da bu gibi durumlardan kaçınmak için olmadık önlemler almaya çalışır ve yaşamını zora sokar. Toplumsal kaygı bozukluğunun altında yatan korku, toplum içinde, başkalarınca değerlendirilecek, yargılanacak ya da utanılacak bir duruma düşecek olma korkusudur. Kişi, bu korkularının gerçekçi olmadığını ya da aşırı olduğunu düşünse bile, kendini kaygılanmaktan alıkoyamaz. Toplumsal kaygı bozukluğu oldukça sık görülen bir durumdur. Birçok insanın bu gibi korkuları vardır. Ancak toplumsal kaygı belirtilerini tetikleyen etkenler, kişiden kişiye büyük ölçüde değişir. Kimi insanlar, çoğu toplumsal durumda kaygı duyarlarken; kimi başka insanlar da, tanımadığı insanlarla konuşurken, başkalarıyla bir araya geldikleri yeni ortamlarda ya da başkalarının önünde bir eylem gerçekleştirdikleri zamanlarda olduğu gibi, belirli birtakım toplumsal durumlarla ilintili olarak kaygı duyarlar. Toplumsal kaygıyı tetikleyen başlıca durumlar arasında, yeni bir ortama girme ve yeni insanlarla karşılaşma; yeni karşılaştığı biriyle kısa bir konuşma yapmak durumunda kalma; bir toplantıda ya da toplum önünde konuşma; sahneye çıkma örneğinde olduğu gibi, göz önünde olduğu bir durumda kalma; belirli bir eylemde bulunurken kendisine bakılıyor olması; kendisine sataşılması ya da eleştirilme; kendinden üstün konumda ya da “önemli” biriyle konuşma; ikili bir ilişkide, birlikte dışarı çıkma; genel tuvaletleri kullanma; başkalarının yanında yemek yeme, telefon konuşması yapma; toplumsal bir etkinlikte, başkalarıyla bir araya gelme vardır. Yalnızca, belirli birtakım toplumsal durumlarda, zaman zaman gergin olunması, toplumsal kaygı bozukluğunun olduğunu göstermez. Kimi insanlar, özel birtakım durumlarda, daha çekingen, sıkılgan, ürkek ya da utangaç olabilirler; ancak kimi zaman böyle oluyor olmaları, gündelik işlevselliklerini pek etkilemez. Öte yandan, toplumsal kaygı bozukluğu, kişinin gündelik yaşamının olağan akışını ileri derecede etkiler ve çok sıkıntıya neden olur. Sözgelimi, toplum önünde bir konuşma yapacak olmak insanı bir ölçüde gerebilir. Ancak toplumsal kaygı bozukluğu olan kişi, bu etkinlikten haftalar önce kaygılanmaya başlar, böyle bir etkinliğe katılmamak için elinden geleni yapar ya da yaptığı konuşma sırasında sesi öylesine titrer ki, konuştukları anlaşılamaz. Toplumsal kaygı bozukluğu olanların, sıradan günlük toplumsal durumlarda bile aşırı kaygı duyma; gerçekleşecek toplumsal bir olay için, günler, haftalar, hatta aylar öncesinden yoğun bir kaygı yaşama; özellikle tanımadıkları insanlar tarafından gözleneceklerinden ya da yargılanacaklarından çok çekinme; kendini küçük düşürecek ya da utanç duyacak bir biçimde davranacak olmaktan aşırı korkma; gergin olduğunu başkalarının anlayacağından çok çekinme gibi ruhsal birtakım belirtileri olur. Ayrıca, yüzüne ateş basması, kızarma, sesinin titremesi ve yerinde duramama, sallanıp durma, çarpıntı, göğüste sıkışma, soluğunun daralması, karın ağrısı, bulantı, terleme, baş dönmesi ya da bayılacak gibi olma gibi bedensel birtakım belirtileri de olur. Diğer yandan, toplumsal etkinliklerini kısıtlayacak ya da yaşamını güçleştirecek biçimde, toplumsal durumlardan kaçınma, göz önünde olmamak için kendini gizleme ve sessiz kalmayı yeğleme, her nereye giderse gitsin, yanında birinin olmasını isteme, katılacak olduğu toplumsal durumlardan önce kendini yatıştırmak için alkol ya da yatıştırıcı bir ilaç alma gibi davranışsal belirtileri de görülür. Toplumsal kaygı bozukluğuyla başa çıkabilmek için birtakım yöntemler uygulanabilir. Bunlardan birincisi, iç sesini yakalamak, çekinmeye ve korkuya neden olan yerleşik düşünceleri ve olumsuz görüşleri bulup, bunların üzerine gitmektir. Sözgelimi, kendi içinizde, “Biliyorum, aptal gibi görüneceğim”, “Sesim titremeye başlayacak ve kendimi küçük düşüreceğim”, “Herkes benim salak olduğumu düşünecek”, “Söyleyeceğim önemli bir sözüm yok ki, sıkıcı biri gibi görüneceğim” gibi birtakım sözleri kendi kendinize söylüyor olabilirsiniz. Bu olumsuz yerleşik düşüncelerin üzerinde yeniden düşünmek en etkili yöntemlerden biridir. Bunun için birinci adım, toplumsal durumlarla ilgili korkunun altında yatan anlık olumsuz düşünsel tepkileri belirlemektir. Sözgelimi yapacağınız bir sunumla ilgili olarak kaygı duyuyorsanız, altta yatan olumsuz düşünce “Kötü bir sunum yapacağım. Herkes benim yetersiz olduğumu düşünecek” olabilir. Daha sonra, bu olumsuz düşünceyle ilgili olarak kendi kendinize birtakım sorular sorabilirsiniz. “Kötü bir sunum olacağını, sunum öncesinde nereden biliyorum?” ya da “Sunumum sırasında gergin görünecek olsam bile, insanlar neden benim yetersiz olduğumu düşünsünler ki?” Bu düşüncelerin üzerinde yeniden düşünerek ve mantıklı akıl yürüterek, bunları daha gerçekçi, mantıklı ve işlevsel düşüncelerle değiştirebilir ve kaygınızı tetikleyen toplumsal durumlara ve kendinize daha değişik bir bakış açısıyla bakabilirsiniz. Ayrıca, kendinize, başkalarının da, sizin kendinizi gördüğünüz gibi olumsuz gördüğüne ilişkin “başkalarının zihnini okuma”; olabileceğin en kötüsü olacakmış gibi yersiz bir “öngörüde bulunma”; olabileceklerin, olabileceğin en kötüsü olacağı konusunda durumu “korkunçlaştırma” ve buna katlanamayacağını düşünme ve insanların sizinle ilgili olarak olumsuz düşündüğünü düşünerek, olayı “kişiselleştirme” gibi düşünsel çarpıtmalar yapıp yapmadığınızı sorgulamanız gerekir. İkinci bir konu, kendinizden çok çevreye odaklanmanız gerektiğidir. Çevrenizde ne olup bittiğine ne denli çok odaklanırsanız, duyduğunuz kaygıdan o denli az etkilenirsiniz. Üçüncü önemli bir konu, korkularınızla yüzleşmektir. Çekindiğiniz toplumsal durumlardan kaçınmaktansa, onlarla yüzleşmek için çaba göstermeniz gerekir. Kaçınmak, toplumsal kaygının sürüp gitmesine, hatta pekişmesine neden olur. Kaçınarak günü kurtarabilirsiniz, ancak hiçbir zaman bu gibi durumlarla ilgili birtakım baş etme becerileri geliştiremezsiniz. Diğer bir deyişle, çekindiğiniz ya da korktuğunuz toplumsal durumdan ne denli kaçınırsanız, söz konusu durum sizin için o denli daha korkutucu olur… Dolayısıyla, en iyisi, çekindiğiniz toplumsal durumdan kaçmak değil, bunun üzerine gidip, eylemde bulunmaktır…

Açlık Duygusu

Her zaman gerçek açlık duygumuzu doyurmak için yemek yemeyiz, duygusal açlık çektiğimiz zamanlarda da yemek yeriz. Birçoğumuz, rahatlamak için, gerginlikten kurtulmak için ya da kendimizi ödüllendirmek için de yemek yeriz. Böyle yaptığımız zamanlarda da, genellikle abur cubur, tatlı yiyecekler gibi, geçici olarak rahatlatıcı, ancak sağlıklı olmayan yiyecekler yeriz. Karnını doyurmak için değil, kendinı daha iyi hissetmek için, duygusal gereksinmelerini karşılamak için yemek yemeye “duygusal yemek yeme” adı verilir. Ancak, ne yazık ki, duygusal yemek yemek, duygusal sorunlarınızı çözmez. Tam tersine, genellikle, sizi daha da kötü hissettirir. Sonrasında, duygusal sorun ortada dururken, böyle yemek yediğiniz için, bir de, pişmanlık duyar ya da kendinizi suçlu hissedersiniz. Gergin olduğunuzda daha çok mu yemek yiyorsunuz?.. Aç olmadığınız zamanlarda da yemek yediğiniz oluyor mu?.. Kendinizi daha iyi hissetmek için, kendinizi yatıştırmak için yemek yediğiniz oluyor mu?.. Kendinizi yemekle ödüllendirdiğiniz zamanlar oluyor mu?.. Tıkınırcasına yediğiniz zamanlar oluyor mu?.. Yiyecekler karşısında kendinizi güçsüz hissettiğiniz ve özdenetiminizi yitirdiğiniz oluyor mu?..Yemek yiyor olmanız, başlıca baş etme yolunuz ise; gergin, üzgün, kızgın, bitkin, yalnız ya da sıkılmış olduğunuzda ilk yaptığınız eylem buzdolabını açmak ve ağzınıza bir şeyler atmak ise, gerçek sorununuzu ele almadan, duygusal yemek yeme döngüsüne girmişsiniz demektir. Bu döngü, belirli bir olayın, sizde, istenmedik bir duygu yaratması karşısında, önünü alamadığınız bir yemek yeme isteği duyma, sonrasında gereğinden çok yemek yeme, ardından yoğun bir pişmanlık ya da suçluluk duyma ve istenmedik bu duygu karşısında yemek yemeyi sürdürme döngüsüdür. Duygusal açlık, yiyeceklerle doyurulamaz. Yemek yemek, bir an için kendinizi iyi hissettirse de, yemek yemeyi tetikleyen duygular sürüp gider. Çoğu zaman da, o sırada aldığınız gereksiz kalorilerden ötürü kendinizi daha da kötü hissedersiniz. Böyle bir döngüyü kırmak için önce duygusal açlık ve gerçek açlık duygusu arasındaki ayrımları bilmeniz gerekir. Duygusal açlık da öyle güçlü olabilir ki, bunu gerçek açlık duygusuyla kolaylıkla karıştırabilirsiniz. Ancak bunun için birtakım ipuçları vardır.Duygusal açlık, gerçek açlık duygusundan değişik olarak, birden ortaya çıkar ve kişiye, bu tür bir açlık, sanki, hiç beklemeden, hemen doyurulması gereken bir açlık duygusu gibi gelir. Duygusal açlık çekildiğinde, abur cubur yiyecekler ya da tatlı atıştırmalıklar gibi, özel birtakım yiyeceklerin arayışı içine girilir. Duygusal açlık, önü alınamaz bir biçimde, ölçüsüz bir yemek yemeye yol açar. Daha, siz, tam olarak ne yediğinizin ayrımında bile değilken, sözgelimi bir paket cips’i bitirmiş olabilirsiniz. Duygusal açlık, tokluk duygusu yaşatmaz. Daha çok, daha çok yemek ister ve rahatsızlık duyana dek yemeyi sürdürürsünüz. Duygusal açlığı midenizde değil, büyük bir yemek yeme arayışında olarak beyninizde hissedersiniz. Özel birtakım tatların ve kokuların arayışı içine girersiniz. Son olarak, duygusal açlık, çoğu zaman bir pişmanlık, suçluluk ya da utanç duyma ile sonuçlanır. Duygusal yemek yemenin başlıca nedenleri arasında gerginlik duygusu vardır. Gergin olduğunuz zamanlarda, vücudunuz yüksek düzeylerde kortizol salgılar. Salgılanan kortizol de tuzlu, tatlı ve kızarmış yiyecekler gibi yüksek bir enerji ve anlık zevk veren yiyeceklerin arayışı içine girmenize yol açar. Yaşamınızda ne denli çok gerginlik varsa, duygusal bir rahatlamak sağlayabilmek için, o denli daha çok yemek yemeye kalkarsınız. Diğer yandan, yemek yemek, öfke, korku, kaygı, büyük bir üzüntü, yalnızlık, güceniklik ve utanç duyma gibi istenmedik birtakım duyguların geçici olarak yatıştırılmasının da bir yolu olarak görülür. Yediğiniz yiyeceklerle kendinizi uyuştururken, uzaklaşmak istediğiniz duygulardan kurtuluyor gibi olursunuz.Duygusal yemek yemenin diğer bir nedeni de sıkılmak ya da boşluk duyguları yaşamaktır. Yalnızca yapacak bir şey olsun diye, sıkılmamak için ya da yaşamınıza sözümona bir anlam katmak için yemek yiyor olabilirsiniz. Doyum sağlayamadığınız bir anda ve kendinizi boşlukta hissediyorken, ağzınızı doldurmak için ve zaman geçirmek için de yemek yiyor olabilirsiniz. Yemek yiyor olmak, o an için, altta yatan amaçsızlık duygularını ve yaşamdan doyum bulamıyor olmanızı baskılıyor gibi olabilir.Duygusal yemek yemenizin önüne geçmek için, duygusal gereksinmelerinizi karşılayan başka birtakım yollar bulmalısınız. Yalnızca duygusal yemek yeme döngünüzü anlamak ya da duygusal yemek yemenize yol açan tetikleyici etkenleri bulmak yeterli olmaz. Duygusal doyum sağlamak istediğiniz durumlarda, yemek yemenin yerine, başka birtakım seçenekler bulmanız da gerekir.Sözgelimi, kendinizi çökkün ya da yalnız hissediyorsanız, size kendinizi iyi hissettirecek birileriyle yan yana gelmeye çalışın. Çok kaygılı hissediyorsanız, hızlı bir yürüyüşe çıkabilirsiniz. Kaygı doğuran düşünceleriniz üzerinde yeniden düşünebilir ve akılcı seçenek düşünceler geliştirebilirsiniz. Kendinizi bitmiş, tükenmiş hissediyorsanız, sıcak bir kahve içebilir, sıcak bir banyo yapabilir ya da kısa bir uykuya dalabilirsiniz. Sıkılmış hissediyorsanız, sevdiğiniz bir etkinlikte bulunabilir ya da dışarıya çıkıp, doğada bir süre gezinebilirsiniz. Duygusal açlık çektiğinizde, yiyecekler karşısında denetiminizi yitirecek gibi olabilirsiniz. Böyle bir dürtü doğduğunda, buna yenik düşecek gibi olabilirsiniz. Gerçekte ne olup bittiğini anlayana dek bir şeyler yemeye başlamış bile olabilirsiniz. Bütün yapmanız gereken bir süre bekleyebilmektir. Sakın, bu isteğinizin önünü alamayacağınızı kendi kendinize söylemeyin, çünkü bir yasak koymak daha çeldirici olur. Kendinize, yalnızca, “Bekle!..” deyin. Beklerken kendi kendinize sorun. O sırada nasıl hissediyorsunuz? Duygusal olarak neler yaşıyorsunuz?.. Bir an için durmak ve bir süre beklemek, bu arada odağınızı değiştirmek çok iyi bir çözümdür. Bunu yapabilirseniz, zamanla, ortaya çıkan ve önü alınamaz gibi duran dürtünüzün giderek söndüğünü göreceksiniz.İstenmedik duyguları yaşayacak olmaktan korku duyarız. Ancak, duygularımızı bastırmaya çalışmayacak olursak, en acı veren duygular bile zamanla yatışır ve ilgi odağı olmaktan çıkar. Yalnızca duygularınızı doyurmak için yemek yediğinizde, genellikle çok hızlı yeme eğiliminde olursunuz. Dolayısıyla yediğiniz yiyeceklerin tadını, kokusunu ya da dokusunu alamadığınız gibi, doyduğunuzu da anlayamazsınız. Ancak yavaş yiyerek ve her lokmanın tadını çıkartarak yiyecek olursanız, yediklerinizden daha çok zevk alacak ve çok büyük bir olasılıkla, aşırı yeme yanılgısına düşmeyeceksiniz. Yavaşlamak ve yediğiniz yemeğin tadını çıkarmak, anaodaklanarak yemenin başlıca öğeleridir, duygusal yemek yeme ise bunun tam tersi bir eylemdir…

Kendiniz

Her nereye giderseniz gidin, yanınızda kimi götürüyorsunuz?..Yaşamınızın geri kalanını kiminle geçireceksiniz?.. Kimse size bakmadığında, sizi gören tek kişi kim?.. Yaşamda en çok katlanmak zorunda olduğunuz kişi kim?..Sağlıklı iletişim içinde olmanız gereken başlıca kişi kim?.. Siz, kendinizsiniz!.. Diğer insanlarla ya da dış dünyayla kurduğunuz ilişki, gerçekte, kendinizle kurduğunuz ilişkinin dışa yansımasıdır.Dünya sizin aynanızdır. İçinizde ne varsa, dışarıda da onu görür, onu yaşarsınız.Her nereye giderseniz gidin, yanınızda kendinizi de götürüyorsunuz. Geçmişinizi geride bırakabilirsiniz, ama kendinizi geride bırakamazsınız.

Başkalarının sizi nasıl gördüğü değil, sizin kendinizi nasıl gördüğünüz daha büyük önem taşır. Başkalarının sizinle ilgili olarak ne düşündüğüne çok takılıyorsanız, bu yaşam artık sizin yaşamınız olmaktan çıkar. Siz kendinize gerçekten inanıyorsanız, başkalarını buna inandırma gereği duymazsınız. Siz kendinizle barışıksanız, başkalarının onayına gerek duymazsınız.Siz kendinizle mutlu değilseniz, başka hiç kimse sizi mutlu edemez.

Mutluyken dünya size daha güzel görünür. Oysa dünya, aynı dünyadır…Ne hissettiğiniz kendinize bağlıdır. Çünkü, başınıza ne geldiği ya da ne olduğu değil, ne olduğuna ne anlam yüklediğiniz, nasıl hissettiğinizi belirler. Dolayısıyla, “Siz izin vermedikçe, kimse size, kendinizi kötü hissettiremez”.

Bakış açınızı değiştirin, gördükleriniz değişecektir.Karakterinizin özü, kimse size bakmıyor ya da sizi görmüyor iken ne yaptığınızdır. Herkes, “kendisine yakışanı, kendisine yakıştırdığını” yapar.

Dürüstlük, kendinize biçtiğiniz değerdir. Bir başkasını tanımlarken, gerçekte kendinizi anlatırsınız. Genelde, o kişi, öyle olduğu için değil, siz onu öyle gördüğünüz için, size öyle gelir. Ancak kendi iç güzelliklerinden doyum bulanlar, başkalarının güzelliklerini de görebilirler. Bizi, kendimizle ilgili olarak ne hissettirdiğine bağlı olarak, birine aşık oluruz. Yalnız başına kalmakla ilgili bir sorununuz olmadığını anlayana dek, yalnızlıktan kurtulmak için mi, yoksa gerçekten sevdiğiniz için mi birlikte olmak istediğinizi anlayamazsınız.Kendi başınızayken kendinizi yalnız hissediyorsanız, iyi bir arkadaşınız yok demektir.

Kendinizle mutlu değilseniz, başka hiç kimse ile mutlu olamazsınız. Oysa, kendinizle arkadaş olursanız, hiçbir zaman yalnız kalmazsınız.Kendi kendinizle konuştuğunuz denli kimseyle konuşmuyorsunuz, dolayısıyla iç sesinizi iyi dinleyin ve kendinize iyi davranın.

İyi ya da kötü yoktur. Her şey, her nasılsa öyledir. Doğru seçim yoktur, yalnızca sizin kendi seçimleriniz vardır. Düşünceleriniz genel geçer gerçeklikler değildir. “Düşündüğünüz her şeye inanmayın.” İnsanlar, gördüklerine inanmazlar, inandıklarını görürler. Düşünceleriniz ancak sizin gerçekliğinizdir. Başka bir gerçeklik yoktur, yalnızca algılarınız ve yorumlarınız vardır. “Olayları olduğu gibi değil, olduğumuz gibi görürüz. ”Yaşamın da kendi başına bir anlamı yoktur, ona anlam veren kişinin kendisidir. Herkes, yaşama kendi özel anlamını yükler. Yaşam, yaptığımız seçimlerin bir toplamından oluşur. Biz seçimler yaparız, yaptığımız seçimler bizi yapar.

Kimse, bir başkasından üstte ya da altta değildir, kimse birbirine eşit de değildir. İnsanlar, eşi benzeri olmayan biricik varlıklardır. Yaşadığınız “sorun” gerçekte çoğu zaman bir sorun değildir. “Sorun”unuza gösterdiğiniz tepki sizin sorununuzdur. Yaşamın çok az bir kesimi başınıza ne geldiği, çok büyük bir kesimi ise buna nasıl tepki gösterdiğinizle belirlenir. Yaşamöykünüz, kendi anılarınız, deneyimleriniz, inançlarınız ve kendinizle ilgili görüşlerinizin bir toplamından oluşur. Kendine güven, kendinin başkalarından daha iyi olduğunu düşünmek değil, kendini başkalarıyla karşılaştırma gereği duymamaktır. “Daldaki kuş, dalın kırılmasından korkmaz; çünkü dala değil, kendi kanatlarına güvenir. ”Özdisiplin, şu anda ne istediğinizle, en çok ne istediğiniz arasında bir seçim yapmaktır. İstekleriniz için özveride bulunmazsanız, isteklerinizden özveride bulunmak durumunda kalırsınız.

Ne’ye inanırsanız o olursunuz. Kendi kendinize ne söylerseniz ona inanırsınız. Kendinize yetersiz olduğunuzu söylerseniz buna, yeterli olduğunuzu söylerseniz ona inanırsınız. Olacağına inanırsanız fırsatları, olmayacağına inanırsanız engelleri görürsünüz. İstediğiniz gibi olamazsınız, ne’ye inanıyorsanız o olursunuz. Korku, ölümü engellemez, yaşamayı engeller. Kendinizi seçtiğinizde, kimi insanları yitirmeyi göze almanız gerekir. Birilerine “evet” derken, kendinize “hayır” deyip demediğinizden emin olmanız gerekir. İnsanlarla ters düşmekten korkmayın, kendinizle ters düşmekten korkun. “Palyaçoyu, neden bir palyaço gibi davrandığından ötürü suçlamayın. Neden sirk’e gitmeyi sürdürdüğünüzü kendi kendinize sorun. ”Çevrenizdeki insanları değiştiremezsiniz, ancak çevrenizdeki insanları değiştirebilirsiniz. Mevlana’nın söylediği gibi, “Siz okyanusta bir damla değilsiniz, bir damladaki bütün bir okyanussunuz. ”Her insan ölümü tadacaktır, ancak bir bölümü yaşamı tadar…

Yapmacık (Histriyonik) Kişilik

Yapmacık (histriyonik) kişilik yapısı olan bir kişiyi nasıl tanırsınız ve böyle bir kişiyle nasıl baş edebilirsiniz?..• Bu kişiler, ilgi odağı olmadıklarında, bütün ilgi üzerlerinde olmadığında ya da ilgiyi üzerlerine çekemediklerinde, bundan büyük bir rahatsızlık duyarlar

.• Dış görünümü aşırı önemserler, dış görünümleriyle aşırı ilgilidirler.• Açık saçık giyinirler; cilveli, ayartıcı, baştan çıkartıcı davranışlar sergilerler, kırıştırmaya (flört etmeye) yatkındırlar

.• Başkalarının yanında, sanki bir oyun sergiliyormuş gibi, abartılı, ancak içtenlikten yoksun, yapmacık davranışlar gösterirler.• Sürekli bir onaylanma ve beğenilme gereksinmesi duyarlar.

• Eleştirilmeye ya da onaylanmamaya aşırı duyarlıdırlar.

• Başkalarından kolayca etkilenirler, kolay kandırılabilirler

.• Duyguları birden değişir. Gösterdikleri duygular, başkalarına, genellikle yüzeysel ve abartılı gelir. Ancak, kendilerini, “aşırı duygusal” olarak tanımlarlar

.• Sıradanlıktan kolay sıkılırlar, başladıkları işleri genelde bitirmeden bırakırlar ya da bir etkinlikten başka bir etkinliğe atlayıp dururlar

.• Üzerinde çok düşünmeden, birden eyleme geçerler

.• Birden karar verirler.

• Benmerkezcidirler ve yalnızca kendileriyle ilgilidirler, başkaları çok umurlarında değildir.

• Konuşmaları genelde kendileriyle ilgilidir ve karşılarındakileri etkilemeye yöneliktir. Genellikle ayrıntıdan ya da derinlikten yoksun, sığ bir konuşma biçimleri vardır.

• İstekleri hemen gerçekleşsin isterler, sabırsızdırlar, beklemeye gelemezler. Beklemeleri gerektiğinde çocuksu birtakım tepkiler gösterebilirler

.• İlişkilerini sağlıklı bir biçimde sürdürmekte güçlük çekerler. Başkalarıyla etkileşimlerinde yüzeysel ya da “–miş gibi” bir tutum sergilerler.Bu insanlarla birlikte olmak ya da bir arada yaşamak insanı kızdırabilir, yorabilir ya da tüketebilir. Ancak, bu insanlar, kendi davranışlarının ayrımında değildirler ve bunları olağan olarak kabul ederler. Bunu kabul etmek ve anlayışla karşılamak gerekir. Öyle istedikleri için, öyle davranıyor değildirler; dünyayla baş edebilmek için, ancak öyle davranmayı öğrenebilmişlerdir. Bir anda değişecek de değillerdir. Dolayısıyla, bu kişilerden uzak durulamıyorsa, anlayışlı ve sabırlı olunması gerekir.Onları böyle kabul edebilir ve saygı gösterebiliriz, ancak bizim de saygı görmeye hakkımız vardır. Bu kişilerin size karşı olan saygısız davranışlarını ya da bağırıp çağırmalarını hoşgörüyle karşılamamanız gerekir. Abartılı bir biçimde davrandıklarında da, bir çatışma içine girmemeniz iyi olur. Derin bir soluk almalı ve “Sakinleştiğinde yeniden konuşabiliriz” demelisiniz. “Sana saygı gösteriyorum ve değer veriyorum, ancak bana kötü davranmana izin veremem” demeniz gerekir.Bu kişiler, karşılarındaki insanları parmaklarında oynatmaya da çalışabilirler. Oyuna gelmemeniz gerekir.Yine, bu kişilerin ilgi çekme çabaları da, olabildiğince görmezden gelinmeli, gözardı edilmelidir. Abartılı bir biçimde davrandıklarında, bağırıp çağırdıklarında, bitmez tükenmez yakınmalar getirdiklerinde ya da olayları korkunçlaştırdıklarında, bu tutum ve davranışlarını olabildiğince görmezden gelmeye çalışmalısınız; çünkü bunların üzerinde duracak olursanız, bu davranışlarının işe yaradığını düşünecek ve bunları yineleyeceklerdir. Sözgelimi. “Böyle konuşacak olursan, seni dinlemeyeceğim” ya da “Abartılı tepkiler gösterdiğini düşünüyorum, olaylara daha nesnel, daha değişik bir biçimde bakabilecek olursan, konuşmaya hazırım” diyebilirsiniz.Öte yandan, sanki bir oyun sergiliyorlarmış gibi ya da abartılı bir biçimde davranmadıklarında, bu gibi davranışları karşısında daha ilgili olarak, bu davranışlarının pekişmesini sağlayabilirsiniz. Bu gibi durumlarda, “Böyle konuşuyor/davranıyor olman çok hoş…” gibi birtakım sözler söyleyebilirsiniz. Bu kişileri “histriyonik” olduklarına inandırmaya çalışmanın hiçbir yararı olmaz. Ancak, ilişkilerinin daha sağlıklı olabilmesi ve yaşadıkları çatışmalarla daha iyi baş edebilmeleri için, uzman bir terapistten terapi almalarının yararlı olabileceği konusunda yol gösterilebilir…

Sevgisiz Evlilikler

Sevgisiz evliliklerin birtakım belirtileri vardır:

• Birbirinizden uzaksınızdır. Çocuklarınız, çalışma yaşamınız ya da başka birtakım işleriniz, bir arada, bütün zamanınızı (ç)alıyordur. Sizin ya da eşinizin gözünde, evliliğiniz, belki böyle olduğunun siz ayrımında bile olmadan, eski önemini ya da değerini yitirmiştir. Birlikte zaman geçirmekten hoşlanmıyorsunuzdur. Kimi zaman bir aradasınızdır, ancak siz orada değilsinizdir. Bir arada olmadığınız zamanlarda, kendinizi daha çok “kendiniz” olarak hissediyorsunuzdur. Kendinize sakladığınız sırlarınız giderek artmaya başlamıştır.

• İş yaşamınız, yaşadığınız parasal güçlükler ve yapmakla yükümlü olduğunuz işler önceliğiniz olmuş, evliliğinizin eğlenceli yanını alıp götürmüştür. Bunun ayrımına vardığınızda, bunu çok önemsemiyorsanız ya da sözgelimi, işinizde yükselmeyi daha çok önemsiyorsanız, ortada bir sorun var demektir.

• İletişiminiz bozulmuştur. Çok kavga ediyorsunuzdur ya da aranızda pek konuşmuyorsunuzdur. Hiç tartışmıyorsanız ve kendinizi kapatmışsanız, bu da, artık yaşadığınız sorunları çözme beklentinizin kalmadığının bir göstergesidir.

• Birbirinize değer vermiyorsunuzdur. Sürekli olarak birbirinizi eleştiriyor, suçluyor; birbirinizi hor görüyor, aşağılıyorsunuzdur. Birinizin her yaptığı diğerine “batıyor”dur, birbirinize anlayışlı davranmıyorsunuzdur. Aranızda bir saygı ilişkisi kalmamıştır.

• Aranızda cinsellik vardır ya da yoktur, ancak bu alanda kendinizi iyi hissetmiyorsunuzdur. Sevgisiz evliliklerde, cinsellik, yine de sürüyor olabilir. Ancak böyle bir cinsel birliktelik, gerçek bir sevgi paylaşımından ve sevişmeden çok, bir gerilimden kurtulma yoludur.

• Eşinizi çok umursamıyorsunuzdur ya da eşinizin sizi umursadığını düşünmüyorsunuzdur. Bir şey hissetmemek de güçlü bir duygudur. Eşinizin herhangi bir eylemi artık sizi pek ilgilendirmiyorsa ortada bir sorun var demektir.

• Eşiniz, sizin gösterdiğiniz çabalara karşılık vermiyordur. Evliliğinizi canlandırmak için çaba gösteriyor, ancak bir karşılık alamıyorsanız, sevgisiz bir evliliği sürdürüyorsunuz demektir.

• Evliliğinizin başından beri hiçbir zaman iyi bir arkadaş olamamışsınızdır. Sözlüklerdeki tanımlara göre arkadaş, sevdiğiniz ve birlikte olmaktan keyif aldığınız kişidir. Arkadaşların genellikle benzer ilgi alanları vardır ve arkadaşlar yaşamın tatlı ve acı yönlerini birlikte paylaşırlar. Eşinizin iyi bir arkadaşınız olması, evliliğinizin en büyük ödülüdür. Arkadaşlık, mutlu ve uzun süreli evliliklerin temel taşıdır. Yapılan çalışmalar, duygusal yakınlığın, bedensel çekicilikten beş kat daha önemli olduğunu göstermiştir. Arkadaş olan çiftler daha çok birlikte zaman geçirmek isterler ve birbirlerini gerçekten çok severler. Evliliğinizi yeniden bir yoluna koymak için, neden böyle olduğu ve evliliğinizde nasıl daha mutlu olabileceğiniz ve neler yapmanız gerektiği üzerinde düşünmeniz gerekir. Aşağıdaki seçenekleri göz önünde bulundurabilirsiniz:

• Eşinizle iyi bir arkadaş olmaya çalışın. Birlikte, nitelikli zaman geçirmeye özen gösterin. Günlük yaşamınızda olup bitenleri onunla paylaşmaya çalışın. Ona güvenin ve onun güvenini kazanmaya çalışın. Ortak birtakım ilgi alanları bulmaya çalışın. Birlikte eğlenceli zamanlar geçirmeye çalışın. Birlikte gülün. Birlikte, yeni birtakım eylemlere girişin ve yeni birtakım anılar oluşturun. Ortak yaşam amaçları belirlemeye çalışın, birlikte hayaller kurun. Birbirinize saygı duyun, birbirinize iyi davranın. Birbirinizin başarılarını alkışlayın. Eşinize ve onun yaptıklarına değer verin. Ona karşı düşünceli ve özenli davranmaya çalışın. Güceniklikler yaşamak yerine, olabildiğince bağışlayıcı olun. Gerçek bir arkadaşlık yaşam boyu sürer. Güzel bir Afrika deyişi vardır: “Arkadaş, sizin şarkınızı bilen ve siz o şarkıyı unuttuğunuzda bile, size o şarkıyı söyleyebilen kişidir.” Arkadaşınız olan eşiniz, kendinizi çirkin hissettiğinizde sizin güzelliğinizi görebilendir, suçlu hissettiğinizde suçsuzluğunuzu bilendir, kırıldığınızda bütünlüğünüzü size gösterebilendir ve yolunuzu yitirdiğinizde size yol gösterebilendir.

• Eşinizle iletişim kurmaya çalışın. Neden böyle bir noktaya geldiğinizi, daha güzel bir evliliğinizin olabilmesi için neler yapabileceğini konuşabilirsiniz. Artık güzel bir evliliğiniz olsun diye çaba göstermiyor olabilirsiniz, bunun için özel zaman ayırmıyor da olabilirsiniz ya da yaşamınızdaki başka birtakım güçlükler altında eziliyor gibi olduğunuz için evliliğinizi artık pek önemsemiyor olabilirsiniz. Bu aşamada, iletişim becerilerinizi, sorun çözme becerilerinizi geliştirmek için evlilik danışmanlığı alabilirsiniz.

• Birbirinizden bir süre ayrı kalabilirsiniz. Bu yaklaşım, birbirinizden haftalarca ya da aylarca ayrı kalmanız ya da evden çekip gitmeniz anlamına gelmez. Sözgelimi, bir hafta için ayrı kalabilir ve kendinizi günlük koşuşturmaların dışına taşıyarak, ne olup bittiği üzerinde daha sakin bir biçimde düşünebilirsiniz. Uzakta olmak size ne hissettiriyor?.. Bunun üzerinde düşünebilirsiniz.

• Gerçekten çok mutsuz iseniz ve evlilik ilişkiniz düzelecek gibi durmuyorsa ayrılmak ya da boşanmak da bir çözüm olabilir. Böyle bir durumda, konuşurken kendinizi daha iyi anlamanız, almayı düşündüğünüz kararın artılarını ve eksilerini iyi değerlendirmeniz ve bu kararın arkasında nasıl durabileceğiniz gibi konularda bireysel terapi almanız yararlı olur. Terapi görüşmeleri sırasında, kendinize yasak koyduğunuz birtakım düşünce ve duygularınızı terapistinizle paylaşabilirsiniz. Bunu, kendi değer yargıları ve kendilerine özgü gündemleri olan tanıdıklarınızla yapmanız çok doğru olmaz.

• Ortak bir işi sürdürüyor olma, parasal nedenler ve çocukların geleceği gibi konular yüzünden ayrılmak ya da boşanmak da olanaklı değilse, sevgisiz bir evlilikte de mutlu olmanın yollarını bulabilirsiniz. Bunun yollarından biri, sizin için önemli alanlara daha çok odaklanmak ve kendi başınıza yaptığınız etkinliklerden (sanatsal etkinlikler, spor etkinlikleri vb.) daha çok doyum sağlamaktır. Kendinizi geliştirecek ve kendi başınıza ayaklarınızın üzerinde durabilecek olursanız, belki zamanla, ilişkinizi de güçlendirebilirsiniz ya da en azından mutlu bir yaşam sürersiniz. Kendi başınıza başka bir alana odaklanacak olursanız, yeni birtakım bilgi ve beceriler kazanacak olursanız, yaşadığınız gerginlikten bir süre uzaklaşabilir, ruhsal açıdan soluklanabilir ve daha sağlıklı düşünebilirsiniz. Öte yandan, yaşamda sahip olduklarınız için gönül borcu duymaya çalışmalısınız. Daha mutlu olabilmenin yollarından biri, insanın sahip oldukları için gönül borcu duymasıdır. Eşinizin iyi yönlerini de göz önünde bulundurup bunun için de bir gönül borcu duyabilirsiniz. Evle ilgili olarak üzerine düşeni yapıyor, çocuklarına iyi bir anababalık yapıyor, kaba davranmıyordur ya da başka birtakım olumlu özellikleri vardır. Ev, çocuklar ya da yaşamın genel sorumlulukları, sizin sürekli bir koşuşturma içinde olmanız sonucunu doğurmuş olabilir. Ancak kendinize yeni bir alan açtığınız ve soluklandığınız ayrı birtakım toplumsal bağlarınız da olmalıdır. Eşiniz, toplumsal yaşamınızın bütününü kaplayacak demek değildir, böyle bir beklenti içinde olmamalısınız. İnsanlar toplumsal yaratıklardır. İnsanların başka arkadaşlara ve onlarla birlikte toplumsallaşmaya gereksinmeleri vardır. Toplumsal ilişkiler ağından uzak durmak, kişinin evliliğinde de kendisini yalnız hissetmesine neden olur. Dolayısıyla, sizi besleyen toplumsal ilişkiler ağı kurmanızın ve toplumsal etkileşmeler içinde olmanızın ve böyle fırsatlar yaratmanızın büyük yararı olur. Son olarak, evliliğinizden beklentilerinizi yeniden gözden geçirmenizde yarar vardır. Çünkü, karşılanamayacak beklentiler içinde olmak sizi daha da mutsuz eder. “Öyle ol-mamalı..” demek yerine, “Değil mi ki öyle…” diyebilmeli, gerçeklikle barışabilmeli ve yaşamınızı bunun üzerine kurgulamalı ve kurmalısınız.

Oscar Wilde’in bir deyişi da ayrıca düşündürücüdür: “Sevgisiz evlilikten daha kötü tek bir şey vardır, sevginin olduğu, ancak tek bir kişinin sevgi duyduğu evlilik.” Gerçek sevgi, karşılık bulan sevgidir… Sevgi, ancak karşılığını bulunca beslenir, gelişir, güçlenir ve kökleşir…

(Biraz düzeltilmiş bir Türkçe’siyle) şairin de söylediği gibi:

“Yeni bir yaşam istiyorum…

Sıfır, hiç kullanılmamış

;Çileden çıkarılmamış,Umutları elinden alınıp,Gençliği çalınmamış…

Yeni bir kalp istiyorum,Yerden yere vurulmamış,Dağılmamış, kırılmamış…

Yeni bir göz istiyorum,Gecelerce ağlayıp,Kan çanağı olmamış,Işıltısı kaybolmamış…

Yeni bir yaşam istiyorum…

Biliyorum olanaksız…

Ancak!..Ben kendimi,Yeniden yaşamak istiyorum…”diyor olabilirsiniz…

Mutlu olmak herkesin hakkı!..

Evliliğinizde/Birlikteliğinizde Sağlıklı Bir İlişki

Evliliğinizde/birlikteliğinizde sağlıklı bir ilişki içinde olduğunuzun başlıca belirtileri şunlardır:

• Her iki yönlü, açık bir iletişim içindesinizdir; konuşulması çok güç olan konuları bile aranızda konuşabiliyorsunuzdur.

• İlişkiniz bozulmasın diye bireyselliğinizi bırakmış değilsinizdir. İlişkinizin dışında da, size doyum sağlayan birtakım olaylar ve etkinlikler vardır.

• Birbirinizin duygularını görmezden gelmiyor, birbirinizin yaşadığı duyguları önemsiyorsunuzdur. Güzel sözlerinizle sık sık birbirinizi iyi hissettiriyorsunuzdur.

• Birbirinizi daha iyi anlamaya çalışıyorsunuzdur ve bunun için hala zaman harcıyorsunuzdur.

• Kendi düşüncelerinizi karşınızdakine dayatmak yerine, birbirinizin bakış açısına, görüş ve düşüncelerine değer veriyor, saygı duyuyorsunuzdur.

• Ters düştüğünüz konularda hemen bir yargıya varmadan, yaşadığınız çatışmayı çözme konusunda her ikiniz de istekli davranıyorsunuzdur

.• “Seni seviyorum”, “Eline sağlık”, “Çok sağol”, “Öyle olduğu için üzgünüm” gibi deyişleri sık sık kullanarak, birbirinizi önemsediğinizi ve birbirinize değer verdiğinizi gösteriyorsunuzdur.

• Birbirinize güven duymanızı sağlayacak temel birtakım kuralları belirlemişsinizdir.• Birbirinize kötü sözler söylemiyorsunuzdur, birbirinizi hiçbir zaman aşağılamıyorsunuzdur.

• Düşünceli olduğunuzu gösteriyor, birbirinizi düşündüğünüzü gösteren davranışlar sergiliyorsunuzdur.• Büyük kararları birlikte veriyorsunuzdur.

• Uzun erimli amaçlarınızı birlikte konuşuyor, birlikte belirliyor ve benzer amaçlar için birlikte koşuyor olmaktan mutluluk duyuyorsunuzdur.

• Aranızda “oynaşma”ya da bir alan bırakmışsınızdır, birlikteliğiniz eğlencelidir ve birlikteliğinizin tadını çıkarıyorsunuzdur. Birbirinize, başka kimsenin bilmediği özel birtakım adlar bile takmışsınızdır, kimi/çoğu zaman ona, o sevimli adıyla sesleniyorsunuzdur.

• Yakınlaşmakta bir güçlük çekmiyorsunuzdur, birbirinizin elini tutuyor, sık sık birbirinize sarılıyor, öpüşüyorsunuzdur.

• Birinizin, bir diğeri için ne denli değerli olduğunu sık sık dile getiriyorsunuzdur, söz ve davranışlarınızla ona “İyi ki varsın!..” diyorsunuzdur.